31 Mart 2019 yerel seçimlerinin üzerinden bugün itibariyle iki yıllık bir süre geçmiş olacak. Eskilerin deyimiyle otopsi yapabilmek için ne çok geç ne de çok erken bir zaman dilimi. Bu seçimler neticesinde AKP'nin büyük şehirlerdeki yirmi beş yıllık kesintisiz süren saltanatına son verildi. Yalnız büyük şehirlerde değil Kürt coğrafyasının büyük illeri ve ilçelerinde de bu parti seçimleri kaybetti. AKP açısından 7 Haziran 2015 genel seçimlerine benzeyen ağır bir hezimet tablosu ortaya çıkmıştı. Tıpkı o seçimlerde olduğu gibi AKP liderliği yenilgiyi normal bir sonuç olarak karşılamadı. Tarihindeki her seçimi bir tür plebisite dönüştürüp hem küresel hem de yerel aktörlere iktidarının meşruiyetini sandıktan edindiği rıza üzerinden onaylatan bu parti seçim kaybetmenin kendisi açısından yaratacağı yıkıcı sonuçların herkesten daha çok farkındaydı. İşte bu nedenle nasıl 7 Haziran 2015 seçimlerinin ürettiği yeni siyasal tabloyu, güç dengelerini kabul etmeyip Türkiye'yi Kasım ayında yapılacak seçimlere giderken adeta bir ateşin içine atmaktan çekinmediyse özellikle İstanbul seçimlerinin yarattığı ağır hasarı da bir türlü kabullenmeyerek sudan bahanelerle tekrarlattığı seçimlerde bu kez daha ağır bir yenilgiyle karşılaştı.
Elde edilen bu başarıda her şeyden önce milyonlarca insanın AKP iktidarından kurtulma, ona ağır bir ders verme isteği yatıyordu. Gezi sonrası içine girilen korku iklimi, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası ilan edilen OHAL'lerle daha da kesifleşirken bu iktidara direnen toplumsal güçler kafalarını, ancak seçim sandığı önlerine konulduğunda kaldırabiliyordu. Her on yılda yapılan darbelerle demokratik alışkanlıkları sürekli bıçakla kesilir gibi kesilen, toplumsal örgütlülükleri ya dağıtılan ya da tepeden müdahalelerle içi boşaltılan Türkiye toplumu açısından seçimlerle iktidarları değiştirmek imkanına sahip olabilmek asla vazgeçemeyeceği bir alışkanlıktır. Darbeleri sineye çeken, desteklediği liderler asılırken, hapsedilirken bunları çoğu kez sesini çıkarmadan seyreden bu toplum seçimlerin gelmesini bıktığı, usandığı iktidarlardan hesap sormayı sabırsızlıkla bekler. 31 Mart seçimleri de işte böylesi bir atmosferde gerçekleşti. Çoğu yerde adaylardan ziyade Erdoğan'a ders vermek, sınır tanımayan iktidarına had bildirmek milyonlarca insanın ortak özlemiydi.
Kuşkusuz bu seçimlerde Erdoğan başta aday tercihleri olmak üzere pek çok yanlış yaptı. Erdoğan FETÖ ile iltisaklı olduklarını düşündüğü Belediye Başkanlarını metal yorgunluğu bahanesiyle görevden alırken asıl yorgunluğun, asabiye kaybının kendi teşkilatlarında ve tabanında başladığını unutuyordu. Burada bir parantez açarak ilerleyelim; AKP'nin önceli olan Refah Partisi 1994 mahalli seçimlerinde İstanbul, Ankara başta olmak üzere büyük illerin neredeyse tamamını alarak yerel yönetimlerde iktidara gelmişti. Bu dönemlerde gazete manşetlerinde çevrenin merkezi fethi, barbarların medenileri iktidardan alaşağı etmesi benzeri İbni Haldun'cu görüşler ortalıkta geziyordu. Bu büyük filozof tarihi yaklaşık olarak bu görüşlerle açıklar. Tarih bedevi olan barbarlarla hadiri olan şehirliler arasındaki mücadeleden ibarettir. Şehirliler zenginlik, safahat, lüks, konformizm gibi nedenlerle hantallaşıp asabiyelerini yani dayanışmacı bağlarını, yaratıcı enerjilerini kaybederken barbarlar kan kardeşliğinin getirdiği asabiye ve kolektif aksiyonları ile medenileri tek hamlede yıkacak bir enerjiye sahiptirler. Ancak onlarda bir süre sonra ki bu Haldun'a göre her yüzyılda bir tekrarlanır tıpkı medeniler gibi aynı safahat, lüks gibi alışkanlıklar tarafından teslim alınırlar ve ancak yeni bir barbar akını onları kendine getirebilir.
İşte Erdoğan'ın metal yorgunluğu dediği de bundan başka bir şey değildir. Yıllar boyu ne genel ne de yerel iktidardan nasibini alamayanlar 1994'den başlayarak yaklaşık çeyrek yüzyıl boyunca şehirlerin kaynaklarını, rantlarını semirdikten, lüks ciplerle gezmeye alıştıktan, her yeri beton istilasına uğrattıktan sonra Erdoğan'ın metal yorgunluğu dediği aslında lüks, ihtişam, safahat dediğimiz alışkanlıklara tam boy battıkları için tıpkı yorgunlaşan metaller gibi sünmeye, eprimeye ve asabiyelerini kaybetmeye başlamışlardı.
Milyonlar ise siyaseti sadece kendi deneyimlerinden öğrenirler. Onlar için öğretici olan yaşadıkları hayal kırıklıkları, umutsuzluklar ve yenilgilerdir. Her yenilgi sonrası pratikten edindikleri tecrübe ile neyi yapmamaları gerektiğini bilince çıkarırlar. AKP'nin on dokuz yıllık iktidarında milyonlarca insan sayısız defa bu tecrübenin içinden geçti ve bugün geldiğimiz aşamada siyaset sınıfından çok daha yüksek bir siyasi bilince ulaştı. Cumhuriyet mitinglerinde alanlara doluşan kitleler yarattıkları çakma kahramanların kağıttan birer kaplan olduklarını yaşayarak öğrendi. NATO'ya bağımlı, kendi içinde cemaate teslim olmuş asker partisinin kendisini korumayı bile beceremezken bir toplumsal mücadeleye önderlik etmesinin mümkün olmadığını anladı. Gezi'de sokağa çıkan milyonlarca insanın enerjisi Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir muhafazakarın Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesiyle parlamentonun ruhsuz koridorlarına sıkıştırıldı. Çözüm sürecinde milyonlarca Kürt Newroz meydanlarına Erdoğan'ın siyasi tasarımlarına peyk olmak için değil barışı, kardeşliği, onurlu bir yaşamı özlediği için çıkmıştı. Şimdilerde kerameti kendinde arayan İnce'ye destek Erdoğan'ın karşısındaki en güçlü aday olduğu için verilmişti, yoksa kendisine inanan insanları YSK önünde yapayalnız bıraksın, adam kazandı diyerek işin içinden sıyrılsın diye değil. İşte 31 Mart seçimlerine bu dersler öğrenilerek gelindi.
Şunu anlatmaya çalışıyoruz; kitlelerinde, milyonlarında aklı, hafızası ve bilinçleri vardır. Buna bazan sağduyu dendiği de olur. Her yenilgi bir derstir, deneyimdir ve öğreticidir. 31 Mart'ın asıl yaratıcısı da milyonların bu deneyimidir, sağduyusudur. Siyasetçileri nerede, nasıl ittifak yapılacağına, güçlü olunan yerlerde de hangi adayların desteklenmesi gerektiğine ikna eden de bu sağduyunun kendisidir. Bu sağduyu ile, deneyim ile , bilinçle rezonansını yitirmeyen siyasetçiler ayakta kalır her kerameti kendisinde görenleri ise vakti geldiğinde tarih bile anmaya değer görmez.