İp, Balta Ve Mınare Parası

Yüksel Mert

MAZLUM

Evet... En son çare camideki yaşlı amcalara açmaktı derdini, belki onlar derdine çare arar, alay etmezlerdi mazlumla. Aslında daha önceleri camideki amcalara derdini açmayı düşünmemiş değildi mazlum.

Fakat namaz memurunun her gün ve özelde ise cuma günü, resmi ve gayri resmi diye tanımlanan yollarla halkı camiden bezdirmesi! Bu önceki düşünceyi çaresiz, son düşünce yapmıştı mazlumda.

Nihayet tüm cesaretini toplayarak Ulu Camii’nin yanma gelen Mazlum gözüne kestirdiği üçlü bir yaşlılar grubuna yöneldi caminin avlusu içerisinde ve ezilmişliğin tüm fiziki hatlarını sesine de sirayet ettirerek“Selamün aleyküm” dedi.

“Ve aleykümselam ve rahmetullahi ve beraktühu” dedi kısa boylu, kısacık sakallı, tıknaz yaşlı. Bir ara birbirlerine bakıştılar ve tekrar kendi aralarında ehemmiyete haiz konularına döndüler.

Selama mukabelede ön plana çıkan kısacık adam arkadaşlarına,“geçen gün Mehmet Hocanın camiine ceviz oymalı bir mimber yaptırdım. Allah’a şükür, azizim insanın içi açılıyor bir görünce, pahalı oldu ama değdi doğrusu.”

Diğer arkadaşları, bıyıksız olduklarından, en uygun tabirle bıyık üstünden gülümsediler.

Uzun boylu başında bir takkesi olan ve her hali ile yaşının da verdiği ip uçlan ile emekli amcalardan olduğu anlaşılan, diğer adam, mazlumun hala yanlarından ayrılmadığını görünce, “bir şey mi istedin çocuğum?” dedi.

“Şey amcalar ben., ben Allah rızası için bana yardımcı olmanızı istiyorum, paraya ihtiyacımız var.” O anda diğer arkadaşları olan, ortanca yaşlı, orta boylu. “Elin ayağın düzgün üstelik gençsin neden dileniyorsun?”

-Muhterem bunlar böyle alıştırılmış, hem Mehmet Hoca da camide demedi mi dilencilere para vermek caiz değildir diye?” Evet evet öyle dedi diyerek tasdik etti etine dolgun tıknaz olan yaşlı.

Kısacık adam: '‘Bizim caminin de avizesi tamiratta idi, imam efendinin dediğine göre yüz bin lira daha gerekliymiş!..”

Mazlum denilen bir insan yoktu oracıkta ve musalliler salatın sosyal boyutunu, böyle anlıyor böylece sergiliyorlardı…

Nihayet kısa boylu tıknaz olanları; “Haydi oğlum haydi git Allah versin” diyerek mazlumu kibarca defetti. Mazlum başka bir konuşmaya dalmış musalliler topluluğuna yöneldi caminin avlusu içerisinde.

O esnada namaz memuru, namaz elbiselerinin çıkarmış, sokak kıyafetiyle kapıdan çıkarken, fizikmen göz dolduruyordu. Elbisesi ve boynundaki iğneli kravatı ile.

Mazlumun cami cemaatine elini açtığını görünce, “cebine girecek paraları mazlumlara kanalize etmemek için, uzunca elini kaldırıp mikrofonik sesi ile beyefendi burası dilenme yeri değil lütfen terk ediniz burayı” deyiverdi.

Camideki amcaların derdine çare aramasını en son çare yapışının sebebi anlaşılıyordu mazlumun. Ve ciddi bir eziklik duyarak, içindekileri de Rabbi’ne izhar ederek çaresiz yöneldi çıktığı merdivenlerden inmeye.

Çıkış kapısına geldiğinde merdivenin alt basamağında belini sarmalayan bir kuşak ve toprağımsı çehresiyle, cehresi bir başkalık uyandıran, insana cesaret veren, genç bir adam elinde üç beş kağıt para sayıyordu.

Mazlum! bu genç adama yaklaşarak, “Abi Allah rızası için bana yardımcı olurmusunuz, paraya ihtiyacımız var” diyerek ıstırabını kemiksiz dili ile belki de son bir kez tekrarladı.

Genç adam müteessir ve mahzun bakışlarla, kendini bulduğu mazlumun ayna çehresine baktı, baktı baktı…Ve Kur’an’ın şu ilahi emirlerini hatırladı hemen: “Doğrusu insan hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu vermez. Ancak musalliler bunun dışındadır. Onlar ki salatlarına devam ederler. Mallarında belli bir hisse vardır, saile ve mahruma. Ceza gününü tasdik ederler. Rablerinin azabından korkarlar. Çünkü rablerinin azabından emin olunmaz. Irzlarını korurlar.”(Mearic 70/19-29)

Ve 2.000 lirayı çıkardı saydığı paraların arasından mazluma uzattı.

Topu topuna 13.000 lirası vardı elinde şu enflasyonizm ülkesinde ama bu mazlumlara yardım etmemek anlamına gelmezdi kuşkusuz.

Mazlum cüz’i de olsa, derdine derman bu genç adamın yardımına karşılık genç adamın ellerini öpmek isteyince, genç adam elini öptürmekten tenzih ederek şu ayeti sesli bir şekilde okumaya başladı: “"Biz sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız" ( 76/9-10)

Mazlum bu genç adamın davranışları ve okuduğu ayetler karşısında, sevinçten gözyaşlarının döküldüğü bir anda, konum ve zaman itibari ile psikolojik bir çıkarımla şu espriyi de söylemeden edemedi.“Elinizdeki parayı görünce, sizinde Minare parası diyeceğinizden korkmuştum. Yukarıdakiler minber, avize parası diyerek bir yardımda bulunmadılar da.”

Genç adam tebessüm etti bu espri karşısında mazlumun omzuna elini atarak; “Gel kardeşim şu çay ocağında birer çay içelim seninle” dedi.

İkisi birden kapıdan çıkarak çay ocağına doğru yöneldiler.

Genç adamın isminin Veli olduğu anlaşılmıştı konuşmalar esnasında.

Ve karşısında insan vardı Veli’nin, rajontik bir stille ve müstekbiri tavırlarla muhataba yaklaşmanın ve onu ezmenin bir alemi yoktu.

Veli’ler bundan beri idi.

Nihayet mazlumların ihtiyacının bu yolla teminini Kur’an’dan misaller getirerek tashih ve hal çaresi arayan Veli’nin. “Hasen amel”den ziyade “salih amel”e talip olduğu anlaşılıyordu.

Misyonunu ve ortamı iyi kullanan toprak çehreli, sırtı kuşaklı bu genç adam, Kur’an’ın tabiri ile “Evliva” idi. “İnanan erkekler ve kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emir ederler, kötülükten men ederler, salatı ikame eder, zekatı verirler. Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah daima üstündür, hikmet sa-hibidir.” ( 9/71)

Mazlum dilenciliğini unutmuş, hikmetli dostunun hikmetli sözleri karşısında başka bir aleme gitmişti adeta. Çaylar ikilenmiş iken, mazlumun ilk karşılaştığı üçlü yaşlılar grubu da çay ocağına girmiş ve mazlumla genç adama, fizikmen alttan, ruhen çok yükseklerden bakarak arkadaşlarım bitişik masaya davet etti kısacık tıknaz olan yaşlı.

Veli bu esnada Resulün (s.a.v.)’in dilencilikten pazar esnafı yaptığı adamın olayıni anlatıyordu. “İp ve balta ve esnaf olan dilenci” diye, sünnetteki esprinin inceliğini fısıldadı mazlumun kulağına.

Veli’nin bu söyledikleri mazlumu düşündürmeye başlamış, mazlum başı eğik bir şekilde dinliyordu söylenenleri.

O esnada kısa ve tıknaz olan yaşlı, yan masadan müdahale ederek.“Bırak oğlum bunlar nasihatten anlamazlar, alışmışlar bir kere, bu ne ip alır ne de balta bulsa bulsa hazır odun alır” dedi.

Veli üzülerek derin bir iç çekişiyle konuşmalarına müdahale eden yaşlı adama: “Amca bey bu gencinde bir gururu var, dilenmesi boşuna olmasa gerek.

Zaman ve zeminin müstekbirleri, bizleri ve bu kardeşleri kendi Karuni iştahları için kullanır olmuşlar.

Kasas süresinde anlatılır bu durum!

Meselelere Kur’an’dan sapmanın, bizlere kazandırdığı ayrı ayrı kimliklerden bakmadan genel Kur’an çerçevesinden bakmak lazım kanaatimce.

İşte o zaman müstekbir ve müstedafları daha iyi tanımlar ve infak olayını yani paylaşmayı daha derinden kavrarız.”

O esnada emekli memur amca: “Ne Karun’u, ne müstekbiri, ben anlamam öyle şeyleri evlat, benim anladığım devlet, bunlara yardımcı oluyor ama bunlar kötü alışmışlar ve sizde bunlara yardımcı oluyorsunuz. Olur mu a efendim,!..” diğerleri de emme basma tulumba gibi başlarını sallayarak teyit ettiler zihindaşlarını.

Artık söz mazlumun olsa gerekti.

Ve ayağa kalktı mazlum!

Camiye girdiği andan bu ana kadar tüm olan bitenlerin bir değerlendirmesini yaparak, ama “isyan tonunu yansıtan sesi” ile, ben “ip” ve “balta” almayacağım.

Çünkü orman yok buralarda…

Ama Veli ağabeyin anlattığı ve beni şu anda aydınlattığı, “Kur’an- ı alacağım” alacağım ki, cami önlerindeki mazlumlara okuyacağım.

Mazlumlar “Firavun”u, “Karun”u ve “Belam”ları tanıyacaklar…

Sizler ceviz oymalı mimlerlerinizi, avizelerinizi yapın, yaptırın bakalım, taşlara ve duvarlara yedirin paralarınızı ama insanları beni hor görün.

Duvarların ve taşların ahi çöküşleridir.

Benim ahım şimdi ve de sizlere!..”

Mazlum bunları söylerken yumruklarının, kaşlarının ve çehresinin ve tüm bir bedeninin tir tir titrediğinin farkında değildi.

Ani bir çıkışla terk etti musallilerin uğradığı çay ocağını.

O günden sonra mazlumu kimsecikler görmedi o civarlarda.

Şimdi ulu caminin önünde, namaz memurunun kıldırdığı namazlardan sonra “Ancak musalliler müstesna” ayetinin esprisindeki heybeti ve celadeti yaşamak için, bir başına niyaza duran ve elindeki Kur’an’la insanlara dilinin döndüğünce Rabbi’nin emirlerini, peygamberi bir düsturize içinde, apaçık, erkekçe ve mertçe 5/67) hatırlatan, küçük çekirdek tezgahı olan, bir satıcı gürdüyseniz; ve caminin dırar sıfatının tezahürünü taşıyan uysal cemaatinin de“sapık bu adam” dedikleri, o genç işte mazlumdur.

Dilencilikten infâka...

İnsanların susadığı hakikatleri, insanlara, insanla, insanda, insanca ve MÜSLÜMAN’ca infak eden mazlum.

Mazlumun şahsında tüm yeryüzü mazlumlarına selam olsun…

Yüksel Mert