İktidarın Seçim Korkusu

Hacı Hüseyin Kılınç

Türkiye büyük bir değişimin eşiğinde. Tarihi seçime sayılı günler kaldı. Kararsızlıklar, tereddütler, sorgulamalar geride kalacak sandık başına gidip ülkemizle ilgili kritik bir tercihte bulunacağız. Bu seçimle, meşruiyetini plebisiter destekten alan bir diktaya ya devam ya da dur diyeceğiz. Her seçim önemlidir ve toplumdaki mevcut siyasi güç ilişkilerinin bir haritasını önümüze serer. Ama toplumsal ilişkilerde durağan olmayıp akışkan ve değişkendir. Toplumun seçimlere yansıyan siyasi tercihi her zaman toplumdaki dip akıntılarını yansıtmaz. Bunu anlamak için sismik gözlemlere ihtiyaç vardır. 

Toplumun büyük bir değişim beklentisi içinde olduğunu gözlemliyor ve hissediyoruz. Sokaktaki insan seçimleri değişimi başlatmak için fırsat olarak görüyor ve bu fırsatı bir kararlılığa çevirmek istiyor. Değişim beklentisi boşa çıktığında mevcut iktidar kendini konsolide etmiş ve yola daha bir kararlılıkla devam etmiş olacak. Kaybettiğinde yeni bir başlangıç yapma fırsatına sahip olacağız. Bu başlangıç bir sihirli değnek değmiş gibi sorunların çözülmesi anlamına gelmeyecek. Susturulan, bastırılan, sesi kısılanlar kamusal müzakereye yeniden dahil olacak. Bu bile memleketteki havayı köklü bir biçimde değiştirmeye yetecek. 

Seçim bu anlamda ‘tarihi’ sıfatını hak etme karakterine sahip. Bu sıfatı yüklemek bu yüzden bir klişe değil. Toplumsal dizilişe bir göz attığımızda bunu net olarak görebiliyoruz. Bir yanda Heidegger’in ‘das man’, Agamben’in ‘çıplak hayat’ dediği statüye razı geniş bir kesim var. Bu kesim karizmatik olduğunu düşündüğü bir lidere tüm yetkiyi vermekten ve onun buyruğu altında yaşamaktan beis duymuyor. Çıplak bir varoluşa indirgenmiş hayatını liderin karizması altında sürdürmeyi tercih ediyor. Diğer yanda ise farklı kimliklere, siyasi eğilimlere ve gelecek perspektiflerine sahip bir ‘çokluk’ asgari müştereklere yeniden dönmek için birarada bulunuyor. Bu birlikteliğin asgari düzeyini en kaba biçimiyle demokratik değerler oluşturuyor. Bunun derinleşmesi, gelişmesi sonraki mücadelelerin konusu.

Bu nedenle seçime karşı bazı çevrelerin ileri sürdüğü kayıtsızlığı onaylamak mümkün değil. Seçimleri düzen güçlerinin iki bloğu arasındaki bir kayıkçı kavgasına indirgemek tam anlamıyla apolitik bir tutum. Her parlamenter seçim bir yönüyle böyle bir özelliğe sahiptir. Bunu fetişleştirmek parlamenter budalalığa saplanmaktır. Ama bu seçim öyle bir seçim hiç değil. Toplumun seçimlere ilgisi çok fazla ve muhtemeldir ki katılım oranı da çok yüksek olacak. Bu seçim siyasal öznelerin gerçek tercihlerini yansıttıkları bir seçim olamayacak. Seçim yukarıda ifade ettiğimiz gibi keyfiyetini, hukuksuzluğunu ve pervasızlığını plebisiter bir onaydan alan mevcut iktidarın yegane meşruiyet kaynağını elinden alacaktır. 

İktidar olmanın meşruiyet kaynakları çeşitlidir. Açık faşist diktatörlükler dışındaki tüm iktidar tipleri seçimler aracılığıyla meşruiyet edinmek ister. Bu her seçimin adil, dürüst, güvenilir ve eşit koşullarda yapıldığı anlamına gelmez. Yönetenler hem kendi taraftarlarına hem de dünya sistemindeki muhataplarına iktidarlarının kaynağının seçimli bir meşruiyete dayandığını ispatlamak zorunluluğu duyarlar. Dünya üzerinde teokratik diktatörlükler dışında iktidarların seçimle teyidi geniş bir mutabakat oluşturur. Bu mutabakat ancak devrimci durum ve neticesinde oluşacak ikili iktidar halinde krize girer. Ancak bu halde seçimler iktidarın meşruiyet kaynağı olmaktan çıkar. Çünkü devrim anları örgütlenmiş halk ile karşı devrim unsurlarını karşı karşıya getirir ve ‘gordion düğümü’, ancak bir kılıç darbesiyle çözülür. 

Mevcut iktidar bugüne kadar meşruiyetini seçimden aldı. Bu meşruiyetinin lekesiz olduğu anlamına gelmiyor. Son seçimlere hilenin karışmadığını, oyunun kurallarının değiştirilmediğini, seçim kanunlarıyla sürekli oynanmadığını kimse inkar edemez. Bugün gelinen aşamada iktidar oyunun kurallarını ne kadar kendi lehine düzenlemiş olursa olsun gündemi belirleyememekte, geçmişte işine yarayan argümanlar birer klişe haline gelmektedir. Ekonomik krizin ulaştığı düzey iktidarın ayaklarının altındaki zemini kayganlaştırmıştır. Kılıçdaoğlu kısacık videolarla kutuplaşma siyasetinin altındaki zemini önemli ölçüde boşaltmıştır. Alevi olmanın bir yük olmadığı, Kürtlerle aynı zeminde varolmanın dünyanın sonu olmadığı anlaşılmıştır. Türkiye toplumu demokratik birikimi ile korkulara teslim olmayacağını, plebisiter bir dikta altında daha fazla yaşamaya tahammülü kalmadığını 14 Mayıs akşamı tüm dünyaya ispatlayacak. Plebisiter seçimler aracılığıyla bir istibdad düzeni inşa eden iktidarın yıkımı yine bir seçimle tescillenmiş olacak.