‘Ama dil sadece benim için nazmetmek ve düşünmekle kalmaz, duygularımı da yönlendirir, kendimi ona doğallıkla, bilinçsizce bıraktığım oranda tüm ruhsal varlığıma yön verir. Peki ya gelişkin dil zehirli unsurlara dayanarak gelişmiş veya zehirli maddelerin taşıyıcısı kılındıysa? Kelimeler küçücük arsenik dozajları olabilirler: Farkında olmaksızın yutulurlar, bir etki yaratmıyor gibi görünürler ama bir zaman sonra zehirli etkisini gösterir. (…) Nazizm insanların etine ve kanına tek tek kelimelerle, deyimlerle, cümle formlarıyla giriyor, milyonlarca defa tekrarlayarak kendini dayatıyor, bunların mekanik ve bilinçsiz biçimde davranmasını sağlıyordu.’ Bu uzun alıntıyı, Nazizm’in kullandığı dil üzerine belki de aşılamayacak bir çalışmayı yapmış olan Victor Klemperer’in, ‘LTI, Nasyonal Sosyalizmin Dili’ adlı kitabının Tanıl Bora tarafından yapılan çevirisinden aldık. Klemperer dil üzerine neredeyse söylenecek her şeyi iki cümleye sığdırıyor.
Dil sadece düşünmeye, düşünceyi düzenlemeye ve aktarmaya yaramaz. İnsani öznenin düşünmesinin bir aracı değildir yalnızca. Ben, ancak dil ile düşünebilirim ve düşündüklerimi yalnızca onun aracılığıyla aktarabilirim. Düşünme yetimi dil sayesinde edinebilirim. Dolayısıyla dil düşünmenin bir yansıtıcısı, aracısı değildir. Ancak dil aracılığıyla var olabilir, düşünebilir ve düşündüklerimi iletebilirim. Dil düşüncelerimi düzenlemez, biçim vermekle kalmaz duygularıma da yön verir. Duygularıma yön verdiğine göre, demek Freud’un kullanmayı sevdiği bir ifade ile ruhsal aygıtıma hükmeder. Duygularım dilden bağımsız değildir. Ancak dilin inşa ettiği dünya içinde duygularımı ifade edebilirim. Eğer duygularımı tanımaktan yoksun isem dil tüm ruhsal varlığımı ele geçirir ve dilediğince yönetir. İşte bu nedenle, ruhsal aygıtı tanıma konusunda bir devrim sayılması gereken Freud düşüncesi ile aynı şeyi dilbilim alanında gerçekleştirmiş Saussure’yen keşif aynı dönemde ortaya çıkmıştı. Espri ve şakaların bilinçaltını ele verdiğini Freud söylemişti. Lacan, Freud’un yaptığını daha ileri bir noktaya taşıyacak, düşüncesinin merkezine dili yerleştirecekti. Lacan’a göre ‘bilinçdışı tıpkı dil gibi yapılanmıştı’. Eğer bilinçdışı dil gibi yapılanmış ise bir tarihi de yoktur. Çünkü dil artzamanlı değil eşsüremlidir. Artzamanlı olsaydı tam bir kakofoni ortaya çıkardı. Dilin aklımıza gelen özelliklerinin hiç birisini yerine getirmesi mümkün olmazdı. Bu kadarı yeter.
Klemperer bize sadece bir dilbilim felsefesi sunup, dilbilimin yalın gerçeklerini hatırlatmıyor. Ayrıca ideoloji dediğimiz şeyin nasıl işlediğini ve bizleri öznelere dönüştürdüğünü de anımsatıyor. Kelimelerin ideolojik gücünü göstermek için Klemperer arsenik gibi bir zehre başvuruyor. Hayatına son vermeyi düşünen insanlar yanlarında bu zehri taşırdı. Hem taşınması çok kolaydı hem de etkisini çok rahat gösteriyordu. İntihara yatkın müntehirler veya düşmanları tarafından sağ yakalanmak istemeyenler yanlarında bu zehirle dolaşırlardı. Etkisini hiç fark ettirmeden gösterir ve hiç acı çekmeden yaşamı terk ederdiniz. Klemperer kelimelerinde tıpkı bir arsenik etkisi gösterdiğini söylüyor. Bazı kelimeler hayattan çekilirken yerlerini başkalarına terk eder. Duygularımızı dile getirdiğimiz kelimelerin değiştiğini iş işten geçtikten sonra fark ederiz. Yeni sözcüklerin hayatımıza girdiğini çoğu zaman fark etmeyiz. Arsenik gibi etkisini ağırdan gösterir. Aldığımızın hayatımıza son verecek bir zehir olduğunu hissetmeyiz bile. Kelimelerle birlikte değişen duygular ve hayatın algılanış tarzıdır. Kullandığımız kelimeler bu nedenlerle hiç de masum değildir.
Nazizm gibi, insanlık tarihinin bir daha kolay tanıklık edemeyeceği bir vahşet, yalnızca baskı ve zorbalıkla hayata geçirilmemiştir. Naziler, önce Alman devriminin yenilgisine ve akabinde Weimar döneminin siyasi ve iktisadi krizlerine alternatif olarak ortaya çıktılar. Çok kısa bir sürede marjinal bir parti olmaktan çıkarak birinci parti konumuna geldiler. Bolşeviklik karşısında teyakkuza geçmiş tüm güçleri yanlarında toplamayı başardılar. Hem Bolşevikliği ezeceklerini hem de savaş yenilgisi nedeniyle ayaklar altına alınmış Alman gururunu yeniden yükselteceklerini propaganda ettiler. Sosyal Demokratların düzen kurma konusundaki yetmezliği hâkim sınıfları son seçenek olarak Nazilerle anlaşmaya yönlendirdi.
Nazilerin her şeyi taklitti. Parti isimleri bile öyleydi. Sosyalist olduklarını söylüyorlardı, fakat sosyalizmin en azılı düşmanı onlardı. Devrimci olduklarını iddia ediyorlardı, fakat devrimden anladıkları tam bir şiddet ortamıydı. Her türlü kuralın, normun ayaklar altında çiğnenmesiydi. Weimar döneminin kelime dağarcığını dönüştürerek kendi sözlüklerini yarattılar. Alman halkının tinini bu yeni kelimelerle kazandılar. Geçmiş söz dağarı artık hayatın yeni icaplarını karşılamada yetersiz kalıyordu. Şiddeti ve siyaseti estetize ettiler. Kitle gösterileri, resmigeçitler ve Nazi selamı estetize edilmiş siyasetin fragmanıydı.
Yeni kelimeler, yeni söz dağarı Nazi propaganda makinası sayesinde yalnızca kamu hayatını değil özel hayatları da ele geçirdi. En mahrem şeylere sızmasını becerdi. Sıradan, normal ve insani olan her şey Naziler gözünde değersizdi. Bu nedenlerle geçmiş çağların mitlerini yeniden hortlattılar. Analitik düşünceyi değil mitik bir öykünmeyi teşvik ettiler. Kahramanlık çağına özlem duyuyorlar ve sanayi toplumunun rasyonel işleyişinden nefret ediyorlardı. Ama bir yandan da kurdukları tüm sistem, devraldıkları ve daha da geliştirdikleri bu endüstriyel temel sayesinde işliyordu. İnsanın aklına toplama kampları geliyor. Toplama kamplarına kusursuz demiryolu ağı ile taşınan Yahudiler ve orada Beethoven dinleyerek gaz odalarını çalıştıran Nazi subayları ve her şeyin kaydının muntazaman tutulduğu bir bürokratik işleyiş. Bu bürokratik işleyiş ve mitik hayaller arasında Nazi propaganda makinası yeni kelimeler icat etti. Eskinin kelimelerini tedavülden kaldırıp attı.
Şu yukarıda anlattıklarımızın neredeyse önemli bir bölümünü Türkiye’nin son yirmi yılında yaşamadığımızı kim söyleyebilir? Hayatımıza yepyeni kelimeler girerken, geçmişte kullandıklarımızın büyük bölümü yok olmadı mı?. Hayatımızda değişen şey sadece yeni bir iktidarla tanışmak mı oldu? Bu iktidar kendi kelimelerini, söz dağarını az çok herkese benimsetmedi mi? Artık bu kelimelerle düşünüyor, onlarla duygulanıyor, kızıyor ve seviniyor değil miyiz? Dildeki bu dönüşüm kendiliğinden mi oldu? Farkında olmadan ne kadar çok şey değişti. Demek ki kelimeler hiç de öyle masum şeyler değiller. Klemperer’i çeviren Tanıl Bora kuşkusuz ona özenerek ‘Zamanın Kelimeleri: Yeni Türkiye’nin Siyasal Dili’ni yazdı. Klemperer’in yaptığının bir AKP versiyonunu yapmaya soyundu. Siyasal lügatimizin bu partinin iktidarı sırasında nasıl köklü bir şekilde değiştiğinin arkeolojisini çıkardı. Erdoğan’ın söz dağarına özel bir hassasiyetle eğildi.
Walter Benjamin daha 24 yaşında şunları söylemişti: ‘ Dil neyi iletir? Dil kendisine denk düşen manevi özü iletir. Bu bilginin dil aracılığıyla değil, dilin, içinde iletildiğini bilmek temel önemdedir.’ Benjamin’e göre de dil sadece bir yansıtıcı değildi. Dil onun manevi öz, Hegel’in tin dediği şeyi iletiyordu. Kelimeler yalnızca hayatlarımızı aksettirmiyor bizzat onları kuruyordu. Toplumsal Varlık ile dil arasındaki ilişki tek yanlı değil karşılıklıydı. Zaman değiştikçe, iktidarlar el değiştirdikçe dil de değişiyordu. Ama dil bunu tek yanlı biçimde yapmıyordu. O nedenle dil hem bilincin hem de ideolojinin kurulduğu alandı. İdeolojik egemenlik, ancak kelimelere de hükmettiğiniz takdirde sizin olabilirdi. Eğer kaybetmişseniz o da düşmanlarınız tarafından yağma edilirdi. Biraz düşündüğünüz de hak vereceksiniz.