“Her şey çok güzel olacak!” dediler, meşhur slogan gibi ve dedikleri gibi de başladı gezimiz ama başladığı gibi noktalanmadı.
SGK’dan (Sosyal Güvenlik Kurumu) emekli bir grup, her ay yakın çevreye günübirlik geziler düzenliyor, diye bir haber almıştık. Eşim de eskiden SSK, yani Sosyal Sigortalar Kurumu diye bilinen bu kurumdan emekli olmuştu.
Köprünün altından çok sular aktı ve memlekette her şey gibi kurumların adı da işlevleri de değişti. Bir zamanlar kurumun binası İnönü Caddesi’nin tam göbeğindeydi ve işçi memleketi olan Adana’da binanın yerini bilmeyen yoktu. Hatta adres olarak kullanılırdı.
“SSK’nın karşısında.” ya da “SSK’yı geçince solda.” gibi yer tariflerinin ana ögesi olurdu. Şimdi SSK denilen o kurumun adının da binasının da yerinde yeller esiyor. “Yerinde yeller esmek” sözünü deyim olarak, yani mecaz anlamıyla değil, gerçek anlamıyla kullandım. Binanın yerinde gerçekten yeller esiyor; çünkü bina yıkıldıktan sonra yerine yeni bir bina henüz yapılmadı. Kurum, yeni adıyla bir zamanlar Millî Mensucat futbol sahası diye bilinen yerde, Emniyet Müdürlüğü’nün tam karşısında, devasa binasıyla ve otoparkıyla dikkat çekiyor, şimdi.
Bu geziye eşimle ben de katılmak istiyordum ama ben Milli Eğitim’den emekliydim. Geziyi SGK düzenlediği için eş durumundan faydalanabilir miydim acaba? Eşim, arkadaşlarından katılabileceğim müjdesini alıp beni çocuklar gibi sevindirmişti. Kozan’ın hemen üst tarafında, Feke yolu üzerindeki Dağılcak Tabiat Parkı’na gidilecekti. Dağılcak, gitmediğim, görmediğim bir yer değildi. Anımsadığım kadarıyla en az iki kez okul gezisi yapmıştık. Bu gezilerde yaşanmış, içinden güzel öyküler çıkarabileceğim ilginç anılarım bile vardı.
23 Ekim günü, saat 08.30’da SGK’nın önünden hareket edilecekti. Sabah saatlerinin yoğun trafiğinde Belediye Evleri Mahallesinden SGK’nın önüne kırk beş dakikada ancak gelebildik. Eski SSK’nın emeklileri ile yeni SGK’nın çalışanları, kısa süreli hasret giderdiler. On dakika sonra kapıya dayanan iki midibüsü gördüğümde ilk şaşkınlığımı yaşadım. Araçların üzerinde Adana Büyükşehir Belediyesi yazıyordu. Önümüzde giden kılavuzlarımızın yer aldığı panelvanın arkasında ise SGK’nın logosu vardı. Gezinin, iki kurumun iş birliğiyle organize edildiğini duymak beni rahatlattı.
Yaklaşık bir buçuk saat sonra Kozan’a girmiştik. Neden çevre yolundan Dağılcak’a gitmediğimizi Hoşkadem Camisi’nin önüne geldiğimizde anladım. Bu gezi, sadece piknik amaçlı bir gezi değildi. Bu gezi bir kültür gezisiydi ve asıl amacı, Kozan’ın tarihi ve doğal güzelliklerini, kültürel zenginliklerini tanıtmaktı.
Güler yüzlü, tatlı dilli rehberimiz Emine Karafakıoğlu önümüze düştü, caminin tüm özelliklerini ahmağa anlatır gibi, pardon pardon, öğrenciye ders anlatan bir öğretmen gibi bir bir anlattı. Zaten kendisinin atanmayan öğretmenlerden olduğunu daha sonra öğrenecektim. Arkasından caminin yanı başında restore edilmiş konakların olduğu tarihi sokakları gezdik. Herkesi derin bir kedere sürükleyen fırının öyküsünü anlatmaya ise dilim varmıyor.
Rehberimizin kulak okşayan, “Haydi otobüslere, arkadaşlar!” uyarısıyla araçlarımıza bindik. Bu kez Kozan Kalesi’nin bulunduğu dağın ağaçlı yollarında yılan gibi kıvrıla kıvrıla tırmanmaya başladık. Dağın sırtında yükseldikçe Kozan aşağıda kalıyor, binalar küçülmeye başlıyordu. Şimdi Kalenin eteklerindeki tesislerin önündeydik ve teraslardan Kozan’ı kuşbakışı seyredip fotoğraflar çekiyorduk.
Güzel rehberimiz,
“Yarım saat buradayız. Çevreyi izlerken Kozan’ın meşhur menengiç kahvesiyle bu anı daha da keyifli hâle getirebilirsiniz.” deyince yedi kişilik grubumuzun en renklisi Yasemin Filazi hemen atıldı, tehdit eder gibi:
”Sakın kimse hesap ödemeye kalkmasın, kahveler benden!..” diyerek restini çekti.
Altı yedi kişinin hesabını ödemek bir emeklinin sınırlı bütçesinde önemli bir gedik açar, diye düşünüp adil bir çözüm ararken ikinci şaşkınlığımı yaşadım. Sempatik rehberimiz,
“Kimse hesap ödemesin. İçecekler belediyemizin ikramıdır.” dediğinde, herkese daha güzel ve daha cana yakın gelmişti.
Bizi yolcu eden kafe çalışanlarına teşekkür ederken,
“Otobüsler Adana Büyükşehir Belediyesi’nden, çaylar ve kahveler Kozan Belediyesi’nden… Güzel bir dayanışma gördüm belediyelerimiz arasında. Kozan Belediyesi de Adana’nın çoğu ilçesinde olduğu gibi CHP’li mi?” diye sorma gafletinde bulundum. Yanıt beni ters köşe yaptı.
“Hayır, başkanımız MHP’li.” dediler.
“O zaman sizi ve başkanınızı bir kez daha kutluyorum.” dedim. Bu işleri daha çok CHP’li belediyeler yapıyor, sanıyordum. Yanılmışım.
Bir sonraki durağımız Kozan’ın üstündeki göl kıyısıydı. Suyu epey azalmış olsa da manzarası harikaydı. Bu arada saat 13.00 olmuş, karnımız da acıkmıştı. Göl manzaralı restoranın geniş salonuna girdiğimizde ağzından bal damlayan rehberimiz, sayısını unuttuğum şaşkınlıklardan birini daha yaşattı.
“Arkadaşlar, yemekler Belediyemizin ikramıdır, afiyet olsun!..”
Yemeğin üzerine güzelim manzaraya karşı çaylarımızı da yudumladıktan sonra bizi bekleyen araçlarımıza yöneldik. Artık gezinin son durağı olan Dağılcak Tabiat Parkı’na gelmiştik. Şirin rehberimizin ağzından bal damlamaya devam ediyordu:
“Arkadaşlar, saat 15.30’a kadar buradayız. Çaylar belediyemizden!”
Dağılcak, görmeyeli derlenip toplanmıştı. Yıllar önce gördüklerimizden anıt ağaç, üzerine yapılmış metal teras ve ağaç gövdesinden çıkıyor izlenimi veren çeşme kalmıştı. Bunlara kafe ve restoran eklenmiş; peyzaj çalışması, kocaman giriş kapısı ve levhasıyla görünür hâle gelmişti.
Çaylarımızı içmiş, koyu sohbetimizi tamamlamış, saati de 15.30 yapmıştık. Kalkmaya hazırlanırken bütün bu güzelliklere nazar değdi sanki. Bir gizli güç, emeklilere bu kadar huzur ve mutluluk çok gelir, demiş olacak ki üst üste aksilikler yaşamaya başladık. Bizi getiren araç çalışmıyordu. Kozan’daki yetkililerle uzun süren görüşmeler sonucunda bir çözüm bulundu. Sağlam olan araç yolcularını Kozan’da başka bir araca aktaracak, sonra da gelip bizi alacak ve Adana’ya götürecekti.
Beklemeye koyulduk. Çaylar bedava olsa da beklemek sıkıcı olmaya başlamıştı. Bilinen üç telefon şebekesinden ikisi çekmiyordu. Akşam olmak üzereydi, merak ve endişe gittikçe artıyordu. Herkes, çeken telefonlarla yakınlarına durumu açıklıyor, gecikeceğini bildiriyordu.
Güzel rehberimiz, güzel haberler verememenin üzüntüsü içinde umutlu mesajlarla yetiniyordu. Gözümüz yolda, ha geldi ha gelecek diye bizi götürecek aracı beklerken onun da yolda arızalandığı haberi, akşam olmadan dünyamızı karartmaya yetti. Bütün bu olumsuz havayı, Kozan Belediyesi’nin becerikli ekibi ve güleç yüzlü rehberimiz dağıttı yine.
“Hiç endişelenmeyin! Belediyemiz sizi Adana’ya götürecek bir aracı yola çıkarmış. Birazdan burada olur.”
Rehberimizin dediği gibi beş-on dakika sonra gergin bekleyiş sona erdi. Güneş ufukla öpüşürken Kozan’a ve rehberimize veda ettik. Genç şoförümüzün hız limitlerini zorladığı yolculuğumuz, başladığımız noktada sona erdiğinde herkes gibi ben de derin bir oh çektim. Sonu sıkıntılı olsa da güzel bir gezi olmuştu. Emeksiz yemek olmuyordu.
Eve gelince merak ettim. Bu gezi neyin nesiydi? Hangi dağda kurt ölmüştü? Yanıtını çektiğimiz fotoğraflarda, SGK’nın buram buram reklam kokan flamalarında gördüm. Hükümetimiz 2024 yılını Emekliler Yılı ilan etmişti. Elin emeklileri ülkemizin beş yıldızlı otellerinde keyif çatarken bizim emekliler burnunun dibindeki Kozan’a bile gidemesin mi? Bu işi bir de belediyelerin sırtına yükleyip SGK’ya, dolayısıyla hükümete puan kazandırmak da bir üst aklın işi olsa gerek. Hükümet, açlık sınırının altında maaş verdiği emeklisinin gönlünü bu yolla kazanmaya çalışıyor ama burada puanları hükümet değil, hizmeti sunan belediyeler hak ediyor.
Şimdi bu yazıyı okuyan SGK’lı yetkililer, beni bir daha bu gezilere almazlar sanırım. Ama benim de gördüğünü yazmak gibi kötü(!) bir huyum var.
Her şeye rağmen, organizasyonu yapan SGK’ya ve en çok da hizmeti sunan Adana Büyükşehir Belediyesiyle Kozan Belediyesine çok teşekkür ediyorum.