Hamam kurnasına yatırdığımız değerler, keselene keselene
geriye peştamaldan başka bir şey kalmadı...
Hamam toplumumuzun bu güne kadar gelen en değerli kültürlerinden biridir. Hamam kültürü deyince aklıma Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Sadrazam Hamamda” şiiri gelir. Şiir, maiyeti ile birlikte hamama girip keselenen bir sadrazamın hazin öyküsünü anlatır:
“Günlerden bir gün / Hamama gideceği tuttu / Sadrazam Hazretlerinin
Bir yanında birinci veziri / Bir yanında ikinci veziri / Bir yanında üçüncü veziri
Sonra efendime söyleyeyim / Peşkircibaşısı / Nalıncıbaşısı / Sabuncubaşısı
Velhasıl tam dört yüz kişilik kafile / Peştamal takıp girdiler hamama
“Geçtiler kurnaları başına / Üçer beşer /
Sadrazam derseniz / Kuruldu göbek taşına / Yan gelip yattı
Memleketin en ünlü tellakları / Sardılar dört bir yanını
Kimi elini kaptı, kimi bacağını / Bir keseleme, sürtme faslıdır başladı
Tamam, on iki saat / On iki ünlü tellak / İncitmeden keselediler / Hazretin mübarek vücudunu
Öylesine kir çıktı ki sormayın / Her biri nah parmağım gibi.
Aman efendimiz bu ne kiri / Demeye kalmadı /
Keselerin altında eriyip gitti / Koskoca Sadrazam
Bütün maiyet erkânı yerinden fırladı: / Nittünüz Devletliyi / Dediler tellaklara
Tellaklar cevap verdi: / Biz yıkadık keseledik / Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik
Suç bizde değil / Neyleyelim / Kir bitti Sadrazam elden gitti...”
Kültürde hamam olunca, günlük yaşamda da hamam öyküleri oluşur.
*
NAMUS İLE CAN KORKUSU ARASINDA SIKIŞAN KADINLAR
Bu gün size Adana’da haberlere konu olmuş bir hamam öyküsünden söz edeceğiz.
Olay bu gün hala Küçük Saat mevkiinde bulunan ve faal olan Mestan Hamamı’nda geçiyor. Hani Pazarlar Caddesi ile Özler Caddesi’nin kesiştiği köşe…
1932 yılının Aralık ayında sıradan bir gün.
Gündüz, çor çocuğunu toplayan kadınlar, sırtlarında bohça hamama doluşurlar. Mestan hamamı halk tipidir. Hem ucuz hem kaliteli. Anneler, gelin seçmeye genelde bu hamama giderlerdi.
Bohçalarında maşallah her şey olurdu. Peştamaldan kınaya, kınadan fildişi tarak veya kıl… Ne işe yararsa! Kış mevsiminde çocukların en sevdiği şey bohçada portakal olmasıydı. Soğuk havada sıcak hamamdan çıktıktan sonra yenen portakalın tadına doyum olmazdı.
Kadınlar her zamanki gibi, elbiselerini ve kıymetli eşyalarını kendilerine tahsis edilmiş yere bırakmışlar ve peştamalları takmış sakin sakin yıkanırken bir den bir bağırtı duyuluyor:
“Amanım kapıdaki taşlar yerinden oynuyor!” diye bir çığlık…
Önce bir şaşkınlık ve her kes korku ile birbirine bakıyor, ardında bağrışma devam ediyor. Aynı kadının sesi tekrar hamamda çınlıyor:
“İşte bakın göbek taşı da oynamaya başladı!”
Ve ardından son noktayı koyan bir çağrı:
“Kurtarın, canınızı kurtarın! Elektrik teli koptu!”
Sen misin duran! Artık, namus ve mahremiyet ikinci plana düşer ve kadınların önceliği çocukların ve kendilerinin canını kurtarmak olur.
Kadınlar, çocuklar birbirine karışıyor; sabunlu zeminde kayanlar, birbirini çığlık atarak çiğneyenler, yardım isteyenler…
Her yerde bağırtı, çığlık panik derken, kapıya hücum…
Ama gel gör ki orası çarşının ortası her taraf insan dolu.
Namus duygusu ile can korkusu arasında sıkışan kadınların çığlığı çevrede de dikkatleri çekmiş olacak ki hamamın önüne belediye zabıta memurları ve polisler gelir…
Panik içinde olan kadınlara münasip bir dil ile:
“Telaşa mahal yoktur. Hanımlar panik yapmayın, taşın maşın oynadığı yok!”
Başta bu söz etkisini göstermez ise de kadınların en azından peştamal ile sokağa fırlamaları kapıda önleniyor.
Bu arada halk hamam dışında toplanıyor.
Kimi merakından kimi de bir şeyler görme arzusundan olacak ki bir müddet hamamın önünden ayrılmıyorlar.
EŞYALAR SIR OLUYOR
Polis ve Zabıta, hamam görevlisi olan kadınlarla irtibat kurarak ortalığı yatıştırıyor.
Yıkanma hevesi kaçanlar ile işi bitmiş olanlar giyinmek için kendi bölümlerine geçince bu kez başka bir bağırtı başlıyor:
“Bohçam yok!”
“Eyvah! Elbiselerim nerede?”
Ve anlaşılıyor ki, birçok insan bir şeylerini kaybetmiş. Eşyalar sır olmuş. Önce bu kayıpların kargaşadan olduğu zannediliyor.
Ve mesele sonra anlaşılıyor. Hamama girerken, panik havasına neden olan çığlığı atan kadın ile onunla beraber gelen kişiler, kargaşa yaratıp, yüklenebildikleri kadar bohça ile birlikte sır olmuşlar.
Tabi o zaman Adana çok fazla kalabalık değil, insanlar birbirini tanıyor. O kadınları da tanıyan çıkıyor.
Sonuç itibarı ile polis bu hısızlığı yapan kadınları yakalayıp adalete teslim ediyor.
*
İSTANBUL SEÇİMLERİ
Hırsızlığın her türlüsünü duyduğumu zannediyordum ama, "kadınlar hamamında panik yaratarak kargaşadan faydalanma olayını duyunca daha yolun başında olduğumu anladım" diye düşünürken İstanbul Seçimi patlak veriyor.
Bir Bağırtı bir çağırtı derken İstanbul Seçimi yenileniyor.
Bütün kafalar ve anlayışlar İstanbul Seçimine kilitleniyor. Kimimizin peştamalı düşerek, kimimiz kafamızdaki sabunlu suyla koşup duruyoruz; kimimiz görerek, kimimiz görmeyerek.
Anlayanlara hacet yok, herkes konuşuyor, hamam tasının kubbede çınlaması gibi.
Aha seçimler bitti sayılır.
Geriye dönüp baktığımızda; "Lan, Wge Adaları yok!"
"Allah! Allah! Tank palet fabrikası nerede, şimdi buraya koymuştum?"
"Ağalar beyler, su kaynaklarımız bize ait değilmiş!"
"Yapma Natır, ben keselenmedim, parasını benden isteme? Haydi! Haydi, hanın, kese parası değil, geçmediğin köprü parası bu!"
Vay!"
"Vay ya! Kadınlar hamamını bir gürültü ile soymakla, ülkenin değerlerini bir gürültü arasında yok etmek arasında ne far var...
Fark var... Var...
Hamam soygunu daha ahlaklı ve zararsız...
Esas kayıp da toplumun değerleri: Hamam kurnasına yatırdığımız değerler, keselene keselene geriye peştamaldan başka bir şey kalmadı.