Keyifli Yaşam Alanı

Yaşar Erkmen

“Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.”

Gün olur, Orhan Veli gibi, alır başımı giderim ama denizden yeni çıkmış ağların kokusunda ve kuşların peşi sıra değil. Adana’nın en sakin ve manzarası en güzel yerlerine, yani Seyhan Nehri kıyılarına giderim.
     Arabayı bir kenara bırakır, tabanvayla devam ederim yola. Adana’nın güzelliklerini yakından görmek isterim. Bu yürüyüşler beni yormaktan çok, rahatlatan, eğlenceli bir gezintiye dönüşür. Çoğu zaman ise bu gezintilerde -şu anda olduğu gibi- bir yazının konusunu yakalayıveririm.
     Geçenlerde yine plansız programsız çıktım evden. Seyhan Nehri’nin kıyısından Eski Baraj’a doğru yürümeye başladım. Kıyıda, oltasını nehrin durgun sularına bırakmış, sabırla bekleyen insanlar göze çarpıyordu. Özellikle nehrin durgun suları diyorum. Çünkü nehir, şehrin içinde nehir olmaktan çıkmış; uzun, ince bir göl durumuna gelmişti çoktandır. 
     Motosikletini yan tarafa park etmiş ve bir ağacın gölgesine sığınmış amatör balıkçıya,
     “Rast gele!” dedim. “Bir şeyler çıkıyor mu?”
     “Hiç belli olmuyor ki!.. Bazen bereketli oluyor, bazen de boş dönüyoruz.” dedi, elindeki oltayı nehre savururken.
     Balıkçıları kendi yalnızlıklarıyla baş başa bırakıp yürümeye devam ediyorum. Kıyıda iki genç kız görüyorum. Eski Baraj’daki çay bahçesinin yan tarafında dikilmiş, su kıyısındaki sazlıklara dikkatle bakıyorlardı.
     “Neye bakıyorsunuz?” dedim.
     Uzun, siyah saçlı olanı heyecanla, 
“Tavşan var.” dedi.
 Kamışların arasına göz gezdirdim.
“Neredeymiş tavşan, göremedim.” dedim merakla. 
Sarı saçlı, uzun boylu olanı işaret parmağıyla gösterdi.
“Kamışların arasında. Bakın, orada!.. Bize bakıyor.”
     Bembeyaz tüylü, ürkek bir tavşan huzursuz bir hâlde bize bakıyordu.
     “Yabaniye benzemiyor, çay bahçesine ait olabilir.” dedim ve ince taş duvarın üzerinde yürüyerek nehrin kıyısına iyice yaklaştım. Onlar tavşanla ilgilenirken ben de taş duvarın üzerine oturup ayaklarımı aşağıya doğru uzattım ve etrafı seyre koyuldum. Kuş sesleri, suyun gözü yormayan dinlendirici etkisi ve çevrenin güzelliği insanın ruhuna çok iyi geliyordu. 
     Bir ara, iki metre aşağıdaki suya gözüm ilişti. O da ne?.. On, on beş santim uzunluğunda incecik bir su yılanı yavrusu, kıvrımlı hareketlerle suyun yüzünde dolaşıyordu. Sinsice bir sağa bir sola yöneliyor, arada bir duruyor, etrafı kolaçan ediyor, sonra yeniden yosunların arasında kendine uygun bir av arıyordu. 
     Bu arada yavru yılanın yarım metre kadar solunda, suyun altında bir kıpırdanma oldu. Gözlerim istemsiz olarak oraya kaydı. Bir taşın kıyısındaki iri bir yengeç, yılandan tedirgin olmuş gibi ağır hareketlerle yer değiştiriyordu. Yılan, yengeci umursamayıp yosunların arasında mahalle kabadayısı gibi dolaşmaya devam ediyordu. 
     Aklım, ikinci kitabımda (Karşı Balkon) yer verdiğim, annemden dinlediğim masala gitti. Okuyanlar anımsayacaktır. Devin kızı, babasının öcünü almak için yavru bir su yılanını su testisinin içine bırakır. Testiden su içen genç kız, yılanı yutar. Kızın karnında zamanla büyüyen yılanı ve zavallı kızın başına gelenleri çağrıştırdı bana.
     Yılanı ve yengeci kendi hâllerine bırakıp Dilberler Sekisi’ne doğru yürümeye başladım.


     Çay bahçesini geçip de kaldırımda ağır adımlarla yürürken bir tabela dikkatimi çekti. Tabelada “Sağlıklı Yaşam Alanı” yazıyordu. Belediye burayı düzenlemiş, güzelleştirmiş, vatandaşlar gelip piknik yapsın, temiz hava alsın, sağlıklı kalsın diye düşünmüştür. 
     Tabelanın biraz ötesinde, nehrin kıyısındaki en güzel manzaralı masada iki arkadaş demleniyordu. Keyifli bir sohbetin içinde oldukları kahkahalarından anlaşılıyordu. Benzer görüntüler çoğalınca Belediye’nin tabelada küçük bir değişiklik yapması gerektiğini düşündüm. 
     “Sağlıklı Yaşam Alanı” yerine, “Keyifli Yaşam Alanı” yazılsaydı daha mı doğru olurdu acaba? Ne dersiniz?