Kilitlenme

Hacı Hüseyin Kılınç

Türkiye’nin düzeni bir lağımı andırıyor adeta. Bu lağımın kapaklarının açılmasını da ne muhalefete ne basına ne de cesur bir Cumhuriyet Savcısı’na borçluyuz. Eğer bu aktörlerden birisi bu kirli düzeni ifşa etmiş olsaydı, arınmaya ilişkin umutlarımız da fazla olurdu. Ancak gördüğümüz manzara düzenin topyekûn bir rezilliğin içinde debelendiği. Toplum ise meraklı gözlerle kavgadan kimin galip çıkacağını, kimlerin kaybedeceğini, işlerin nereye doğru seyredeceğini izlemekle yetiniyor sadece.

Eğer düzen tam boy kirlenmişse işler ya aktörlerin sessiz anlaşmalarıyla halledilir ya da daha güçlü olan tasfiye edilecekleri sessizce sahne gerisine alır. Biz bu aşamada düzenin bir kilitlenme yaşadığını düşünüyoruz. Meğer herkes herkese karşı ilerisini düşünerek koz biriktirmiş. Bunun için de taraflar yapacakları hamlenin sonuçlarından ürkerek sessizce gelişmeleri izliyorlar. Sessizlikten kastımız hiçbir şey yapmadıkları, elleri kolları bağlı oturdukları değil elbet. Onlar da sonuçları öngöremiyor, umulmadık gelişmelerin tetiklenmesinden çekiniyorlar anlamında konuşuyoruz. Her şeye hâkim olduğu yanılsamasını yaratan Erdoğan’ın sessizliğinin de bunun işareti olduğu kanaatindeyiz. Nereden mi çıkarıyoruz bunları, öyleyse anlatalım. 

Türkiye’nin düzeni hiçbir zaman hukuka sıkı sıkıya bağlı olmadı. Tarihi nereden başlatırsak başlatalım ister İttihatçılardan isterse sonrasından, kavga hep devletin çelik çekirdeğini yani güvenlik aparatlarını kimin kontrol edeceği meselesinde düğümleniyordu. Çünkü burayı kontrol eden önce devleti sonrasındaysa toplumu denetleyebilecekti. Kaynakların dağılımı, kimlerin zenginleşeceği, makam ve mevkilerin ihsanı bu gücün kontrolüne bağlıydı. Sanki hukuk varmış da sonradan kaybedilmiş gibi herkes baktığı yere göre bir milat belirlemeye çalıştı. Sağ gelenek kendi kirli geçmişini bir yana bırakıp işlerin 27 Mayıs’tan sonra bozulduğunu, vesayetin devreye girmesiyle devletin hukuk dışına çıkmak zorunda kaldığını iddia etti.

Liberaller ise işi İttihatçılığa ve erken Cumhuriyete kadar götürdüler. Çünkü herkesin ideolojik olduğu yeterince açık bir tarih okuması vardı. Perspektifler nesnel bir tarih okumasındansa siyasi rekabette üstün çıkmaya dayalı kaygılara yaslanıyordu. Bu nedenlerle yanlıydı, taraflıydı ve tarihi çarpıtıyordu.

Şerif Mardin yıllar önce okuduğumuz bir makalesinde Cumhuriyetin devleti modernleştirdiğini, modern bir devlet cihazı yarattığını, ama bürokrasiyi rasyonelleştiremediğini söylemişti. Rasyonellik soyutluk, genellik, akılcılık demektir. Türkiye gibi kâğıt üzerinde yurttaş kategorisinin var olduğu, ama pratik hayatta herkesin mahallilikten, yerellikten kurtulamadığı bir yerde ilişkileri rasyonel temellere oturtabilmek de neredeyse imkânsızdır. Felsefesinin nihai evresinde Hegel, Mutlak Tinin devlette vücut bulduğunu ifade etmişti.

Bu aynı zamanda özgürlüğün devlette maddeleşeceği anlamına geliyordu. Sivil toplum bireysel çıkarların alanıyken, devlet rasyonalitenin, genelliğin alanıydı. Bu genelliği de bürokrasi temsil ederdi. Peker devletin ruhu var derken aslında bilmeden bir Hegelci gibi konuşuyor. Hegel büyük bir yanılsama içerisindeydi, burjuva devrimini gerçekleştirememiş, mutlak monark tarafından yönetilen Prusya’da bireysel çıkarların karmaşasına bulaşmamış, soyut aklı temsil edecek bir özne arıyordu kendine ve aradığı şeyi bürokrasi de bulduğunu düşünüyordu. Peker’de şimdilerde savaş alanına dönüşmüş devlet aygıtı içinden mutlak bir iradenin zuhur etmesini ve olmayan devlet ruhunu yeniden diriltmesini umuyor. Hegel’in ki nasıl felsefi bir spekülasyon idiyse Peker’in ki de ruh çağırma seansından başka bir şey değildir. Ama bazı yanılsamaların da ömrü uzun olur. Ne diyelim…

Yukarıda bir kilitlenme yaşandığını söylemiştik. Görünen o ki Erdoğan Soylu’yu görevden almaya cesaret edemiyor. Ama onun yıpratılmasından da sonuna kadar memnun. Bahçeli ile yaptığı görüşmede Soylu sonrasına dair muhtemel senaryoları konuştuklarını tahmin edebiliriz. Bahçeli bu alanın tümüyle kendi kontrolünden çıkmasını istemeyecektir. Çünkü MHP için İçişleri Bakanlığı’nda nüfuz elde etmek her zaman öncelikli amaç olmuştur. Siyasi desteğini Bahçeli’den alan ve muhtemeldir ki bunun karşılığında da Bakanlığın gücünü onun emrine sunan Soylu’da destek arkasından çekildiği anda boşlukta yuvarlanacağının farkındadır. Televizyon programında kolay geri çekilmeyeceğini muhataplarına deklare etmiştir. ‘’ Azdan az çoktan çok gider ‘’, ‘’ benim işim bir gece kararnamesine bağlı ‘’, ‘’ eski bir milletvekili Peker’den 10 bin dolar maaş alıyordu ‘’ derken tasfiyeye direneceği mesajını da Erdoğan’a vermiştir. Yine ‘’ siz mafyayı sadece yeraltı örgütü olarak değerlendirmeyin, onlar aynı zamanda gayrı nizami harbin parçasıdır ‘’ diyerek Peker’in sadece kendisine değil top yekûn devlete hizmet ettiğini söylemiştir. Verdiği mesaj şudur; ‘’ bu adamın konuşması benim değil hepimizin sorunudur. ‘’ Eğer devlet gayrı nizami bir savaş yürütüyorsa bağırsaklarına varıncaya kadar suça ve kire bulaşmıştır. Hele bu işler için yeraltı örgütleri, mafya liderleri kullanmışsa onlara dokunulmazlık da kazandırılmıştır. Peker’e tahsis edilen resmi korumalar malumun ilanıdır. Peker Çeçenistan’dan başlayarak, ama devamını getirmeyerek dışarıda yürütülen bu gayrı nizami savaşların tam göbeğinde bulunduğunu ikrar etmiştir.

Peker ne bir ikonoklast ne de bir sosyal isyancıdır. Mesih yani kurtarıcı olmadığını da açıkça beyan etmiştir. O devlet tarafından bir kâğıt parçası gibi kenara atılmasını kabullenememekte ve kazanan tarafta bulunup itibarının iadesi derdine düşmüştür. Bu fırsatı kim sunarsa onlarla beraber olacağı ve onlara hizmet edeceği de açıktır. Kirli düzen bekası için hayali düşmanlara yaratmış, hukuk içinde mücadele edemediğinden dolayı bu tür adamlara ihtiyaç duymuş ve onları sistemin merkezine kadar taşımıştır. Ecevit’in 70’li yıllardaki teşebbüsü dışında hiç kimse bu yapılarla gerçek bir hesaplaşmayı düşünmemiştir. Geçmişte görünürlüğü artan ve sistemi tartışmalı hale getiren bu unsurlara sadece hadleri bildirilmiş ve makul ölçüleri kabul ederek varlıklarını devam ettirmeleri dayatılmıştır. Şimdi tek bir adam tek bir kamera ile tüm düzeni esir almıştır. Sistem adeta kilitlenmiştir. Herkes bu kirli düzenin parçası olduğundan, hukuksuzluğa bulaştığından, servetleri ve güçleri meşru ve yasal olmadığından zangır zangır titremektedirler. Yukarıdan talimat gelmediği için yargı harekete geçememektedir. Erdoğan kırılgan ittifak ilişkilerinin dağılmasından endişe ettiğinden Soylu’nun istifasını isteyememekte, Bahçeli rahatça kontrol ettiği bir alanın tümüyle elinden çıkması kaygısı ile Erdoğan’ın hamlesine izin vermemekte, Soylu ise direnmediği takdirde tüm mevzileri kaybedeceğinin ve siyaset çöplüğüne gönderileceğinin farkında olduğundan direnmekte, muhalefet lağımın boşalması, Erdoğan’ın daha fazla yıpranması beklentisiyle topa girmemektedir. Toplum ise en başta söylediğimiz gibi düzenin bütün aktörleri tarafından yurttaş olmaktan el birliğiyle çıkarılıp sadece bir seçmene, oy veren canlıya indirgendiğinden gelişmeleri ağır çekim izlemekle yetinmektedir.