Çağımızda, Müslüman ahalinin çoğu, tüm problemlerinin çözümlerinin İslam'da olduğundan emindi; ancak bu çözümlerin ne olduğunu, sorunların nasıl çözüleceğini bilen pek yoktu.
Demokrasi, cumhuriyet içerisinde nasıl daha adil, daha fedakar, halka hizmeti, hakka hizmet olarak göreceklerdi?
Liyakati adaletin en önemli unsuru olarak uygulayacaklardı ?
Kamu malını kutsal bilip şahsi emellerine zinhar bulaştırmayacaklardı ?
Yoksulluk, yalan, yolsuzluk, zulümler en önemli mücadele argümanları olacaktı.
Oysa uygulamada görüldü ki ; İslâm’ın günümüze uygulanabilir sistematik ; ne bir ekonomi doktrini ne bir hukuk teorisi , ne de bir yönetim teorisi vardı. Oysa çağımızda kesin bir şey varsa o da Ekonominin alt yapıyı, hukukun da üst yapıyı oluşturduğuydu. Eğitim, sanayileşme, nitelikli ve planlı tarım, entelektüel üretim hep bunların arasında ve onların ayrılmaz parçaları olacaktı.
Halkı Müslüman ülkelerin dünyaya sunabildiği hayranlık verici ; eğitim sistemi, üniversiteleri, entelektüel kitlesi ve dünyaya sundukları eserleri maalesef üzüntü verici düzeylerde kaldı.
Oysa ne İngiltere'nin, ne de Amerika'nın ortalama vatandaşı Türkiye'nin ortalama vatandaşından daha bilgili, entelektüel değildi.
Bu ülkeleri Türkiye'den daha gelişmiş yapan şey, bu ülkelerin siyasetçisinin,
bürokratının, üniversite öğretim üyesinin,
gazetecisinin, hukukçusunun, STK temsilcilerinin kalitesidir. Bu kalite yukarıdan aşağıya topluma yansımaktadır. Gücü temsil edenlerin rol modelliği halkların seviyesi ve gelişmişliği ile doğrudan ilgilidir. Maalesef islam coğrafyasının en berbat kaderi başta siyaset ve önemli kurumların tepe noktaları olmak üzere az nitelikli olan ancak fazlaca muhteris bireylerin işgalinde olmasıdır.
Üzülerek söylemeliyim ki ;islam ülkelerinin ve de Türkiye'nin en önemli kurumlarını elinde tutanlar, ülkelerini bir üst lige çıkaracak kadar nitelikli olamadılar; Çünkü buralarda güçler arası, taraflar arası rekabet koşulları nitelik üzerinden değildir.
İktidarı ele geçirenler, alternatiflerini yok etmeye çalıştığından dolayı üniversitelerde araştırma ve inovasyona yönelik süreklilik olamıyordu. Aynı sıkıntı yerel yönetimlerde, medyada, STK'lar da kendini gösteriyor.
Ne ticarette ne akademide ne de siyasette ne de bürokraside elit rekabetini tesis edemediğimiz için, İslam dünyası gibi ülkemiz de bugün içinde bulunduğu çıkmazdadır. Elit rekabetinin olmaması beklentileri de düşürdükçe düşürmektedir.
Türkiye'nin en temel problemi nitelikli işçi sınıfı ve burjuvasininin hâlâ oluşamamış olmasıdır.
Kurumsal hafıza ve kurumsal iş yapma usulleri elit rakabetinin olmamasından dolayı sürekli değişmekte ,bu vakit kaybı, yetenekli ama taraftar olmayan beyin israfı genellikle kapasite düşmesinin, başarısızlığın en temel ve görünmez sebebi olmayı sürdürmektedir.
Endüstriyel üretim, üretim usulleri ve bunları üreten endüstri makinaları ya direk ithalat ya da önemli kısmının yarıdan fazla üretilmiş ara madde şeklinde ithal edilmesi marifetiyle yapılmaktadır.
Öyle ki İslam kökenli ülkelerin yer altı kaynaklarının büyük kısmını endüstriyel olarak imal eden, dönüştüren, işleten, marka haline getiren yine yerel unsurlar değildir.
Dünyanın neredeyse iki yüzyılında petrol, doğalgaz en önemli girdilerin başında gelmesine rağmen bu ürünler de emperyalist ülkeler tarafından işletilmeye devam etmektedir.
Öyle ki 57 İslam beldesinin ekonomik değer oranı %7 iken tek başına Almanya %9.5 a ulaşmış durumda.
O yüzden de İslam'ın, devleti yönetecek, toplumu geliştirecek; insanlığa huzur, mutluluk ve refah getirecek bir mesajı yok gibidir şu anda . İslâm'da hakim unsur hâlâ ibadetler, haramlar ve helallerdir. Bunda İslâm düşmanlarının tazyikinden daha fazla suç Ümmetin ulemâsındadır. İslam toplumunun sosyal ve teknik anlamda entelektüelleri,
ekonomistleri, alimleri beklenen performansı gösterememişler ve çözüme ciddi katkılar sunamamışlardır.
Ben büyük umutlarla İslam'ın güncel sorunlara bulacağı çözümleri beklemeye devam ediyorum.