Orman yangınları karşısında iktidarın aczi sadece ‘ beceriksizliğinden ‘ mi kaynaklanıyor. İktidara yangınlar konusunda muhalefet edenlerin eleştirilerinin en büyük kısmını bu başlık oluşturuyor. Daha tali bir eleştiri olarak ise bir cumhuriyet kurumu olan Türk Hava Kurumu’nun içinin boşaltılması, siyasi iktidarın cumhuriyetle özdeşleşmiş kurumlara karşı gösterdiği tahammülsüzlükten bahsediliyor. Kuşkusuz her iki eleştirinin de haklılık payları var. Siyasi iktidar hem beceriksiz hem de cumhuriyeti simgeleştirmiş kurumlara karşı tahammülsüz. Ancak bu değerlendirmeler ülkeyi bir haftadır yasa ve çaresizliğe sürükleyen gelişmeleri tam teşekkül açıklamaya yeterli mi? Biz işin tartışmalara dahil edilmeyen iki veçhesi üzerinde durmaya çalışacağız bu yazımızda.
Bunlardan bir tanesi doğrudan devlet örgütlenmesiyle ilgili. Türk devleti çoğunluk kendini bir milli güvenlik devleti olarak teşkilatlatlandırmıştır. Asayiş ve güvenliği tekeline alan milli güvenlik devleti hem bu konuların kamusal bir tartışmaya dönüşmesine izin vermez hem de kendisini toplum nazarında bu başlıklar üzerinden meşrulaştırır. Bir defa milli güvenliğin kapsamı çok geniştir. Muktedirler bu kapsamı istedikleri kadar esnetip, dilediklerince genişletirler. Her daim çok kalabalık bir iç ve dış düşmanlar repertuvarı vardır devletin. Tek parti döneminde cumhuriyet karşıtları, soğuk savaşta solcular sonrasında bölücülük ve irtica şimdilerde kendisi devlet olduğu için cümle Akp karşıtları her an düşman hukuku kapsamında değerlendirilebilir. Bu tehdit algısı devleti paranoyaklaştırır. Tıpkı bir paranoyak ruh hastası gibi sebepsiz korkular ve düşmanlıklar üretir.
Bu yaklaşım bir devletin en ayırt edici vasfı haline geldiğinde vatandaşın devletten asıl beklentileri karşılanmaz olur. Düşmanlarına göz açtırmayan, inlerine kadar takip eden devlet en sıradan, basit ihtiyaçları çözemez. Savunmaya, güvenliğe bütçesinin neredeyse üçte birini ayıran devlet örneğin yangın uçağı filosu kurmayı düşünmez. İhalarla, sihalarla teröre göz açtırmayan devlet dere yataklarına bina dikilmesine göz yumar. Çünkü muktedirlerin iktidarlarının güvencesi olan milli güvenlik ideolojisi için her dönem birilerinin ‘ terörist ‘ olarak icat edilmesi gerekir. Bu devlet kendisini vatandaşın en temel ihtiyaçlarının karşılanması üzerine değil, korku ve ürküntü yaymak üzerine bina eder. Devlet bizim vergilerimizle ayakta duran, vatandaşına hizmetle yükümlü, her işleminde hukuken hesap verilebilir olmak yerine azametiyle, korkutuculuğuyla ilişilmemesi, muhatap olunmaması mümkünse çevresinden dolanılması gerekli bir varlık gibi gözükür yurttaşına.
Yani karşımıza çıkan devlet güvenlik zırhına bürünmüş ve bu yönüne abanmış bir devlettir. Dünya tarihsel bir olgu olarak tüm modern devletler üzerlerindeki diğer vasıfları atarak bu yöne doğru evrim geçirdiler. Ne Kemal Tahir’in ‘ kerim devleti ‘ ne de Keynes’in ‘ sosyal devleti ‘ kaldı. Sosyal yönünden arınan, uzaklaşan devlet karşımıza çıplak güvenlikçi yanıyla çıkar oldu. Yurttaşı sosyal güvenlik ağıyla sarıp sarmalayan, kaynaklarını yoksullardan yana kullanan, alt yapıyı bizatihi üstlenen devletin yerinde yeller esiyor artık. Kapitalist devletin yaşadığı bu tarihi dönüşümü göz ardı ederek orman yangınları konusunda sadece Türkiye’nin değil diğer ülkelerinde yaşadığı sefilliği, acziyeti tam anlamıyla kavrayamayız.
Bununla ilintili diğer bir olgu ise devletin her işini özel sektöre yani sermayeye devretmesi. Devlet üstlendiği her türlü sorumluluğu artık doğrudan kendisi yerine getirmiyor. Neoliberal karşı devrim önce zihniyetleri sonrasında devletleri dönüştürdü. Devletin ne üretim yapması ne de klasik işlevlerini kendisinin yerine getirmesi doğru değildi. Bu devleti hantallaştırıyor ve kaynak israfına yol açıyordu. Devlet lüzum duyduğu her hizmeti piyasadan ve canının istediği zaman alabilirdi. O vakitte yangın uçakları almasına, filo kurmasına, yüksek maaşlı atıl pilotlar istihdam etmesine de gerek yoktu. Bu iş için ihaleye çıkılır ve sermayeden parası ödenerek hizmet alınırdı. Bu bakış kamusal çıkarı gereksizleştirdi ve bir toplumun sahip olması gerekli en önemli şey olan ‘ müştereklik ‘ bilincini toprağa gömdü. Ormanlar, dereler, nehirler, meydanlar, alanlar, parklar müşterektir ve tüm topluma aittir. Ama neoliberal bakış müşterek olanın düşmanıdır. Her şey sermaye konusu olmalı ve onun kar hırsına kurban edilmelidir. Müşterekliğin yitimi doğaya karşı gösterilmesi gereken özeni, dikkati ve refleksi aşındırdı. Bu bilinç şimdilerde tekrar uyanmaya başlıyor.
Özelleştirmeci perspektifi, derin bir kriz yaşayan neoliberal aklı sorgulamadan orman yangınları karşısında göstereceğimiz her tepki timsah gözyaşlarından ibaret olacaktır. ‘ Beceriksizlikle ‘ açıklama yaklaşımı yaşadığımız uygarlık krizinin çözümü asla olmayacaktır. Sermaye aklı yaşadığımız her krizi artık bir düzen sorunu haline getirmektedir. Varolan düzenin kendisini sorgulamaktan imtina edenler orman yangınlarını beceriksizlikle talana, yolsuzluğa dayalı belediyeciliği israfla izah ederler. Böylesi bir yaklaşım dertlerimize, sorunlarımıza çare olmayacaktır. Çare düzen ve onun mantığıyla tam boy hesaplaşmadan geçmektedir.