Araf Komedyanın ikinci kitabıdır. İşledikleri günahlardan kurtulma imkânına sahip olanların bulunduğu yerdir. Cehennemdekiler mahşere kadar burada kalmaya mahkûm edilmiş iken Araf’takilere günahlarından arınıp Cennet’e gidebilme fırsatı tanınmıştır. Günahların affedilmesi ya duyulan derin pişmanlıkla ya da yakınlarının bağışlanması için gösterdikleri çabayla mümkündür. Bu yolculuğu boyunca da Dante’ye yine Vergilius eşlik eder. Araf’ın girişinde onları Lucia karşılar, Beatrice’in karşısına ise Mathilda çıkartır. Cimrilik katına geldiklerinde Latinlerin büyük şairi Statius ile karşılaşırlar. Statius bu katta bulunmasına karşılık aslında çektiği cezanın nedeni cimrilik değildir. Şair inanmış bir Hıristiyan olmasına rağmen korkudan bir pagan gibi davrandığı için cezaya çarptırılmıştır. Asıl suçu bu olmasına rağmen Araf’taki yolculukta tesadüf eseri bu katta karşılaşmışlardır. Statius bir süre ikilinin yolculuğuna iştirak eder.
Araf bir dağdır. Sarp, geçit vermez ve uçurumlarla doludur. Yükseldikçe yapısı değişir ve giderek cenneti anımsatır. Günahlardan arınılıp zirvesine yaklaşıldıkça kurtulma umudu artanları bir hafiflik ve neşe kaplar. Bu cennete yaklaşmış olmanın verdiği mutluluktur. Araf’ın yedi günahı simgeleyen katları vardır. Bunlar böbürlenme, kıskançlık, cimrilik, öfke, oburluk, şehvet ve tembelliktir. Cehennemin dokuzuncu katından sağ salim kurtulup Araf’a giriş yapan Dante’nin alnına bu yedi günahı simgeleyen mühür vurulur. Her katın girişinde o günahı simgeleyen mühür silinir. Arınma işlemi dünyasal zamanla yüzlerce yıl alabilir. Statius ’un cimrilik katındaki bekleme süresi dört yüz yılı bulmuştu.
Araf cehennem ile cennet arasındaki bölgededir. Coğrafya İlahi Komedya için çok önemlidir. Olaylara, ruhlara, ağaçlara, nehirlere, geçitlere, hendek ve taraçalara rengini verir. Dante herkes gibi Aristoteles’in ana çizgilerini tasvir ettiği İskenderiyeli Ptolemaios’un ise nihai şeklini verdiği bir evren anlayışına sahipti. Bu anlayış Galileo Galile’ye kadar devam etmişti. Bu anlayışa göre dünya evrenin merkezinde hareketsiz olarak bulunuyordu. Etrafında dokuz melek düzenine karşılık gelen dokuz eşmerkezli küre vardı. İlk yedi küreyi Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn, sekizincisini sabit yıldızlar göğü, dokuzuncusunu her şeyin ilk devindiricisi kristal küre oluşturur. Kristal kürenin etrafında Arşıâlâ onun içinde Kutsal Gül onun merkezinde ise Tanrı bulunur. Bu evren tasavvuruna göre insanlar Kudüs’ün merkezinde olduğu kuzey yarıkürede yaşıyordu. Çünkü yaşam sadece burada mümkündü. Güney yarı kürede Araf, tepesinde ise Cennet vardı. Cehennem Kudüs’ün altında, ters çevrilmiş bir koni biçimindeydi. Lücifer yani şeytan Cehennemin merkezinde dokuzuncu katta bulunuyordu. Lücifer ’in Cehenneme düşüşü sırasında çıkan topraklar Araf’ı meydana çıkarmıştı. Cehenneme giriş Akherondan, Araf a giriş Lehte üzerinden gerçekleşiyordu. Cehennemin ilk beş dairesi yukarı kısmını geri kalan dördü aşağı kısmı meydana getiriyordu. İnsanlar yüzlerce yıl Aristoteles’in temellerini attığı böylesi bir kâinat tasavvuruna inandı. Bunu kabul etmeyenler ateşte yakıldılar veya Galileo gibi bildiklerini inkâr etmek zorunda kaldılar. Kâinatın merkezinde Tanrı bulunuyordu, fakat insanlardan çok uzaktaydı. Yaşam onun yani ilk devindiricinin hareketi ile başlamıştı.
Cennet ve cehennem düşüncesi insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte Araf fikriyatı bu ikisinden çok sonra doğmuştur. Dr. Hikmet Kıvılcımlı ‘ Allah, Peygamber, Kitap ‘ ismiyle derlenen kitabında cennetin Van Gölü ve çevresi olduğunu iddia etmişti. Aşağı Mezopotamya’nın kurak, bataklık ortamının aksine kuzeye doğru çıkıldıkça hava değişiyor hele Van Gölü etrafına gelindiğinde bambaşka bir dünya ile karşılaşılıyordu. Kuzeydeki Medlerin Babil ve Asur’a saldırıları sayesinde karşılıklı etkileşim ortaya çıkmıştı. İlk defa çok farklı bir coğrafya ile karşılaşan güneyliler imgelemlerinde burayı Cennet olarak hayal etmişlerdi. Tanrıların varlığı korkuya dayandığı için onu memnun etmek ve karşılığında da ödüllendirilmek düşüncesi zorunlu olarak doğmuştu. Cezada bunun yine doğal bir sonucuydu. Ama Araf düşüncesi çok sonra karşımıza çıkacaktı. Alice K.Turner ‘ Cehennem ‘ isimli kitabında Araf fikriyatının kaynağını enkarnasyon döngülerine dayandırır. İskenderiyeli Origenes’in varlığın yeniden Tanrı’ya kavuşacağı düşüncesi Augistinus tarafından kesin olarak reddedilmişti. Musevilikte de Limbus’u ima eden şeyler vardır. Limbus Cehennem yolculuğu başlamadan önce dinlenilen bölgedir. Bir tür istirahat, soluklanma yeridir. Dante Hıristiyanlığı girmek şansından yoksun kalanlara burada rastlamıştı. Bunların çoğunluğu iyi niyetli paganlardı ve ustası Vergilius’da bunların arasında yer alıyordu. Araf düşüncesi nihai olarak 1253 yılında toplanan Trent Konsili ile kabul edildi.
Araf fikriyatındaki merkezi öge Bakire Meryem’dir. Meryem bağışlamanın, merhametin ve cömertliğin kaynağıydı. İsa varlığında üç niteliği buluşturduğundan cezalandırıcı bir kimliği de vardı. İnsanlık ona karşı affedilmez bir günah işlediğinden vereceği cezaya da rıza gösterecekti. 4 ve 5.yüzyıllardan itibaren Meryem’in rolü belirginleşmeye başladı. Bağışlayıcı Meryem giderek bir arabulucuya dönüştü. Kilise Meryem’e doğaüstü güçler yüklemeye başladı. Vaftizci Yahya’nın rolünü şimdi Meryem çalmıştı. Protestanlık bu düşünceye şiddetle karşı çıktı. Çünkü insanla Tanrı arasında bir aracıyı kabul etmiyordu. Protestanlıkta Araf yoktur bu Katoliklere has bir düşüncedir. Araf fikri Kilise’nin elinde çöküşün ve yozlaşmanın da gerekçesi haline geldi. Günahın ezeliliği düşüncesinden uzaklaşılması kiliseye müthiş bir avantaj sağlıyordu. Kilise günahın bağışlanmasına aracılık edebilirdi ve sonuna kadar da etti. Bu teolojik ama kaynakları dünyevi olan yaklaşım kiliseyi hem bu dünyanın hem de öteki dünyanın gerçek iktidarı yaptı. İsa, Tanrı ve Meryem ve azizler kilise sermayesi haline geldiler. Ama yine de bu düşüncede ancak diyalektiğin nüfuz edebileceği çelişkiler bulunuyordu.
Cehennemden farklı olarak Araf’ta öncelikle erdemlerden bahsedilir. Her günahın karşılığı olan bir erdem vardır. Cimriliğin karşısında diğerkâmlık, oburluğun karşısında yalınlık bulunur. Öfke iyi ve kötü olarak ikiye ayrılır. Günah olan ahlaktan, haysiyetten, dürüstlükten yoksun kör öfkedir. Şehvetin karşısında ilahi aşk yüceltilir. Her katta günahlarından arınanlar Dante’ye içlerini döker, pişmanlıklarını belirtirler. Konuşmak onları rehabilite eder. Araf’takiler çoğunluk Dante’nin hemşerileridir. Dante onlarla konuşmalarında İtalyanları bekleyen felaketleri muştular. Her şey yozlaşmıştır, çürümekte ve yok olmaktadır. İnsanları kötü bir sonsuz beklemektedir. İktidar, para, servet her şeyi çığırından çıkarmaktadır. Dante’nin yaşadıkları, haklılıkları, dil üzerine tartışmalar kantoların konusunu oluşturur. Dante çoğunluk bir yalvaç gibi, peygamber gibi konuşur. Sanki kutsal bir kitap okuduğunuz hissine kapılırsınız. O yüzden Komedya üçüncü ahit muamelesi görmüştür.
Dante hem bedeniyle hem de zihniyle dinlediklerinden, işittiklerinden, tanık olduklarından etkilenir. Gözlerinden yaşlar akar, umutsuzluğa sürüklenir, diz çöküp sığınacak birini arar. Öfkelenir, hiddetlenir ve yaşadığı tarihsel olayları aktararak kendini haklı çıkarmaya çalışır. Komedya bu anlamda oto biyografik bir yapıttır. Hakkında çok az bilgi sahibi olabildiğimiz şairi yine en iyi Komedya aracılığıyla tanırız. Kısaca Komedya arayanın çok şey bulacağı zengin bir kaynaktır. Dante’nin de dediği gibi ‘ bu dağ öyle bir dağdır ki,- başlangıcı çok sarptır, ama yükseklik arttıkça zorluk azalır. ‘ Bir Dante hayranı olan Marx bu dizeleri Kapital’de epiğraf olarak kullanmıştı. Evet başlangıçta zorluk vardır yeter ki tembelliği, ataleti, konformizm zırhını atmasını bilelim gerisi çok kolaydır.