Bu yazıda Türk muhafazakârlığı üzerine sosyolojik bir deneme ortaya konacaktır. Muhafazakârlık, muhafaza etmek kökünden gelmekte olup eskiyi, mevcut olanı ve de geleneksel olanı koruma anlamına gelmektedir. Muhafazakârlık kavramı bütün toplumlarda mevcut olmakla birlikte bize özgü olanı ise Türk muhafazakârlığı olarak ifade edilmektedir.
Bizde konu ideolojik bir düzlemde ele alınmakta olup; milliyetçilik, İslamcılık ve sağcılık olarak telakki edilmektedir. Tanzimat’la birlikte bizim sözde aydınların batıya olan hayranlıkları sonrasında biraz da bu düşünceye tepki olarak ortaya çıkmış bir durumdur. Yaşadığınız çevrenizde mutlaka muhafazakâr insanlar mevcuttur dolayısıyla bunlar tarif edilirken genellikle “İmam, Hacı, Hoca” olarak ifade edilir.
Buradan da anlaşılacağı üzere toplumun bu konuda ki algısı inanç temelli olmaktadır. Hele bir de imamın oğluysanız, isminiz “İmam” veya “İmam’ın Oğlu” olarak ifade edilecektir. Bu yakıştırma sonrasında o çocuk görünmez kalıplar içerisinde psikolojik ve toplumsal baskı altına alınmış olmaktadır. Yaptığı her hareket ve aksiyon yakın takibe alınarak sorgulanacaktır. Eğitimi, yaşı, mesleği, statüsü ne olursa olsun üzerine yapışan bu etiketten kurtulması mümkün değildir. Aradan yıllar da geçse, köprülerin altından çok sular akmış da olsa durum değişmeyecek, yakın çevresi ve tanıdıkları için o “İmam’ın Oğlu” olmaya devam edecektir. Ortaya çıkan bu toplumsal baskı sonrasında zaman içerisinde biraz da tepkisel olarak içinden çıktığı topluma muhalif bir tutum alması da söz konusu olacaktır.
İş öyle bir noktaya gelecektir ki muhafazakârlığın sembolü olan imamlıktan istifa edip karşı mahallenin sembolü olan İmamoğlu’na savrulması kimseyi şaşırtmayacaktır. Bizim aydınımız okudukça savrulması ile meşhurdur. Okudukça kendisini aydın ve entelektüel olarak görerek geçmişteki tüm kutsal ve değerlerine sırt çevirmesi tecrübeyle sabittir. Geleneksel değerlerinin ve inancının onu geri bıraktığı düşüncesi ile her şeyi ile bunları terk edip batılı olan tüm değerleri benimser ise kurtuluşa ereceği vehmi ile yok olup gitmektedir.
Oysaki toplumdaki muhafazakâr insanlar gelişmeye ve tekâmüle karşı değildir. Dünyada ki tüm olumlu gelişme ve yeniklere açık olup onu olduğu gibi değil de kendi bünyesine uyacak şekilde alma eğilimdedir. Diğerleri ile ayrıldıkları temel nokta burası olmaktadır, bu durum geçmişte de böyleydi, gelecekte de muhtemelen bu şekilde olmaya devam edecektir.
Sonuç olarak; muhafazakârları temsilen “İmam’ın Oğlu” zaman içerisinde içinde bulunduğu şartların da etkisiyle büyük aydınlanma ve savrulmayla batıyı temsil eden “İmamoğlu” zihniyetine evrilmiştir. Ne diyelim tercih kendisinin, mübarek olsun. Bu arada imam babasının kıyamete kadar kemikleri sızlayacakmış kimin umurunda.
Esenlik dileklerimle,
Erol Aydın