Türkiye ilginç bir memleket. Burada oluyordur herhalde muhalefetin en büyük partisinin liderinin toplumsal muhalefetin büyümesinden kaygı duyması, endişe etmesi. Kılıçdaroğlu’nun Boğaziçili öğrencilerin ailelerine seslenişi muhalefetin hali pür melalini çok net sergiliyor aslında. Herkes biliyor ki Boğaziçi’ndeki protestolar haklıdır, meşrudur ve doğrudur. Protestoların taşıyıcısı olan öğrenciler ve hocalar toplumun büyük çoğunluğunu haklı olduklarına inandırdılar. Böylesi haklı ve meşru bir kitle seferberliği karşısında siyasi iktidarın toplumun korkularını harekete geçirmek dışında argümanı yok. Siz muhalefet olarak onlarla aynı argümanı kullanacağınıza, taleplerin haklılığını, meşruluğunu bıkmadan topluma anlatın öncelikle.
Cumhurbaşkanı’nca ataması yapılan kişi adeta seyyar bir rektör. Son ikibuçuk yıl içinde üç üniversiteye kayyum rektör olarak görevlendirilmiş. Atandığı hiçbir üniversite ile bağı yok ne öğrencilik yapmış ne de hocalık. İntihal yaptığına ilişkin ciddi iddialar var ve bu iddiaları çürütebilmiş değil. 15 Temmuz’un yarattığı olağanüstü iklimde üniversite bileşenlerinin elinden alınıp aynı zamanda Akp Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı’na bırakılan rektörlük atamalarının liyakatla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını herkes biliyor. Akp iktidar makinası milletvekili, bakan yardımcısı yapamadığı profesör ünvanlı kişileri oraya buraya rektör olarak atıyor. Büyük çoğunluğunun atandıkları konumla, o konumun olması gereken vasıflarıyla ilgisi yok.
Muhtemeldir ki bu atamanın arkasında Boğaziçi’nde mukim Pelikan çetesi denilen yapının izleri vardır. Erdoğan’ın yana yakıla bahsettiği “ kültürel iktidar olamadık “ sorununu çözeceği düşünülen yapıdan bahsediyoruz. Gerçek bir iktidarın ancak bilgi üzerinde kurulacak hegemonya ile olabildiğini az buçuk sezen, ancak bunu kurabilecek araçlardan sonsuza kadar yoksun kalacakları aşikar olanlar. Siyasal İslam tarzı kültürel iktidar da işte böyle kuruluyor; Üniversiteleri tarikatlar arasında pay ederek, intihal yaptığı şüpheli birini memleketin en seçkin üniversitesine rektör atayarak.
Anlattığımız nedenlerden dolayı basit bir Akp veya Erdoğan karşıtlığının ötesinde toplumun aklı selim sahibi insanları öğrencilerin protestolarına anlayışla yaklaşıp destek veriyor. Gezi eylemlerinde Kabataş yalanını uyduran, cami imamını sırf yalanlarına ortak olmadığı için yerinden uzaklaştıran bu akıl, protestoları gözden düşürmek için bilindik yalan ve klişelere başvurmakta hiç gecikmedi; Öğrencilerin arasına ‘terör örgütleri ve teröristler ‘ sızmıştı. Bu da yetmedi Akit denilen gazete üzerinden ‘ kutsallara hakaret ‘ edildiği iddiasını ortaya attılar. Boğaziçili öğrenciler aralarındaki her farklılığı zenginlik kabul edip türbanlı/ türbansız, modern/geleneksel olmanın değil üniversitenin kimliğine, kültürüne, ortak değerlerine sahip çıkmanın bilinciyle bu tezviratları yaptıkları açıklamalarla boşa düşürdüler. Boğaziçi kültüründe her cinsel, yaşamsal, siyasal ve düşünsel tercih anti/faşist olması kaydıyla serbestçe sergilenebilir ve propagandasını rahatlıkla yapabilirdi. Gittiği her yere tekliği, inkarı, yok saymayı dayatan bir zihniyetin çokluğu, çoğulculuğu ve farkı içselleştirmiş bu yeni yaşam pratiğini kabullenmesi kolay olmayacaktır.
Sade’yen hayal gücünü dahi zorlayacak pornoğrafik fanteziler üretmek Siyasal İslamcı bilinçaltının gıdıklamaktan hoşlandığı konular. İş bununla kalsa bir Kabataş yalanı daha der geçerdik. Ama uzun süredir iktidarın yarattığı “ dil hapishanesi “nde yaşadığını düşündüğümüz muhalefet sözcüsü bu iddiaları o kadar ciddiye almış ki hemencecik aynı minvalde bir açıklama yapıp gözlerine girmeye neredeyse can attıkları “ muhafazakar çevrelere “ selam çakmakta gecikmedi. Muhafazakar çevrelerin siyasal desteğinin bu sayede kazanılacağına inanıyorlar yani onlar gibi yaşamadığınız, düşünmediğiniz bilindiği halde “ mış “ gibi yapmak. Sol olduğunu iddia eden bir anlayış toplumun çoğunluğunun dinsel anlamda muhafakarlaştığı tespitini yapıp sonra da kendi tabanının siyasal anlamda bu çevrelerden daha da muhafazakar olduğunu iddia ediyorsa yaşadığı tek kelimeyle siyasi şizofrenidir. Bu durum ise kimlik kaybı, akıl dağınıklığı ve kendi ideolojisine duyulan inançsızlıkla açıklanabilir ancak.
Arkasından Kemal Bey’in protestoların aktörü, öznesi olan öğrencilere seslenmek yerine ailelerine seslenmeyi tercih ettiği konuşması geldi. Bir defa bu öğrenciler yetenekleri, çalışkanlıkları ve azimleriyle çok yüksek puanlar alarak böylesi bir üniversitede okumayı hak etmiş kişiler. Her biri hukuken reşit ve mümeyyiz, pek çoğuda yaptıkları işin anlamını biliyor. Akp’nin kendi yarattığı gerginliklerden beslendiğini, toplumu kutuplaştırarak iktidarını sürdürmek istediğini bilebilecek politik ferasete de sahipler. Bu konuda onların politik bilinçlerini küçümseyerek uyarmaya gerek yok. Hele böyle bir dönemde arkadaşları haksız yere gözaltına alınıp tutuklanmışken, bu topraklarda memleket işleriyle uğraşan her gence söylenen ve ataerkil zihniyetin tipik yansıması olan uyarılarılara hiç ihtiyaçları yok.
Kaygınız gençlerin sizin alıştığınız konforlu muhalefeti zorlamasından kaynaklı olmasın sakın. Bu alanda Erdoğan’ı şeytanlaştırıp, her kötülüğü ona mal edip, sanki o gittiğinde memleket uçuşa geçecekmiş havasıyla işleri idare etmek kolay. Bunu yaparak parti içini dikensiz gül bahçesine çevirmek, her eleştiriyi saraya hizmet ediyorlar diyerek susturmak da zor değil. Öğrenci protestoları halk muhalefetinin önünü açabilir, halk insiyatif aldığında kanıksadığımız munis muhalefeti yapma imkanları tükenir, siyasi ezberlerimiz bozulur endişesi olmasın sakın kaygılarınızın nedeni.
Öğrenciler “ kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet “ sloganı atıyorlar hançerelerini yırtarak. Bu slogan bir Jön Türk sloganı olup adına devletin sponsor olduğu diziler çekilen, Meclis’in sempozyumlar düzenlediği müstebite karşı üretilmişti. İstibdat tek bir şahısta simgeleşmiş kötülüğü, zorbalığı, zulmü temsil ediyordu. Bugünde Erdoğan’ı kullanan veya onun kullandığı, ancak Abdülhamit koşullarını hiç aratmayan, sloganı bugünde aktüel kılan bir düzen var, bizim sorunumuz asıl onunla.