Lenin'in bir devrim döneği olarak lanetlediği Karl Kautsky, döneminin en etkili kuramcılarından biriydi. Azımsanmayacak bir donanıma ve birikime sahipti. Tarım sorunundan ulusal meseleye kadar pek çok alanda polemikler yürütmüş güçlü bir kalemi vardı. Ayrıca Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin yayın organlarını yönetiyor ve başyazarlıklarını yapıyordu. Kapital’in 2. ve 3.ciltlerinin yayına hazırlanmasında Engels’e yardım etmiş en önemli kişiydi. Kautsky 'Hıristiyanlığın Temelleri' isimli, bugünde alanında hala dikkate alınan bir çalışmaya imza atmıştı. Hıristiyanlığın Temelleri’nde Kautsky, Hıristiyanlığın nasıl doğduğunu ve hangi şartlar altında giderek bir imparatorluk dinine dönüştüğünü araştırıyordu. Hıristiyanlığı efsanelerden arındırarak maddeci bir gözle inceleyen Kautsky, bu dini ‘salt ideolojik bir yapı olarak düşündüğümüz takdirde anlamamamızın’ mümkün olamayacağını söyler. Aynı şeyi Kitabı Mukaddes’teki anlatılar içinde söyleyebiliriz. Kitabı Mukaddesi yazıldığı gibi, aktarıldığı gibi anlamaya çalışırsak karşımıza çıkacak olan uyumsuzluklarla yüklü, tarih dışı bir anlatı olacaktır. Çünkü biliyoruz ki Kitabı Mukaddesi oluşturan ve Musa’ya mal edilen ilk beş kitabın bile son halini alması yaklaşık 1000 yıl sürmüştü. İlk fragmanlar dolaşıma girdikten yaklaşık 500 yıl sonra yazılı hale getirilmeye başlanmıştı. Dolayısıyla aradan geçen bu uzun yüzyıllar zarfında anlatıya sürekli ilaveler yapılmış, uyumsuzluklar redakte edilmiş ve en sonunda bugün karşımıza çıkan metin oluşmuştu. O nedenle Kautsky haklıydı. Kutsallık atfedilen kitapları kendi anlatımlarına bağlı kalarak anlamaya çalışmak ideolojik mistifikasyona teslim olmak demekti. Bu Kitabı Mukaddes’in ilk kitabı Tekvin’in İsrailoğullarının atası saydığı İbrahim ve zürriyeti içinde hayli hayli geçerliydi.
Kitaba göre Tufan’dan sağ salim kurtulan Nuh’un üç oğlu vardı; Sam, Ham ve Yafet. Bunlardan Ham Kenan’ın atası olarak bildirilir. Şarap içip esriklik yaşayan Nuh, oğlu Ham tarafından çırılçıplak görülür. Ham bu durumu kardeşlerini bildirir ve diğer iki kardeş babalarının çıplaklığını bir esvap ile örter. Nuh, Kenan ülkesini vaat ettiği Ham’ı lanetler ve diğer kardeşlerinin kölesi yapar. Ham’ın Kenan adındaki oğlu kardeşleri ile birlikte Kenan ülkesine yerleşir. Ancak İsrailoğullarının atası sayılan İbrahim’in soyu Ham’a değil kardeşi Sam’a çıkıyordu. İbrahim Sam’ın zürriyetinden Terah’ın oğlu olarak dünyaya geldi. İbrahim’in kardeşi Haran Lüt’un da babasıydı. Kitaba göre İbrahim karısı Sarah’ı da alarak Ur’dan yola çıkar ve Haran’a gelir. İbrahim Haran’da iken RAB ona vaat ettiği memlekete gitmesini ve onu orada mübarek kılacağını söyler. İbrahim ailesi ile birlikte Kenan diyarında Şekem’e gelir. O geldiğinde Ham’ın torunları zaten burada yaşıyordu. Kıtlık nedeniyle İbrahim Kenan’ı terk eder ve Mısır’a gider. Anlatının bundan sonraki kısmı İshak ve Yakup’a, ondan Yusuf ve Musa’ya kadar ilerler.
Bu anlatıya göre İsrailoğullarının ilk atası İbrahim veya Abraham’dır. Torunu Yakup’un on iki oğlu İsrail’in on iki kabilesine denk gelir. Ancak tarihsel kayıtlar, anlatıda geçen Aramiler, Moavlılar, Edomlular ve Kedarlar gibi kavimlerin hikâyenin geçtiği zamanlarda değil derlendiği MÖ 7.yüzyılda yaşadıklarını ortaya çıkarmıştır. Arkeolojik bulgular bu kavimlerin kurdukları devletçiklerin MÖ 8.yüzyılda ortaya çıktığını söylüyor. Tekvin’deki anlatıdan anlaşılacağı üzere İbrahim ve ailesi Kenan ülkesine geldiklerinde burada zaten başka halklar yaşıyordu. Onlar bir süre sonra Mısır’a gittiler ve uzun bir süre orada kaldılar. Mısır’dan çıkışa Musa önderlik yaptı, ancak Musa Kenan ülkesine hiçbir zaman geçemedi. Musa’nın halkını RAB tarafından vaat edilen topraklara götürecek kişi Yeşu’ydu. Kenan diyarının fethi askeri olarak Yeşu’nun liderliğinde ve çok hızlı bir biçimde gerçekleşmişti ve İsrailoğullarının on iki kavmine pay edilmişti. Dolayısıyla İsrailoğulları kendilerine vaat edilen ve bir askeri işgalle ele geçirdikleri toprakların otantik sahibi değillerdi. Kendileri gelmeden önce burada başka halklar yaşıyordu. İsrailoğullarından bahseden ilk yazılı kaynak MÖ 12.yüzyıla aitti ve burada isimleri geçiyordu. Demek ki onlarla ilgili ilk tarihsel kayıtları MÖ 12.yüzyıla kadar geri götürebiliyoruz.
Ama tarihte Hkysos’lar denilen bir halk vardı ve bu halk ikinci ara dönem olarak tarihlendirilen dönemde Mısır’da egemenlik kurmuştu. Egemenlikleri 18.Hanedan dönemine kadar devam etti. Hkysos’lar kuzeyden gelmiş bir halktı ve kralları arasında Yakup adında birine rastlanıyordu. Hyksos’ların Mısır’dan sürülmesinin ardından Kenan diyarı da MÖ 1120’ye kadar Mısır’ın kontrolü altına girecekti. Dolayısıyla İsrailoğullarından Yeşu’nun Kenan ülkesini fethettiği dönemde bu topraklar Mısır’ın bir eyaletiydi. Freud’un da büyük önem verdiği Amarna tabletlerinin 19.yüzyılın sonuna doğru bulunması hem Mısır’a hem de Kenan’a ilişkin bilgilere zenginlik kattı. İlk defa bu tabletler aracılığı ile 18.hanedanlık kralı Aken döneminde tektanrı inanışına geçildiğini ve güneş tanrısının dönüşmüş hali olan Akheneton’un tektanrı sayıldığı keşfedildi. Bu yazıtlarda Kenan ülkesinin özellikle tepelik yerleşimlerinde yaşamış ve Mısır valilerine sürekli sorunlar çıkarmış bir halktan bahsediyordu. Vali merkeze gönderdiği raporlarda karışıklıklardan şikâyet ediyor ve Habiru’ların kendisini öldürmelerinden korktuğunu söylüyordu.
Habirular tepelik yerleşimlerde yaşayan, çiftçilikle uğraşan bir halktı. Firavunlara ödedikleri ağır vergiler altında ezildikleri gibi kendi hâkim sınıfları tarfından da sömürülüyorlardı. Bir tür gerilla harbi yürüterek, vur kaç taktiği ile isyan ediyorlardı. Kırsal nüfusu tümüyle etkileri altına almışlardı. İçlerinden çıkan sosyal isyancılar kırsal dünyanın kontrolünü ellerine geçirmişti. İsyancılar zenginlere isyan ediyor ve onlardan aldıklarını yoksullara pay ediyordu. Eşitlikçi, komünizan bir dünya görüşüne sahiptiler. Nispeten büyük yerleşimlerde yaşayan çiftlik sahipleri ile tüccarlar ve askeri garnizonlarda kalan Mısır aristokrasisi isyan karşısında dehşete düşmüştü. Antik İbraniliğin en büyük tarihçisi sayılması gereken ve tarihi efsanelerden arındırarak maddeci bir gözle inceleyen Gottwald işte bu Habiruların İsrailoğullarının gerçek atası sayılmaları gerektiğini söyledi. Habirular Amarna yazışmalarında ağır ifadelerle horlanıyordu. Habiru sözcüğü orjinalinde mülteci anlamına geliyor ve bir başka önemli tarihçi Redford’a göre yıllar içinde İbrani kelimesine evrilecekti. Habirular isyankâr köylü devrimcisiydiler ve Mısır emperyalizmine karşı bir gerilla, çete savaşı yürütüyorlardı. İsrailoğulları denilen halk bu savaş sayesinde yaratıldı. Topluluk bilincine bu sayede ulaştı.
Bu halk tepelerde yaşamayı seçmişti, çünkü buralar doğal olarak daha güvenli ve korunaklıydı. Sahile ve ovalara inildikçe Mısır’ın askeri gücü artıyordu. Tepelerde teraslama yapmak suretiyle toprağı ekili hale getiriyor ve çiftçilik yapıyorlardı. Musa’nın vasiyetinde olduğu gibi İsrailoğullarına vaat edilen Kenan ülkesi, askeri şefleri Yeşu’dan çok önce Mısır’a isyan etmişti ve iç bölgelerde kontrolü ele geçirmişti. Mısır’a ağır darbeler indiren ve en sonunda onları ülkelerinden kovan Habirular, Kenan’a Mısır’daki zulümden kaçarak gelmiş bir halk değil buranın yerleşik, otantik halkıydı. Çoğunluğu köylü, kasabada işçi ve köle statüsünde olan bu halk, isyan ederek özgür çiftçiler topluluğu haline gelmişti. On iki kavmin mensupları değil, Mısır emperyalizmi ile onunla işbirliği halinde çalışan yerli hâkim sınıflara başkaldıran eşkıyaların, çete reislerinin ve isyancı köylülerin çocuklarıydılar. Komünal bir toplumsal örgütlenmeye ve doğrudan demokrasi uygulamasına sahiptiler. Bunun nedeni daha henüz devlet denilen aygıttan uzak olmalarıydı. Ne toplumdan uzaklaşmış bir savaşçı zümreye ne işleri çekip çeviren ve bir asalağa dönüşen bürokrasiye sahiptiler. Başlarında topluluğa hükmeden bir şef veya askeri otoritede yoktu. En fazla bir kabileler federasyonuydular. Nehir yataklarının alüvyonlu topraklarında değil zor koşullarda tarımla uğraşıyorlardı. Bir kısmı hayvancılık yapıyordu.
Yahvizm denilen ve güneydeki Yahuda krallığının Tektanrısı kabul edilen inanış bu özgün koşulların bir ürünü olarak doğdu. Yani bir halkı yaratan şey efsanenin gerçekliği değildi. Tarihsel ve toplumsal şartların sonucu olarak bir halk kendi kendini icat etmişti. Ortak atalar kültünün ürünü olmayıp Mısır emperyalizmi ile hâkim yerli sınıflarına karşı verdikleri mücadelenin bir ürünüydüler. İleride tapınağın profesyonel yazıcıları haline gelecek olan kâtipler halk arasındaki bu söylenceleri kendi özgül çıkarları doğrultusunda çıkarıp eklemek suretiyle efsanelerden ibaret bir anlatı ortaya çıkaracaklardı. Çünkü hâkim sınıflar ile onların ideologları tarihi daima kendi çıkarlarına göre yazmamışlar mıydı? Egemen fikirler son tahlilde hep hâkim sınıfların fikirleri olmamış mıydı? İsrailoğulları ile ilgili efsaneler bunun ne ilk ne de son örneği olacaktı.