Uzun zamandır bu tarihsel buluşmayı gerçekleştirmek için Erol ile kafa yoruyorduk. Ne yapalım, nasıl edelim de bu grubu bir araya getirelim? Büyük çoğunluğunun birbiriyle görüşmediği seneler araya girmiş. Dile kolay, tam kırk beş yıl geçmiş Ceyhan Lisesinden mezun olalı. On sekiz, on dokuz yaşlarında tığ gibi delikanlılar, sülün gibi kızlar, ev bark sahibi olmuş, çoluk çocuğa, torun torbaya karışmış ama içlerindeki o gençlik ateşini, o samimi arkadaşlık tutkusunu hiç kaybetmemişlerdi.
Ulaşabildiğimiz her arkadaşımızdan bu güzel düşüncemize gönülden destek olacaklarını duymak şevkimizi âdeta kamçıladı. Türkiye’nin dört bir yanından destek mesajları gelmeye başladı. Yaşam koşulları, kimi arkadaşlarımızı ilinden, ilçesinden, köyünden, mahallesinden ayırmazken kimilerini de yurdun farklı illerine, ilçelerine savurmuştu. Kimi Ceyhan’dan kimi Kozan’dan; kimi İstanbul’dan kimi Kırşehir’den ses verdiler sesimize.
Önce “Ceyhan Lisesi 1977 6 Edebiyat B” WhatsApp grubunu oluşturarak işe koyulduk. Mini toplantılarla büyük buluşmanın ısınma turlarını başlatmış olduk. Hele bir kış geçsin, salgın hastalık biraz hafiflesin, ramazanı atlatalım, bayram haftası, ekmek tahtası derken mayısın sonunda büyük buluşmanın gerçekleşeceği kararını gruptan paylaştığımızda, heyecan doruğa tırmanmıştı. Buluşmanın ilk ayağı, Tülay’ın zamanının olmaması ve ısrarı sonucu (‘Cazgırlığı’ diyecektim ama korkumdan ‘ısrarı’ diyorum.) Adana’da gerçekleşecek, ertesi gün Ceyhan’da, Selime’nin evinde içli köfte ziyafetiyle pik yapacak, okulumuz Ceyhan Lisesinin “Sıkma Ayran Günü” etkinliğiyle noktalanacaktı.
Buluşma haftasına girildiğinde herkes geri sayıma geçmişti. Üç gün kaldı, iki gün… bir… derken 27 Mayıs Cuma günü saat on birden itibaren arkadaşlarımız birer birer buluşma noktası olan Doğal Park’ta boy göstermeye başladılar. Altmış yaşını geride bırakmış bizlerin hâlâ öğrenciymiş gibi düşünmemizi sağlayan, toplantılarımızın müdavimi Akdes Atakuş Hoca’mız, erkenden gelip başköşedeki hak ettiği yerini almıştı. Başımızda büyüğümüzün olmasının verdiği bir özgüven yerleşmişti herkesin gülen yüzüne. İstanbul’dan gelen Tülay’ın heyecanı ise görülmeye değerdi.
Sokakta karşılaşsak birbirimizi tanıyamayacağımız arkadaşlarımızı gördükçe aradan geçen zamanın uzunluğunu ve acımasızlığını daha iyi anlıyorduk. Kozan’dan büyük bir özlemle gelen Yusuf, üç Mustafa ile koyu bir sohbete dalmıştı bile. Kırşehir-Adana arasını su yolu yapan, sınıfın neşe kaynağı Nagihan, sınıftaki gibi etrafa yine neşe saçmaya devam ediyordu. Hatice ve eşi Haluk, ara sıra söze girseler de daha çok dinlemede kalıyorlardı. Seyhan, en çok Akdes Hanım’ı dinleyerek hipnotize olmuş gibi geçmişe doğru çıktığı uzun yolculuktan umarım sağ salim dönebilmiştir. Selime her zamanki gibi dost yüzlü, dost gülücüklüydü. Babür Şahin arkadaşımız kırk beş yıl önceki gibi “ağır ol, molla desinler” havasında, bir şey sorulmadıkça lafa girmiyordu. Mustafa ve Ömer de ciddi tavır ve davranışlarıyla Babür’ü aratmıyorlardı. Yeşilçam filmlerinden fırlayıp da aramıza düşmüş gibi yakışıklı arkadaşımız Murat, söze fazla girmese de gözleri çok şey anlatıyordu.
Çaylar, kahveler içilmiş; tatlı, sıcak sohbetler tam kıvamını bulmuşken bir davul-zurna sesi duyulmaya başlandı. Ne oluyor, düğün mü var, diyen meraklı gözler sesin geldiği yöne döndü. Sürprizlerin adamı Erol, davulcunun ve zurnacının önünde Çiftetelli oynayarak bize doğru geliyordu. Kızları tutana aşk olsun! Hemen ortaya çıkıp oynamaya başladılar. “Ben daha hayattan emekli olmadım.” dercesine oyuna katılan Akdes Hoca da öğrencilerinden aşağı kalmıyordu. Müziğin kıvrak ritmine ayak uydurmakta hiç de zorluk çekmeyen arkadaşlarımızın oyunları, çevredeki insanların da ilgisini çekmiş olacak ki etrafımızda kalabalık bir çember oluşmuştu.
Zaman ilerlemiş, saat ikiyi bulmuş, mideler açlık sinyali vermeye başlamıştı. Yemek sorunu bir gün önceden çözülmüştü. Arkadaşımız Ali Eker, saat ikide yiyecek paketlerini herkesin masasına bırakmıştı. Kebaplar yenip çaylar içilince sohbet yeniden koyulaştı. Aramızda olamayan arkadaşlara yönelik telefonla görüntülü canlı bağlantı yapılarak onların da bu heyecana ortak olmaları sağlandı. Arkadaşlarımız, aramızda olamadıkları için çok üzüldüklerini dile getiriyorlardı.
Havanın sıcağı kırılmış, akşamın serinliği hissedilmeye başlamıştı. İlk olarak Akdes Hoca, gitmek için yekinince uzaktan gelen arkadaşlar da kalkma saatinin geldiğini anlamış oldular.
Her buluşmanın bir ayrılığı da vardı. Kavuşmak ne kadar sevinçliyse ayrılıklar da o kadar hüzünlüydü. Hilmi Yavuz’un dediği gibi, “Hüzün ki en çok yakışandır bize/Belki de en çok anladığımız.” Ertesi gün Ceyhan’da buluşma dileğiyle herkes isteksiz de olsa hüzünlerini toplayıp kendi yoluna koyuldu.
Ertesi gün saat 10.00’da Adana’daki arkadaşlarla buluşup iki araçla Ceyhan’a doğru yola çıktık. Selime’nin evini bulmakta zorluk çekmedik. Ceyhan’da oturan arkadaşlar çoktan Selime’nin geniş salonuna kurulmuşlardı bile. Ceyhanspor’un efsane kalecilerinden ve renkli simalarından Halit ve eşi Sevgi de koyu sohbetin tam merkezindeydiler. Sevgi’nin beni anımsayamaması, benim için ilk sürpriz oldu.
Çaylar, kahveler içilirken sohbetler ikili üçlü gruplara bölünmüştü. Selime iki kız kardeşiyle öylesine güzel bir ev sahipliği yapıyordu ki bu konforu değme restoranlarda bile bulmak mümkün değildi. Sayımız yirmiyi aşınca koca salona sığmaz olduk. Sekiz on kişi yan taraftaki odaya geçtik. “Karşı Balkon” adlı kitabımdan komik bir anı okuyarak o anları yeniden yaşamış gibi olduk. Bu dünyadan ayrılan arkadaşlarımızı özlemle andık. Kâh neşelendik kâh hüzünlendik. Gelecek yılın planlamasını yaptık. Derken saat on üç olmuş, mutfaktan içli köfte kokuları gelmeye başlamıştı.
Önden bir çorba servisiyle açlığımızın gazını alan Selime ve becerikli ekibi, arkasından dumanı üstünde içli köfteleri tabaklarımıza koymaya başladılar. Önce ikişer adet köfteler servis edilince bu kadar insanı tıka basa doyuracak kadar köfte yapacak hâli yok ya, diye düşündüm. Yanılmışım. Köftesi biten arkadaşların tabaklarına ısrarla yeni, sıcak köfteler koymaya çalışıyordu Selime. Yalnız Selime mi? Diğer kardeşleri de Selime’den farksızdı. Doymuş olmama rağmen köftelerin lezzetine ve Selime’nin ısrarına dayanamadım ve bir köfteyi daha afiyetle mideye indirdim.
Saat 14.00’ü geçiyordu. Okuldaki etkinliğe geç kalmamak için toparlandık. Hep birlikte Ceyhan Lisesinin yolunu tuttuk.
Lisenin kapısından öyle bir girişimiz oldu ki görülmeye değerdi. Erol’un elinde kocaman bir çelenk, yanında ben, arkamızda 6 Edebiyat B’li diğer arkadaşlar, dilimizde izmir Marşı… Daha dış kapıdan girerken bütün dikkatleri üzerimize çekmeyi başarmıştık. Hostes kızların hayran bakışları arasında geniş bahçeye hâkim olan yüksek alana çıktığımız anda, okulun bahçesindeki yüzlerce kişi önce ne olduğunu anlayamadılar, sonra da bize eşlik etmeye başladılar. Katılımcılar alkışlamaya başlayınca amaç hasıl olmuştur diyerek marşı noktaladık. Biz susunca alkış sesleri daha çok duyulmaya başladı.
Büyük zahmetlerle getirdiğimiz çelengimizi sahnenin sağ köşesindeki direğe sabitledik. İyi ki katlanmışız onca zahmete. Çünkü bizim dışımızda bir çelenk daha vardı. O çelengin üzerinde ise “Hülya Erdem Ceyhan Belediye Başkanı” yazıyordu. Bu da bizim grubun, yani 6 Edebiyat B’nin farkını ortaya koyuyordu.