İlhan Eriş ağabeyin ardından

Hacı Hüseyin Kılınç

Mutlu geçen çocukluktan çıkıp erişkinlerin dünyasına adım atmak cenneti yitirmek gibidir herhalde. Gerçi Freud farkında olmadan bu dönemde de bilinçaltının adeta bir savaş alanına döndüğünü söylemişti. Çocuk psikanalistleri bu metaforları daha erken evrelere bebekliğe kadar geri götürmüşlerdi. Bu bebeğin, çocuğun ebeveynleriyle kurduğu dünyanın metaforları. Bir de çevre var büyüdüğümüz sokaklar, kendi raconlarına göre bizi davranmaya zorlayan mahalle dinamikleri, komşular vs...

Türkiye toplumu çok hızlı sosyolojik süreçler yaşayan bir toplum. Daha bir süreci tamamlayamadan kendisini hızla başka bir sürecin karmaşası içerisinde buluyor. Köyden hızla şehirlere akan ve büyük çoğunluğu gecekondularda mukim olan nüfus, 80’lerde hızlı biçimde apartmanlarda yaşamaya başladıktan sonra eski gecekondu bölgelerinin büyük bir bölümü 2000’li yıllardan sonra gökdelen denilen akıllı binalara ve etrafı güvenlikli sitelere dönüştü. Davranış tarzlarımız da yaşanılan anomalinin etkisiyle hızla değişti. 

Köyden, kasabadan, gecekondudan nispeten kontrol edilebilir bir dünyadan, kişiyi kuşatan ve güvenlik algısı içinde tutan bir yaşamdan kaosun, karmaşanın , kontrol duygusunun yitirildiği bir mobilitenin içerisine savrulduk. En büyük değişimlerden birisi Türkiye’nin kırsal dünyasında gerçekleşti. Büyükşehir statüsü edinen kentlerde köyler idari bir birim olmaktan çıkartılıp mahalleye dönüştürüldü. Kentler çeperindeki köylere doğru genişlemeye, doğanın talanına dayalı sermaye birikim modeli  ise köylerin artık bir adacık halinde dışarıya kapalı olarak yaşamasına izin vermemeye başladı. Türkiye’nin köylerinin neredeyse büyük bir bölümü klasik köy olmaktan uzaklaştı. 

Köy birebir ilişkilerin yoğunluğu, pazarın tazyiki altında üretim yapılsa da imece usulü dayanışmacı ilişkilere de izin veren yapısı, çoğu kez doğaya yabancılaşmamışlığı içinde, insanı bir taraftan baskılarken diğer taraftan da kontrol mekanizmalarının güçlülüğü ile güvenlikli bir çevrede yaşadığı duygusu bırakan bir sosyal habitusa izin veriyordu. Bu dünya çocuk için hem çalışmanın hem de oyunun dünyasıydı. Çalışırken doğaya karşı bir mücadele veriyor, mevsimlerin döngüsüne uyum sağlıyor ve emeği çoğu kez bir oyuna dönüştürüyordunuz.

Sadede gelip bu kadar edebiyatı neden yaptığımı anlatayım. Artık çocukluk imgelerimin gözümün önünden yavaş yavaş çekildiği bir çağa geldim. Benim doğduğum yıllardan üniversiteyi kazanıp ayrıldığım, uzunca bir ayrılıktan sonra yeniden döndüğümde bambaşka bir dünya olarak bulduğum Suluca’nın köy olduğu zamanlarında  İlhan abi  iki berberinden biriydi. Baraka gibi küçücük bir dükkanda sanatını icra ederdi. Dükkan sırtını beton bir binaya dayamasa ayakta duramazdı herhalde. 

İlhan abiye traş olmaya daha çok çocuklar ve gençler gelirdi. Film Halil olarak bildiğimiz rahmetli Halil abinin dükkanına yaşlı ve daha oturaklı adamlar giderdi. Aralarında bir tezat da vardı film fanatik bir Adanaspor’lu iken İlhan abi de bir o kadar fanatik Adana Demirspor’luydu. İkisinin dükkanı da köyün tam ortasında bulunurdu. Bu dükkanlar gırgırın, şamatanın, mavranın ve her türlü yarenliğinde döndüğü yerlerdi. 

Babamdan ilk ve son tokadımı İlhan abinin berber dükkanında yemiştim. Geniş ailenin biraz şımarık yetiştirilen bir çocuğu olduğumdan uzun saç modasına uyarak saçlarımı kestirmek istemezdim. Okula başlayınca berber koltuğuna oturtulmuş, saçlarımın makinaya vurulmasına direniyordum. Babamdan ilk azarı da onun koltuğunda duymuştum. Ergen olup da bıyıklarım tüylenmeye, yüzüm sivilcelenmeye, yanaklarım kıllanmaya başladığında da suratıma ilk ustura yine onun berber dükkanında değmişti.

İlhan abi sevimli, yumuşak, şakacı ömrünün sonuna kadar Demirspor’a ve futbola düşkün biri olarak kaldı. Köyde futbola merakın çok yoğun olduğu dönemlerde mavi lacivert renklerden bir takım kurmuş, bu takımın kaptanlığını ve hocalığını yapmış, ben de formasını giymiştim. Yıllarca Demirspor’un maçlarını tribünlerden takip etmiştir. Ben de onunla maç izlediğim günleri daha dünmüş gibi hatırlıyorum. Futbol o dönemlerde dışarıyla iletişimi zayıf, kapalı bir köy hüviyetinin dışına çıkamamış Suluca’nın en önemli eğlence kaynağıydı. İlhan abi hafif göbeği, sırtında mavi lacivert forması,  elindeki berber makası ile çocukluk imgelemimin en sevimli kahramanlarından birisi hala. 

Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Saygıyla/ sevgiyle anıyorum.