‘İstisna Halinden’ Fiili Duruma ‘Yok-Hukukun’ Serencamı

Hacı Hüseyin Kılınç

Nazilerin baş hukukçusu Carl Schmıtt son dönemlerin gözde isimlerinden biri. İlgiyi üzerine yeniden çekmesinin nedeni ise yaşanılan gelişmelerden kaynaklanıyor. Burjuva düzeni genel bir krizin içinden geçiyor. Sistem kendi içinden hortlaklar, hayaletler çıkarıyor. Alışılmış şekilde olsaydı sistem sorunlar çıkarmadan işlemeye devam ederdi. Ama 2008 krizinden bu yana sistem daha düzenli bir biçimde sürekli semptomlar üretiyor. Bu semptomlar sistemin olağan işleyiş biçiminin sekteye uğradığına ve artık kendi yazdığı kuralları dahi umursamadığı bir aşamaya geldiğine delalet ediyor. Schmıtt’de adını ilk defa böyle bir dönemde duyurmuştu. 

Bu dönem Weimar dönemi olarak bilinir. Savaş yenilgisi, toprak kaybı ve ağır tazminatlar Almanya’yı derin bir buhranın içine sürüklemişti. Kağıt üzerinde Alman tarihinin gördüğü en demokratik kurallar hakimdi, ama toplumsal kriz bir türlü çözülemiyordu. Savaş yaşanılan sorunları daha da azdırmış, fakat hiçbir güç krizi nihai biçimde çözebilecek güce sahip değildi. Schmıtt böyle bir dönemde akademik hayata gözlerini açtı. Realistti ve burjuva hukukunun kırılganlığını fark edenlerin en başında geliyordu. Bir diğer özelliği ise kendini formel hukukla bağlı sayamayacak kadar geniş bir birikime sahipti. Schmıtt’ın eserlerine toplu bir bakış sadece bir icracı olmadığını, hukuk felsefesinden siyaset felsefesine oradan edebiyat ve tarihe uzanan geniş bir aralıktan konuştuğunu bize gösterir. 

Schmıtt’in en bilinen vecizesi ‘ egemen istisnaya karar verendir ‘ lafıdır. Son tahlilde egemenin kim olduğu önceden yazılmış, çerçevelenmiş, herkesin uymakla yükümlü olduğu kuralları, normları kimin askıya alma, kimin geçersizleştirme hakkına sahip olduğu ile ilgilidir. Egemen herkesin uymakla yükümlü olduğu düzenlemelerden kendini muaf kılandır. Bu ayrıcalık hukuk içinde tanınamaz, çünkü hukuk genel ve soyuttur. Hukukta da istisnalar, muafiyetler yok değildir. Ama tüm bunlar yine de hukuk içinde düzenlenen şeylerdir. Schmıtt’çi istisnacılık tüm bunların dışında bir yerden konuşur. Konuştuğu yer siyasalın alanıdır. İstisna haline siyasal alanda söz sahibi olan karar verir. Burası artık burjuva hukuk formalizminin kendini yok saydığı, inkara vardığı yerdir. 

Akademik ve entellektüel hayat ‘somutun’ etrafında dolandığından, faşizm yerine otoriterlik denilen şey Schmıttçı moment için bir hayat kaynağıdır. Yeniden gözde olmasının ve dikkatleri çekmesinin nedeni de bundan kaynaklıdır. Amerika’da faşistler kongre binasını bastı ve seçim sonuçlarını kabullenmediler. Aynı şey Brezilya’da yaşandı ve faşist Bolsanora’nın yandaşları kongre binasına yürüdüler. Peru’da seçilmiş yerli devlet başkanına karşı bir parlamento darbesi yaşandı ve aylardır toplumsal çatışmalar dinmek bilmiyor. 

İstisnaya karar vermek yeni bir fiili durum yaratmaktır. Mevcut normlar yeni durumu karşılamadığı için egemen de facto bir dayatmada bulunur. Egemenin karar vericiliği gücünü haklılığından, meşruluğundan, kural ve normlara uygunluktan almaz. Egemen çıplak gücü, açık zoru arkasına aldığından dolayı bir oldu bitti ile ‘fiili durum artık budur’ der. Schmıtt’in önemi gözünü bundan sakınmamasından, son tahlilde hukukun her şeye bir kılıf bulan asma yaprağı olduğunu idrak etmesinden gelir. Yasallık, meşruluk, hak ve hukuk kavramlarıyla kendini sınırlamaz. Burjuva hukukunun biçimsel eşitlik ilkesinin köklendiği çelişkiye gözünü dikmekten kaçınmaz. Tüm bunlar hukuku, biçimsel eşitliği  önemsemediğimiz ve hukuksuzluğu yüceltme olarak anlaşılmasın. 
 
1876 yılından beri yaşanılan bir yığın fiili durumlara rağmen Türkiye bir anayasa ile yönetilmeye alışmış bir ülke. Ama hem devlet sınıfları hem de muktedirleşmeye başlamış siyasetçilerin Anayasa ile de araları hiç iyi olmadı. Bunu en veclz biçimde Özal ilan etmişti; ‘ anayasayı bir kez ihlal etsek ne çıkar ki? ‘ Özal bunu söylediğinde Cumhurbaşkanı’ydı ve o anayasayı korumakla yükümlüydü. Türkiye uzun süredir hukukun askıya alındığı, kuralların bizzat uymakla yükümlü kurumlar tarafından yok sayıldığı bir ülkeye dönüştü. Yaşanılan çok katmanlı krizin  en nihayet bir yönü de devlet krizi olarak karşımıza çıkıyor. Devlet geldiği aşamada uymakla yükümlü olduğu normları çiğniyor. Onu koruması, uymayanları uydurması gereken kurumlar dahi hergün anayasayı ihlal ediyor. Bahçeli bir tarihte bu durumu veclz biçimde özetlemişti; ‘ fiili durumu anayasaya uygun hale getirelim. ‘ Bu anayasasızlığın ve bir ‘istisna halinin’ içinde yaşadığımızın kabullenilmesiydi. 2017 plebisiti ile alelacele fiili duruma bir anayasal kılıf bulundu. Bu kılıf istisna halinin son bulması anlamına gelmiyordu. 

Şimdi Erdoğan tekrar seçilmesi ile ilgili olarak fiili durumdan bahsediyor. Yeni bir yönetim sistemine geçildiği için Anayasanın seçilmesini düzenleyen maddesinin bu tarih esas alınarak değerlendirilmesi gerektiğini vazediyor. Eğer uyulması gerekli bir anayasa kalmış ise yorumlarına bu anayasanın cevaz vermeyeceğini kendileri de biliyor. Ama maksat egemenin yaratacağı istisna haline bir gerekçe bulmak olunca hukuk içinde bunun bulunması mümkün gözükmüyor. 367 kararı da böyle alınmıştı. Anayasa, iç tüzük ve teamüller karşı olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi 367 şartını getirmişti. Devletin istisnaya karar veren kurumları o gün Erdoğan’ın karşısında yer alıyordu. İstisnaya o dönem bir kişi değil müesses nizam karar veriyordu. Şimdinin egemeni ortaçağların tanrı kralı gibi tek bir kişinin gövdesinde karşımıza çıkıyor ve kronometrenin sıfırlandığını ve fiili bir durumun oluştuğunu buyuruyor.