Seçime kritik günler kala iktidar sözcülerinin ağzından kaybettiklerini anladıkları anda seçim sonuçlarını kabullenmeme yönünde açıklamalar gelmeye başladı. Muhalefet sözcüleri seçmeni nezdinde umutsuzluk yaratmamak için bu kaygılarını bugüne kadar hasır altı etmeye çalışmış ve böyle bir düşünceyi kafalardan silmek için uğraşmıştı. Ancak seçimlere az bir zaman kala iktidar adına konuşanlar kaybettikleri taktirde bunun bir darbe anlamına geleceğini söylüyor. İktidarın ağzındaki darbe lafı klasik bir darbeyi ima etmiyor. Pretoryen bir rejimin hamisi ve sözcüsü olan ordu çizdiği sınırlar aşıldığında kılıcını atıp iktidara doğrudan el koyardı. Asıl iktidar gücü olarak sivil siyasete geçilinceye kadar perde arkasından teknokrat hükumetlere destek verir ya da doğrudan idareyi kendisi ele alırdı. AKP sözcülerinin sandık yolu ile darbeden ima ettikleri böyle bir şey değil. Onlar doğrudan 15 Temmuz kalkışmasına gönderme yaparak muhalefet kazandığı taktirde ortaya çıkan sonucun 15 Temmuz'un hedeflerinden farklı olmayacağını söylüyor. 15 Temmuz'da seçilmiş iktidara karşı cemaatin merkezinde olduğu bir darbe girişiminde bulunuldu, o gün sonuç alamayan güçler şimdi seçimler ile aynı hedefe ulaşmak istiyor diyorlar. Bu aslında seçimin iktidarın kaynağı, meşruiyetin dayanağı olduğunu kabullenmemek anlamına geliyor.
İktidar sözcüleri geldikleri aşamada muhalefeti meşru bir siyasi oluşum olarak görmediklerini beyan ediyorlar. Onlara göre yasal olmayan unsurlar ile terör örgütleri muhalefet kılığına girmiş biçimde amaçlarına seçim yoluyla ulaşmak istiyorlar. Terörle ulaşamadıkları hedeflerine, darbe ile değiştiremedikleri iktidara görünüşte legaliteyi istismar ederek varmayı planlıyorlar. Eğer muhalefet 14 Mayıs'da seçimleri kazanırsa milletin iktidarı vermemesi gerektiğini salık veriyorlar. Kaybettiklerinde bunun uluslararası komplonun sonucu olacağını ilan ediyorlar. Seçimlerin salt seçim olmaktan çıktığını bağımsızlık meselesine dönüştüğünü, kaybettiklerinde ülkenin tıpkı düşman istilasına uğramasında olduğu gibi bir işgal girişimi ile karşı karşıya kalacağını söylüyorlar. Bu söylemin kutuplaşmış bir siyasetin doğal sonucu olduğunu ileri sürmek saflık olacaktır. İktidarın böylesine ajite ettiği bir tabanın kaybettiğini anlamaya başladığı anda nümayiş yapmayacağının, iktidarı bırakmamak için şimdiden öngöremediğimiz bir takım girişimlerde bulunmayacağının hiçbir garantisi yoktur.
Bu söylemlerin sahipleri hala iktidarı kullanıyor ve iş başında bulunuyorlar. Bu sözler AKP'nin sıradan üyelerinden, yerel sözcülerinin ağzından çıkmıyor. Halkın muhalefete cumhurbaşkanlığı makamını bırakmamasını söyleyen bizzat şimdiki Cumhurbaşkanı. Seçimi muhalefetin kazanmasının darbe anlamına geleceğini söyleyen kişi ise ülkenin güvenliğinin emanet edildiği İçişleri Bakanı. Seçim konuşmasında ' vurmanın ve öldürmenin de zamanın geleceğini ' söyleyen ise malum kalkışmanın şaibeli figürü olan Milli Savunma Bakanı. Türkiye tarihinin en önemli seçimlerinden birine böylesi bir atmosfer altında gidiyor. Bir seçimin güvenli, huzurlu ve adil biçimde geçmesini sağlayacak kurumların yerinde yeller esiyor. Seçimle ilgili her kurum canhıraş biçimde mevcut iktidarın seçimleri kazanması için çalışıyor. 22 yıllık iktidarın sonucunda tam bir devlet-parti bütünleşmesi yaşanıyor. Modern iktidar teknolojisinde iktidarın sürekliliğini sağlayan kuvvet bürokrasidir. Yasal ve ussal biçimde örgütlenmiş, liyakate dayalı bir atama ve terfi sistemi ile çalışan bu güç devlet aygıtının omurgasını oluşturur. Seçimler yoluyla iktidarı alan siyasal partiler ise iktidar direksiyonuna kurularak bu kuvvetin gideceği istikamete yön verir. İktidarda kalma ömrü seçildiği süre ile sınırlıdır. Yasal, teminat altına alınmış ve yargı güvencesi altında yapılan seçimler aracılığı ile kaybettiğinde yerini kazanana devreder.
Şu yukarıda kısaca değindiğimiz olağan prosedürün varlığının bugün ülkemizde büyük risk altında olduğunu söylemek hiç de paranoya olmayacaktır. Seçimin teminatı sayılması gerekli kurumlar iktidarın her hangi bir aparatından farksızdır. Anayasal teminat altında bulunmalarına rağmen siyaseten aldıkları talimatlara harfiyen uymaktadırlar. Böylesi bir konjonktürde seçimin güvencesi kurumlar olmaktan çıkmış muhalefet kendi imkanları ile bunu sağlayacağını duyurmuştur. Seçimi adil ve tarafsız bir biçimde yönetmesi gerekli kurum olan Yüksek Seçim Kurulu'nun yapısı ile oynanmış ve iktidar burasını kendi ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemiştir. Bu kritik süreçte YSK üst üste kritik kararlar alarak bağımsızlığına büyük bir leke düşürmüştür. 1- Erdoğan'ın yasal süresi dolmasına ve bir daha aday olma ihtimali bulunmamasına rağmen Anayasayı son derece keyfi bir biçimde yorumlayarak aday olmasına bir engel olmadığı yönünde karar almıştır. 2- Erdoğan'ın yasal olarak ülkeyi seçime götürme, seçim tarihi verme hakkı olmadığı halde bu açık hukuksuzluğa sesini çıkarmamıştır. 3- Anayasal olarak İçişleri, Adalet ve Ulaştırma Bakanlığı gibi seçimden ve güvenliğinden sorumlu bakanların son 45 gün görevlerini bırakmaları gerektiği halde bu durumu sakıncalı görmemiştir. Türkiye tarihinin en kritik seçimine her biri partizan kimlikleri ile tanınan bu bakanların sevk ve idaresinde gidecektir. 4- CHP ile İYİ Parti 16 ilde ortak liste ile seçime gitmelerine rağmen bu durum oy pusulalarına yansıtılmamıştır. 5-Seçimin yönetimi YSK'da olmasına rağmen TRT ekranları Cumhurbaşkanı adaylarına eşit ve adil davranmamaktadır. Ekran görünürlüğü açısından mevcut cumhurbaşkanı lehine açık bir ayrımcılık yapılmaktadır. 6- Son olarak Cumhurbaşkanı bir siyasi partinin de lideri olmasına rağmen devlet imkanlarını sonuna kadar kullanmakta ve bu imkanlardan yararlanarak seçime gitmektedir.
Daha da arttırılabilecek benzer uygulamalar altında Türkiye bir seçime gidiyor. Kaybettiklerinde centilmenlik içinde iktidarı bırakması gerekenler kendilerini artık devletin sahibi gördükleri için oturdukları makamlara da özel mülkleri gibi bakıyorlar. Devlet iktidarı seçimler aracılığıyla el değiştiren bir yer olmaktan çıkmış adeta birileri için müktesep bir hakka dönüşmüş. Bu uzun sürmüş iktidarların tutuldukları bir iktidar hastalığı aslında. 73 yıl iktidarda kalan 14.Lou'de kendini iktidarın bedenleşmiş hali olarak görüyor ve 'devlet benim' diyordu. AKP sözcüleri de iktidarı bırakmak konusunda gönülsüz davranarak, muhalefeti darbecilikle suçlayarak her olasılığa açık olduklarını ima ediyorlar. Maalesef Türkiye seçim aracılığıyla ya mevcut iktidarın devam edeceği ya da son bulacağı normal , olağan bir seçime değilde iki düşman kuvvetin kozlarını nihai bir savaşla paylaşacakları bir yere sürükleniyor görüntüsü veriyor. Bu görüntünün kimseye bir faydası olmayacaktır. Buna yeltenenler büyük kaybedecektir. Suçla dolu dosyalarına belki de en büyük cürmü işleyerek tarihin lanetlileri arasına kaydolacaklardır. Bugün her zamankinden daha serinkanlı biçimde ülkemizi böyle bir maceradan uzak tutmak için soğukkanlı davranmamız gerekli günlerden geçiyoruz.