Bu toplum yüzlerce yıl tabularla onlarca yıl yasaklarla yönetildi. Tabuları/yasakları sorgulamamak, varlıklarını tartışma dışı bırakmak ergin bir toplum haline gelemeyişimizin en büyük nedenlerinden biriydi. Egemenler saltanatlarını toplumun bu ergin olamayış haline borçluydu. Tabu topluluğu bir arada, birlikte tutmanın en etkili yoluydu. İçerisi/dışarısı ayrımı tabu üzerinden kuruluyordu. Tabu o topluluğa aidiyetin simgesine dönüşmüştü. Çoğunluk ya bir nesne ya da hayvan oluyordu. Şamanlar/kahinler dışında kimse onlarla bir bağ kuramıyordu. Tabu yüzlerce yıl topluluk olarak yaşayabilmenin köşe taşı oldu. İnsanın doğa üzerindeki denetimi arttıkça yerini başka ilahi güçlere terk etti.
Türkiye toplumu da metazori biçimde tabularla bir arada tutuldu. Bir toplumsal sözleşme etrafında yanyana gelebilmeyi bir türlü beceremedi. Devlet denilen ‘aşkın güç’ toplumu sürekli tabularla düşünmeye sevk etti. Topluluk olarak bir arada yaşamanın imkanı devletin icat ettiği tabulara sadakatten geçiyordu. Tabular üzerine düşünmemeli, merak etmemeli, ne işe yaradıklarını sorgulamamalıydık. Bu durum yönetici sınıfların organize örgütü devlet için tercih değil bir zorunluluktu. Çünkü gelişmemiş bir kapitalist formasyonu ancak tarihten devralınmış ve güncellenmiş tabularla bir arada tutabilirdiniz. Aksi halde ergin olamayıştan kurtulan toplum çizmeyi aşardı.
Türkiye toplumu tarihi bir seçime doğru ilerlerken önündeki tercihler çok değil. Ya tabuların, yasakların, aldatıcı söylemlerin cenderesi altında yaşamaya devam edecek ya da ergin kişiler olarak nasıl yaşayacağımıza hep beraber karar vereceğiz. Kant’ın 250 yıl önce sorduğu soru hala güncelliğini muhafaza ediyor. Aydınlanmanın büyük filozofu Kant meşhur yazısında ‘ erginliğe ulaşmamışlık insanın kendi anlığını başkasının yönetimi altında kullanma acizliğidir ‘ diyordu. Başkasının yönetimine ihtiyaç duymayan anlık akıl tarafından yönetilen anlıktır. Akıl ‘anlıksal eylemlerde belirli kolektif bir bütünlüğe ulaşma amacını‘ güder. Kant anlıksal eylemler sayesinde aklın arzu ettiği kolektif bütünlükleri oluşturacağını söylüyordu. Kant anlığına göre davranamayanlara şu çağrıyı yapıyordu: Sapere Aude. Yani aklını kullanma cesaretini göster!
Medeni, ergin bir toplum olmamız bu cesareti göstermemize bağlı. Ve geldiğimiz aşamada bu eşiğin kenarında bulunuyoruz. Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu ilan etmesi ve bununla gurur duyduğunu söylemesi bu topraklarda kök salmış tarihi bir tabunun kırılması demek. Bu topraklarda insanlar yüzlerce yıl kimliklerini özgürce yaşayamadı. Kimlikleri yüzünden aşağılandılar, horlandılar, yandılar-yakıldılar. Sırf anne ve babalarının inançları yüzünden kamuda iş sahibi olamadılar. Doğdukları bölge, etnik ve mezhepsel aidiyetleri nedeniyle fişlendiler. Asılsız iftiraların, onur kırıcı söylemlerin muhatabı oldular. Bu toprakları yönetenler bu ayrımcılığı çoğunluğu bir tabu etrafında birarada tutmak, sadakatlerini kazanmak için yaptı. Çoğunluğu disipline etmek için bu tür tabulara dört elle sarıldılar.
Büyük bir eşiğin kenarında iken, demokratik bir toplum olmaya doğru hızla ilerleyebilmek için her tür tabu ile cesaretle yüzleşilmelidir. Kılıçdaroğlu tarihi bir adım atmıştır. Bu adım bir önceki videosu olan Kürtlere seslenişiyle birlikte değerlendirildiğinde ergin bir toplum olmaya davettir. Ancak tabusuz, yasaksız, kimliğini özgürce yaşayan bir toplum ergin olmaya cesaret edebilir. Ancak ergin bir toplum aklını kullanmaya cesaret eder ve yeni ‘kolektif bütünlükler’ tasarlayabilir. Kimlikler istismar konusu olmaktan çıkarıldığında toplum sahici problemlerini konuşmaya fırsat bulabilir. Bunun başarılabilmesi için önündeki tüm engeller kaldırılmalı ve insanlar kimliklerini doyasıya yaşayabilmelidir. Kimlik ‘insanın şerefidir ve özelini ilgilendirir’ diyerek meseleyi çözemeyiz. Dileyen kimliğini kamusal alanda rahatça dile getirmeli ve sonuna kadar yaşamalıdır. Yurttaşlar arasında vatandaşlık bağı konusunda kimse kendini dışlanmış, ötelenmiş hissetmemelidir.
Kılıçdaroğlu’nu çıkışı ile ilgili olarak ne yargılayabiliriz ne de zamanı mıydı diye eleştirebiliriz. Geç kaldığı için sadece sitem edebiliriz. Ama böylesi bir tarihsel korkuyu bu topraklarda her açıdan imtiyazlı doğmuş birisi olarak hiç yaşamadığımız için anlayabilmemiz de mümkün değildir. Biz demokrat olmaya çalışanlar böylesi bir tarihi çıkışa tam tekmil destek veririz. Kimliklerin bahis konusu olmaktan çıkarılması ancak tanınmaları ve üzerinde konuşulmaları halinde mümkündür. Kimlikler karşılıklı yok sayıldığında toplum bir hapishaneye benzer. Özgürlüğün ışığı o karanlıkta boğulur. Şimdi Alevisi, Kürdü, Müslümanı ve her rengi ile bu topraklarda kök salmış her kimliğin ülkeyi bir çiçek bahçesine çevirme zamanı gelmiştir. Yaşadığımız musibetin kefareti ancak bunu başardığımızda bir parça ödenmiş sayılacaktır.