İttihatçılık Üzerine (3)

Hacı Hüseyin Kılınç

İttihatçılık üzerine önceki yazımızda 1908'i meşrutiyetin ilanı, askıya alınmış anayasanın yürürlüğe konulması olarak okumanın eksiklik olacağını söylemiştik. 1908 sadece Sultanın iktidarının Anayasa ile sınırlanması ve meşruti bir rejime geçiş olarak kavranılırsa olan bitenin devrim kavramı ile birlikte düşünülmesine gerek kalmayacaktı. Ama yaşanılanlar devrim olarak değerlendirilmediğinde de köklü atılımın mahiyeti anlaşılmayacak, güç ilişkilerinde yaşanılan politik değişikliğin etkisi fark edilmeyecekti. 1876 Anayasası da Abdülhamit'in yetkilerini sınırlıyordu, ancak anayasada Sultana öyle ayrıcalıklar tanınmıştı ki istediği an muhaliflerini sürgünü gönderme ve onlardan kurtulma yetkisine sahipti. 1877-78 Osmanlı-Rus harbinin yarattığı siyasi krizi çok iyi değerlendiren Abdülhamit en önemli muhalifi Mithat Paşa'yı fırsattan istifade Taif'e sürgüne göndererek bürokrasi içerisinden kendisine yönelebilecek en önemli güç merkezini de böylece dağıtıyordu. Meclis bir süre daha açık kalmasına rağmen etkisizdi. Sultana karşı bir ağırlık ve denge oluşturabilmesi mümkün değildi. 

1908'e devrim vasfını kazandıran asıl şey Abdülhamit despotizmine son vermesi yanında iktidar taşıdığı güçlerin sınıfsal kompozisyonuydu. Abdülhamit döneminde iktidar Yıldız sarayına taşınmıştı.

Sultan alaylı tabir edebileceğimiz hantal bir bürokrasi ile devleti yönetiyordu. Abdülhamit çelişik bir karaktere sahipti veya zamanın ritmi ona çelişik bir karakter kazandırmıştı. Baskıcı, despotik, evhamlı  kişiliğine rağmen, Osmanlı modernleşmesi onun uzun saltanatı döneminde etkisini arttırmıştı.

Modernleşmenin sonuçlarıyla  baskıcı bir devlet cihazı yaratarak , toplumu muhbirleştirmek suretiyle baş edebileceğine inanıyordu.  İmparatorluğu bir arada tutmanın formülünü ise İslamcılıkta bulmuştu. İslamcılık hem Rus hem de İngiliz emperyalizmine karşı anasırı bir arada yaşatabilmenin en etkili aracı olduğu gibi ahalinin rızasını üretebilmek için de çok işlevseldi. Uzun iktidarı döneminde Sultan İslamın simge ve sembollerinden etkili biçimde  yararlanmasını bildi. Cuma selamlıkları, cami inşaları, şehitlik edebiyatı İslami simgeselliğin araçsallaştırıldığı başlıklardan bazılarıydı. Sultanın getirdiği en önemli yenilik eğitim alanındaydı.

Geleneksel sübyan mekteplerinin karşısına modern mahalle mektepleri, medreselerinin karşısına ise harbiye-tıbbiye-mülkiye ve baytar mektepleriyle çıkıldı. Osmanlıdaki eğitim reformunun büyük bölümü Abdülhamit döneminin mahsulüdür.        Mekteplerin çoğalması, ikili öğrenimin yaygınlaşması, haberleşme ve ulaşımın imparatorluk coğrafyasını ulaşılır kılması yaptığı önemli icraatlar arasında yer alır.

Eğitim alanındaki reformlar mektepli, pozitivist dünya görüşüne sahip bir kuşağın ortaya çıkmasını sağladı. İşte bu kuşaklar Sultanı iktidarından edecekti. 

Sınıfsal olarak ise Osmanlının 19.yüzyıllın başlarından itibaren batı kapitalizminin çevrimine dahil olması bağımlılık ilişkilerini beraberinde getirmişti. Demiryolu ağları b iç bölgeleri limanlara bağlamak ve emtia akışkanlığını sağlamak için döşenmişti. İhracat-ithalat işleri yabancı dil bilmeleri, deneyimleri, uzmanlıkları ve kültürel avantajları nedeniyle gayrimüslimlerin kontrolüne geçmişti. Türkler daha çok yönetici sınıf olarak sivrilmişler ve taşra bürokrasisi dahil devlet aygıtının  etkili yerlerinde bulunuyorlardı. Bu durum İmparatorlukta garip bir hale yol açmıştı. İmparatorluğun son yüzyılında burjuva ilişkiler yaygınlaşır ve sermaye birikimi temerküz ederken sınıfsal olarak burjuvalaşanlar gayrimüslimlerdi. Yöneticilik ve devlet idaresi Türklerin uhdesinde toplanmıştı.

Dolayısıyla Osmanlıya daha kapitalist ilişkiler girmeye başladığı anda çelişik bir yapı ortaya çıkmıştı. İktisadi güç ile siyasal güç birbirinden etnik, dinsel ve sınıfsal olarak ayrıştı.

Osmanlıya bütün özgünlüğünü veren de aslında bu durumun kendisiydi. İmparatorluk 1877-78 savaşları ile Balkanlardaki topraklarının ve nüfuzunun büyük bölümünü kaybederken hem iktisadi hem de siyasi olarak yarı-sömürgeleşti.  Osmanlının merkezi bütçesine Düyun-u Umumiye kanalıyla doğrudan el konuluyordu. Berlin anlaşmasıyla vilayet-i sitte denilen yerlerde Ermenilerin hamiliği savaşın galiplerine bırakılıyordu.

Osmanlının her bir gayrimüslim unsuru sırtını neredeyse emperyal bir güce dayamıştı. Bu güçlere yönelik tepkiler bir süre sonra  doğrudan anasırın kendisine yönelecekti. Devir  ulusçuluk rüzgarlarının etkili olduğu zamanlardı. Balkanlar ayrılıkçı fikirlerle çalkalanıyordu. Ulusçuluk Fransız Devriminin ve burjuva pazar ilişkilerinin doğal bir sonucuydu. Kapitalist ilişkiler ağına en fazla çekilmiş olan Balkanlar ve Anadolu'daki gayrimüslim unsurlar arasında bu fikirlerin yaygınlık kazanması da doğaldı. 

1908 burjuva devrimi olarak aslında bir kuğu çığlığıydı. Osmanlı halklarının son kez birlikte ve kardeşçe yaşama isteğinin dışavurumuydu. Devrimin silahlı gücünü İttihatçılar oluşturmuş, Osmanlı halkları da  büyük coşku ve şenlik havası içinde devrime katılmışlardı. Üretici güçlerin, modern siyasal ilişkilerin karşısında ayak bağı haline gelmiş olan hantal yapı tasfiye edilmişti. Pazar ilişkilerine hakim olmalarına karşılık siyasal hayattan, devlet aygıtından dışlanmış olan gayrimüslimler devrimi bu nedenle şevkle sahiplendiler.

İttihatçı önderlik ve onun yerel şubeleri eşrafın önderliğinde devrime coşkuyla sarıldı. Devrim Abdülhamit despotluğunun boğduğu sınıfsal ilişkileri serbest bıraktı.

Yayıncılık ve düşünce alanında tam bir patlama yaşandı. Tarık Zafer Tunaya hocanın söylediği gibi bu dönem bir ‘ düşünce laboratuvarı’ olarak kabul edilmelidir. Uzun bir bastırılmışlıktan sonra Osmanlının çöküşüne hal çaresi olacağını düşünen siyasal akım ve ideolojiler tarih sahnesine çıktılar; Türkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık, Solidarizm, İştirakiyunculuk bazılarıdır. 

Devrimin trajedisi İlber Ortaylı'nın kitabına verdiği isimle ' imparatorluğun en uzun yüzyılı '  olmasında yatıyordu. İktisaden egemen olan  sınıf ile siyaseten hakim olan sınıf etnik ve dinsel olarak farklıydı. Bu farklılaşma İmparatorluğun dağılma ve parçalanması ile aynı anda yaşanıyordu. Politik devrimin öncü gücü İttihatçılar bu dağılmanın travmasını en fazla hisseden unsurdu.

Çünkü bu dağılış onların vatan bildiği toprakların ayaklarının altından çekilmesini de peşi sıra getiriyordu. Bütün bu travmalara karşı ürettikleri hal çaresi  onları devrimin ideallerinden çok uzaklara savuracaktı.

Demokratik ideallerin savunucusu olarak yola çıkan İttihatçılar çok kısa bir sürede bir parti diktatörlüğü tesis edecekler, birlikte yaşama arzusunu dinamitleyecekler, iktisadi ve siyasi egemenliğe sahip milli burjuvazi yaratma gayretlerinin sonu  felaketle noktalanacaktı.