İşçi Sınıfının Lokomotifi Harekete Geçerken

Hacı Hüseyin Kılınç

Siyasal yaşam sadece gözümüzün önünde her gün gerçekleşen büyük siyasal güçler arasındaki mücadelelerden ibaret değildir. Siyasal yaşamda her gün onlarca mücadele gerçekleşiyor ve sayısızca fikir galebe çalmak için birbirleriyle kıyasıya mücadele ediyor. Bunlar çoğu kez görülmüyor, fark edilmiyor ve tartışmanın ön tarafına doğru sıçrayamıyor. Burjuva yazılı ve görsel basını ilgi ve odağına sadece günlük siyasal polemikleri alıyor. Bu tartışmaları da bağlamından koparıp bir itiş kakış halinde sunarak toplumu bilinçli biçimde siyasetten soğutmaya ve uzaklaştırmaya çalışıyor. Siyaset bir horoz dövüşüdür; en iyi lafın çakıldığı, en sunturlu cevabın verildiği. Tartışmaların ard alanı konusunda ne bir açıklama yapılır ne de yapılmasına fırsat verilir. 

Medyanın bir numaralı manipülasyon aracı haline getirildiği, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nın yüzlece personeli ve tüm ülkeye dağılmış örgütlenmesi ile konuşulacak konuların sınırlarını çizdiği, gazetelerin manşetlerinin ve birinci sayfalarının belirlendiği bir vasatta kamuoyunun özgürce oluşmasına asla izin verilmez. Toplumun gerçek gündemlerinden kopukluk sadece siyasal iktidarın kontrolündeki medyaya mahsus bir davranış biçimi değildir. Muhalif medyada çoğu kez aynı gündemlere sıkışır ve büyük siyaset alanı dışındaki gelişmelere gözlerini yumar. Toplumsal yaşamın ayrıntılarına inebilmek, toplumsal dip akıntılarını fark edebilmek bu nedenlerle özel bir dikkat ve çaba gerektirir. Hele bir de sınıf körlüğünün yaşandığı son 40 yılın neoliberal zamanları dikkate alındığında sınıfsal hareketlilik ve kıpırdanmalara gösterilen ilgi neredeyse törpülenmiştir. Sınıfsal gelişmeler, tekil grevlerin neden ve sonuçları, birbirleriyle olan bağlantıları ancak meseleye özel ilgi duyanların radarına girebilmektedir. 

Marx işçi sınıfını bir metaforunda köstebeğe benzeterek ' daha derin kazmasını ' önermişti. İşçi sınıfı tıpkı Marx'ın köstebek metaforunda olduğu gibi işini görünmeden, kendini gizleyerek, çoğunluk toprağın altında çalışarak yürütür. Ama toprağın altındaki işini tam bir mimar gibi tıpkı bir sanatçı gibi görür. Yeryüzüne çıkmaya karar verdiğinde ise işini mükemmelen görmenin haklılığı ile son sözü söyler ve toplumsal yaşama damgasını vurur. 

Türkiye yakıcı ve çok katmanlı bir krizin içinden geçiyor. Cumhuriyetin 100.yılına doğru giderken toplum büyük bir hesaplaşamaya hazırlanıyor. Ya bugünü mumla aratan çok daha ağır bir dönemin içine gireceğiz ya da karanlığa doğru gidişata son vererek umutlu bir geleceğe yüzümüzü döneceğiz. Yaşanan buhranın etkisi açlığı, yoksulluğu, pahalılığı toplumsal gündemin en önüne getiriyor. Araya giren başka gündemler bu yakıcı gerçekliğin üzerini örtemiyor, perdeleyemiyor. Tüm manipülasyonlara rağmen itelendiği yerden tekrar en öne doğru fırlıyor. Bu arada Marx'ın köstebeği de başını yavaşça toprağın altından kaldırmaya başlıyor. 15 Temmuz'un bunaltıcı ve ağır baskı koşullarında ertelenen, yasaklanan grevler artık mızrağın çuvala sığmadığı bir aşamaya gelmiş durumda. Fiili grevlerin sayısı giderek artıyor. Son bir ayda gerçekleşen fiili grevlerin sayısı 2020 yılında yaşananların neredeyse üçte birine yaklaşmış durumda. Bu grevlerde en öne çıkan sektörü lojistik oluşturuyor. Kapitalizmin dijitalleşme evresinde bazı sosyal bilimcilerin dijital kapitalizmden bahsettiği bir dönemde lojistik en stratejik sektör olmaya doğru ilerliyor. Pandemi koşulları, evde çalışma, çalışma koşullarının tümüyle değişmesi, tedarik zincirlerinin çökmesi lojistiği kapitalizm açısından en hayati sektör haline getirdi. Ülkeler arası rekabette de tedarik zincirlerine yakın olmak olmak büyük avantaj sağlıyor. 

Trendyol Express'deki fiili grevin işçiler lehine sonuçlanması, sahibi Boğaziçi'li bir solcu olmasına karşılık Yemeksepeti çalışanlarına başta sanatçılar olmak üzere toplumun gösterdiği ilgi ve destek önümüzde yeni bir sayfanın açılmaya başlandığının işaretleri olarak okunmalıdır. Direnişler, kazanımlar sadece bu saydığımız yerlerle de sınırlı kalmadı ve sektörün başka yerlerinde de eylemlilikler gerçekleştirildi. 

İşçi sınıfı 15 Temmuz'un yarattığı ' terör edebiyatı ' nedeniyle ürkeklik içerisine girmişti. Metal sektöründe yaşanılan ve ' metal fırtına ' olarak isimlendirilen dalga bir kasırga etkisi doğurarak hızla yayılmış ve işçilerin talepleri karşılanarak geri çekilmişti. Erdoğan bu dönemde olağanüstü hal yetkilerini de kullanarak birçok grevi milli güvenlik gerekçesiyle yasaklamıştı. Kendini eleştiren TÜSİAD gibi burjuva örgütlerini onlar için yaptığı hizmeti görmezden gelmekle, nankörlükle suçlamıştı. 

Hem 15 Temmuz'un travmatik etkisinin  kaybolması, siyasi iktidarın bu söylemi enstrümanlaştırdığının anlaşılması hem de buhranın ağır etkisinin kendini göstermeye başlamasıyla beraber işçi sınıfının lokomotifi de harekete geçmeye başladı. Köstebeğin başını kaldırmasının, lokomotifin sirenlerini çalmaya başlamasının başlangıç olduğunu düşünüyoruz. Faturalarını yakan esnaflar, faturalarını iş yerlerine asan işverenler, elektrik şirketlerinin önünde gerçekleşen protesto eylemleri bir süre sonra büyük siyasetinde gündemine yerleşecektir. Kılıçdaroğlu'nun bireysel protestosu, Erdoğan'ın şapkadan tavşan çıkararak yoksulların babası olduğunu ispatlama gayretkeşliği siyaset sahnesindeki dekorun artık değiştiğinin ispatıdır. Bastırılan, ötelenen, yok sayılan sosyal mesele tüm ihtişamıyla toplumsal yaşamın ortasına inmiştir. Tüm meseleler artık sosyal olanı varsayarak sürdürülmek zorunda ise tarihsel olarak meselenin asıl sahibinin de konuşmasının vakti çoktan gelmiştir. Fiili grevler, direnişler, protestolar bunun işaretinden başka bir şey değildir.