Bu satırları yazmaya başladığımız sırada oy sayım-tasnif işlemleri devam ediyordu. Oyların büyük bölümü sayılmış olmakla birlikte kesin sonuçlar açıklanmış değildi. Kesin sonuçlar açıklanmış olmamakla birlikte AKP ve ittifaklarının büyük kaybettiği görülüyor. Bu kaybediş eğer devamı getirilir ve muhalefet tarafından hakkı verilir ise nihai bir kayba çevrilebilir. Şunu da belirtelim ki biz de dâhil hiç kimsenin AKP ve ittifaklarının bu kadar büyük kaybedeceğini öngöremediğine inanıyoruz. Bu kayıp tarihsel bir yenilgiye dönüştürülebilir ve Türkiye’nin önünde yeni ufuklar açılabilir. Bir seçim makinası olduğu söylenilen Erdoğan bile bugünkü sonuç öngörememiştir. Peki, 10 ay önce kazanan Erdoğan arada ne değişmiştir ki bugün bu kadar büyük kaybetmiştir.
Mayıs seçimlerinde muhalefet eğer yaşadığı iç karmaşayı atlatabilmiş olsaydı bugünkü sonuçlarla daha o gün karşılaşır mıydık? O seçimlerin kaybının gerçek sorumlusu muhalefetin kendisi miydi yoksa? 10 ay gibi ülkelerin tarihinde çok sayılamayacak bir sürede ne değişti ki Türkiye’nin siyasal manzarası bugün bambaşka bir renge büründü? Bu değişikliği siyasal aktörlerin davranışı ile mi izah edeceğiz yoksa başka eğilimlere mi odaklanacağız? Sorular daha da çoğaltılabilir.
Yerel seçim ile halk siyasi iktidara umulmadık bir ders verdi. Erdoğan’ı ayakta tutan seçmen böyle istediği için mi bu ders ortaya çıktı yoksa muhalif seçmen kendi siyasi yaratıcılığı ile mi böyle olmasını istedi? Seçim sonuçlarına baktığımızda hem Erdoğan’ın arkasında dizilen kendi seçmeninin hem de bir bütün olarak muhalif seçmenin ortak bir davranışla hareket ettiğini görüyoruz. Her biri kendi ihtiyaçlarından, siyasi okumalarından, arayışlarından hareketle bugünkü tabloyu ortaya çıkardı. Tablonun kendisi, eğer siyaseten hakkı verilir ise, köklü siyasi değişimlerin önünü açabilecek çap ve büyüklüktedir.
Bizce bu seçime halkın yoksullaşması, fukaralaşması ve gündelik hayatını idame ettirmek konusunda yaşadığı sıkıntılar damgasını vurmuştur. Bir yerel seçim olduğundan dolayı Erdoğan seçmenin aklını çelebilecek sahte gündemleri halkın önüne getirememiştir. Ne sahte, montaj videolar piyasaya sürebilmiş ne de milli ve yerli bir söylem ile kendi seçmenini konsolide edebilmiştir. Seçimler adayların yarıştığı bir yerel seçim olmanın ötesinde halkın yoksulluk nedeniyle burnundan soluduğu bir konjonktürde gerçekleşmiştir. Erdoğan’ın taraftar kitlesi de mevzu bahis olanın reisleri olmadığına inandıklarından ellerini serbest bırakmıştır. Bu serbest bırakış netice itibarıyla Erdoğan’a büyük kaybettirmiş görünüyor.
Erdoğan bu seçime elleri kolları bağlı bir vaziyette girdi. Elini kolunu bağlayan ise Maliye Bakanı Şimşek’ten başkası değildi. Şimşek, Erdoğan’ın her seçim öncesi alışkanlık haline getirdiği halka ulufe dağıtarak seçimlere girme politikasına kesin sınırlar çizdi. Uygulanan finansal disiplinin, sıkı para politikasının delinmemesi gerekiyordu. Sıkı para politikaları sonucunda politika faizi altı ay gibi kısa bir sürede %9,5’lardan %55’lere yükseltildi. Asgari ücretle geçinenlere görece yüksek zamlar verildi ise de yüksek enflasyon karşısında bu artışın hiçbir hükmü yoktu. Miktar yükseliyordu, ama emekçinin cebine giren paranın alım gücü her gün düşüyordu. Toplumun kendisi asgari ücretle geçinen bir toplum haline gelmişti. Normalde halkın çok dar bir kesiminin asgari ücretli olması gerekirken Türkiye toplumu giderek bir asgari ücretliler topluluğuna dönüştü. Birde bunlara sayıları on milyonları bulan emeklileri eklediğimizde büyük çoğunluğun yoksulluk sınırının çok altında hayat sürdüğü bir toplumsal manzara çıkıyordu karşımıza.
Erdoğan rejimi dönüştürmek ve seçim kazanmak adına sermayenin önüne koyduğu ekonomik politikaları her defasında deldi. Bölgesel liderlik hevesleri de duvara toslayınca yeniden Batıdan para dilenmeye başladı. Eğer ucuz enerjiye ulaşabilse ve bunu Türkiye’nin bölgesel iddiaları ile bütünleştirebilseydi Batıya bu kadar mecbur kalmayacaktı. Ancak Erdoğan’ın Mayıs seçimlerini kazandıktan sonra ilan ettiği kabinesi Batı ile yakınlaşma isteğinin tüm ipuçlarını ortaya seriyordu. Erdoğan Batıdan para bulabilmek için bir dönem kapıdan kovduğu Şimşek’i yeniden çağırmak zorunda kaldı. Uygulanan ekonomik politika toplumun çoğunluğunu fukaralaştırırken zenginleri daha da zengin hale getirdi. Sıkı para politikasına rağmen enflasyon bir türlü kontrol altına alınamadı. Çünkü tatlı karlara alışmış olan sermaye yüksek enflasyondan karına kar ekleyerek çıkıyordu. Erdoğan bu politikaya bağlı kalmak adına o güne kadar kendisine sadakatle oy veren çevreleri karşısına aldı. Elinde onlara verecek para kalmadığını, dişlerini sıkmalarını telkin etti. Erdoğan bugünlerin çabuk geçeceğini söylese de krizin etkileri bir türlü geçmek bilmiyordu. Bu kriz ne 94’de yaşanılana ne de 2001 krizine benziyordu. Etkileri çok daha kalıcı süresi de çok uzundu. Diğerleri gibi gelmiş ve gitmiş değildi. Şimşek ise adeta Derviş’in hortlağı gibiydi. Batının mali çevrelerini ikna etmek için Erdoğan ona sığınmıştı. Kabinenin diğer esaslı adamları ile MİT Başkanını da sürekli Batı başkentlerine yolluyordu. Ama istenilen para bir türlü gelmiyor, ekonomide işler yolunda gitmiyordu. Erdoğan ilk defa uygulanan orta vadeli programa sadakatini ispatlamak adına kesenin ağzını açmadı. Bunu yaptığı takdirde işleri daha da içinden çıkılmaz hale getireceğini ve daha büyük bir krizi tetikleyeceğini biliyordu çünkü.
Türkiye halkı fukaralaşırken toplumsal öfkesini aktarabileceği demokratik kanallara sahip değildi veya bu kanalları kullanmayı unutmuştu. Hayat pahalılığına, yüksek enflasyona rağmen protestolar çok cılız kaldı. Sınıfsal hoşnutsuzluklar bir türlü siyasallaşamadı. İşçi sınıfının mavi yakalı unsurları Erdoğan’ın önlerine koyduğu kültür savaşlarına yazılarak sınıfsal taleplerini hep es geçti. Sol partiler dâhil tüm siyasal muhalefet sınıfsal öncelikler üzerinden bir toplumsal gündem inşasını önlerine koymadı. Toplumun elinde muhalefetini ifade edeceği kanalların sayısı hem çok azalmıştı hem de alışıldık protesto biçimlerinin çok fazla alıcısı kalmamıştı. Seçimler yine de toplumsal mobilizasyonun sağlandığı, politizasyonun yükseldiği anları ortaya çıkarıyordu. Mayıs seçimleri ile muhalif seçmen buna da inancını kaybetmiş gibiydi.
Ama demek bıçak kemiğe dayanmış ki halk bunlara rağmen sandıkta siyasi iktidara sert bir tokat atmayı bildi. Sahillere sıkışmış olan CHP Anadolu’ya girmiş bulunuyor. İç Ege’deki tüm belediyeler CHP’nin eline geçmiş görünüyor. Deprem bölgesinde kalan illerde CHP atağa geçmiş ve Adıyaman, Kilis ve Maraş CHP tarafından kazanılacakmış gibi bir hava var. Batı Karadeniz’de CHP etkisine girmiş görünüyor. Kısaca ülkenin Batısında AKP’ye kaybettirmek adına İYİ parti ve DEM partisi seçmeni CHP etrafında kendiliğinden birleşmiş görünüyor. Ekonomik sıkıntılar, halkın inanılmayacak düzeylere varan yoksullaşması ve bitmek bilmeyen demokratik özlemlerin hepsi AKP ve ittifaklarına büyük kaybettirmek için yanyana gelmiş. Gerçek bir koalisyon ortaya çıkmış ve herkes kendi öfkesi ve itirazlarını taşıyarak sandığa gitmiş. Halkımız AKP’nin faşizmi inşa çabalarına inat tüm seçimlerde bunu yapmayı denedi. Kendi yaratıcılığı ile kimsenin yönlendirmesine ihtiyaç duymadan AKP ve ittifaklarına kaybettirmek için her yolu denedi. Ancak siyasal muhalefet bu arayışı, öfkeyi ve direnci bir türlü örgütlemeyi başaramadı. Kendi kısa günlük karını hep bu istek ve arzunun önüne koydu.
İlk defa önündeki seçimin bir yerel seçim olmasının sunduğu avantajlardan da yararlanarak halk AKP ve ittifaklarına esaslı bir ders verdi. Üstelik bu dersi diktatörlüğün ağır baskıcı koşulları altında vermeyi başardı. Adaylardan ve partilerin başarısından çok AKP ve ittifaklarının geriletilmesine inandığı için bunu yaptı. İyi parti ve Dem partisinin batıdaki oyları CHP adaylarına gitmiş görünüyor. Bu birleşme halkın kendi yaratıcılığı ile sandıkta kendiliğinden gerçekleşmiş. AKP bu seçimden de muzaffer çıkarak yüksek bir moral motivasyonla rejim inşasını kendi anayasasını yaparak tamamlamak istiyordu. Seçimlerin kaybı muhalif saflarda büyük bir bozguna yol açacak ve Erdoğan yeni anayasa için elverişli bir hava yakalayacaktı. Artık Erdoğan’ın kadiri mutlak iktidarından herkes pay almak isteyecek ve muhalif saflardan ona doğru bir kaçış başlayacaktı. Erdoğan’ın seçimlerle ilgili hesabı da buydu zaten.
Yenilmezliğini perçinleyerek muhalif safları çözecek ve anayasa değişikliği için partisine katılımları hızlandıracaktı. Ancak dimyata giderken evdeki bulgurdan da olmuş görünüyor şimdi. Erdoğan’ın yenilmezlik algısı yerle yeksan oldu. Üstelik bu her hangi bir yenilgi de değil. Erdoğan batıda CHP’ye büyük kaybettiği gibi Kürt illerinde de devletin tüm çabalarına, taşıma seçmenlere rağmen kaybetti. Erdoğan batıda bir yumruk yerken diğer yumruğu da Kürt illerinden aldı. Hiç bu kadar gardı inmemiş ve yaralı hale gelmemişti. Kendi faşizmini kurumlaştırmanın nihai aşamasına varmışken halk muhalefeti tüm heveslerini kursağında bırakacağı bir şamar attı ona. Umalım ki muhalefet de meseleyi böyle koyuyordur. Yine umalım ki böyle bir davranış pratiği içine girer. Meselenin belediye kazanmak, yandaşına rant dağıtmak, adamlarına ulufe salmakla sınırlı olmadığını idrak eder ve asıl meselenin faşizme geçişi geriletmek olduğunun farkına varır. 01:54