Marcel Proust bir milyon ikiyüzelli bin sözcük ve üç bin sayfadan oluşan ‘ Kayıp Zamanın İzinde ‘ ye “ Her şey çaya batırılan bir parça madlen çikolata ile başlar. Ortaya çıkan tat ve koku beraberinde binlerce hatıra getirir ” diye başlar. Bizi geçmişe götüren bir tat, bir koku, bir görüntü veya bir sobanın gövdeye verdiği rahatlık olabilir. Ansızın, beklenmedik bir anda hatıralar sağanağına yakalanabiliriz. Adeta arapsaçına dönüşmüş bir düğümün nereden çözüleceğini öğrenmiş gibi hissederiz kendimizi. Çünkü bu tatlar, görüntüler, kokular ve dışarının ayazında ılık bir yerde olmanın verdiği rahatlık bize yaşamın hazzını bağışlar. Tıpkı Proust’un bir çikolata da yakaladığı gibi.
Ailenin en küçüğüydüm. Herkes evden çıkıp hayatın bir yerine tutunarak kaderine doğru ilerlemişti. Üniversiteye hazırlanıyor ve köyden uzaklaşmak istiyordum. Büyük şehrin büyüsüne kapılmıştım bir kez. Babamın gururlandığı tek şey çocuklarını okutmaktı. Zengin olmak, başkalarına hava atmak türü alışkanlıkları yoktu. Çocuklarına iyi bir tahsil sağlamak, başarılı olduklarını gözleriyle görmek yeterliydi onun için.
Köylüler güne erken başladıkları gibi erken de bitirir. Köylü ayakta kalmak için doğanın döngüsüyle uyumlu olmak zorundadır. Hayvanlar ilgi bekler ve köylü şimdiki gibi her ihtiyacını piyasadan karşılamıyordu. Kışın gün ışığından azami faydalanmak için güne erken başlamak gereklidir. Tan atarken veya horoz öterken köylü kış uykusundan uyanmaya başlar.
Annem de babam da hep meşgul insanlar oldukları için akşam erken uyur ve erken kalkarlardı. Bugün olduğu gibi televizyonun karşısında saatlerce oyalanılmazdı. Televizyon en fazla uykuya hazırlık için göz atılan bir aletti. Akşam haberleri eskiler ajans derlerdi izlenildikten sonra yorgun gövdeler uykuya çekilirdi. Annem ve babamın bu tavırları bana büyük huzur verirdi. Onlar uykuya çekildiğinde ev tam anlamıyla sessizleşirdi. Dışarıda da hemen hemen hiç gürültü olmazdı. En fazla köpek sesleri gelirdi. Babam arada kalkar, sobayı kontrol eder ve evin ısısını ayarlamaya çalışırdı.
Ben bir yandan sınava hazırlanır diğer yandan kendimi kitaplara kaptırırdım. Onlar arada kalkar ve ihtiyaçlarını görürken, ayak seslerini işitir, şükredişlerini duyar ve ‘ oğlum çok geç kalma ‘ diye seslenişleri kulağıma gelirdi. Onların varlığı, evin ılıklığı, yağmurun yağışı yeniden gözlerimin önüne geliyor şimdi. Büyük şehre gittiğimde arkadaş sıcaklığı, sabahlara kadar süren sohbetler bir süreliğine tüm bunları unutturmuştu. Ama sobanın ılıklığı, kalkışlar, seslenişler bir süre sonra yeniden kulaklarımda çınlamaya başlamıştı.
Bunları yaşadığım dönemde her ikisi de genç sayılırdı, ellili yaşların sonundaydılar ve sağlıkları da yerindeydi. Ben gittikten sonra torunları oldu ve epey bir zamanı da torun sevgisiyle geçirdiler. Sonra torunlar da evlenip çekip gittiler ve iki yaşlı olarak baş başa kaldılar. Elleri ayakları tutuyor ve birbirlerini idare edebiliyorlardı. Kaçınılmaz sona doğru yaklaşırken artık birilerinin bakımına bağımlı hale geldiler. Bu konuda yardım almayı kabul etmediler, evlerini bırakmaya da yanaşmadılar. Aile olarak aramızda bir düzen kurup bakımlarını üstlenmeye karar verdik.
Bu benim onların yanına yeniden dönüşüm. Yine erken uyuyorlar, ama fizik olarak neredeyse tükenmiş durumdalar. Merak edenler için babamın doksan beş annemin doksan yaşında olduğunu söyleyeyim. Annemin bilinci bulanıyor ve bazan karşımda şair biri olduğunu hissediyorum. Babam o yaşında hala odun doğruyor, sobayı hazırlıyor ve etrafını kontrol ediyor. Biraz önce kalktı, sobaya odun attı ve ne yazdığımdan habersiz bana yatmamı söyledİ. Dışarıda ayaz var ve onlarlayım. Soluklarını, öksürüklerini ve kalkışlarını duyuyorum. Eskiden onlar beni kontrol eder ve dikkat kesilirdi şimdi aynı şeyleri ben onlar için yapıyorum.
Benjamin Berlin’deki çocukluğuna tekrar döndüğünde konforlu günlerinin altını çizer ve sınıf ayrımlarına dikkat çeker. Çünkü sonradan büyük maddi sıkıntılar yaşayan yazar çocukluğunu bir burjuva konforu içinde geçirmişti. Yine bir yerde bu konforu geri tepmenin belki de hayatın sırrını açacak yegane anahtar olduğunu söyler. Kuşkusuz bunları bir uyarı olarak da alabiliriz. Ama yine de o koku, o tat, o ılıklık hatıraların yeniden dönüşüne imkan sağlıyor.