Herkese Ve Her Şeye “Fransız Kalmak”

Yaşar Erkmen

Son günlerde, “Nasıl yazıyorsun?” sorusuyla sıkça karşılaşıyorum. Konumuz mizah olsaydı, 
“Oturarak yazıyorum.” derdim ama bu soruyu soranların bakışlarındaki ciddiyeti görünce hemen toparlanıyorum.
Bildiğim bir konuyu yazıyorsam sorun yok, diyorum. Dikkatli, etkili ve tutarlı bir yol izlemek yeterli oluyor. Kurgusal bir öyküye ise merak uyandırıcı, ilginç bir cümleyle balıklama dalıyorum. Yüzme bildiğim için başta zorlanmıyorum ama bilmediğim tehlikeli sulara açıldıkça işim zorlaşıyor, yüzme bilsem de tedirginliğim artıyor. Nerede akıntı, nerede girdap var bilemiyorum. Bilememenin tedirginliği, korkuya dönüşüyor, zorlanmaya başlıyorum. Bu kez kendime bir kılavuz arıyorum.
Bana en çok destek olanların, yol gösterenlerin başında ünlü şairler, yazarlar ve düşünürler geliyor. Onlardan okuyup öğrendiklerim yolumu aydınlatıyor, amacıma rahatlıkla ulaşabiliyorum. Sağ olsun, bu dostlarım beni hiçbir zaman yalnız ve çaresiz bırakmıyorlar. 
Şairimiz Ataol Behramoğlu da bu dostlardan biri ve “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” şiirini de boşuna yazmamış.
“(…)
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın,
Irmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına…
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.”
İşte ben de okuduklarımdan, yaşadıklarımdan öğrendiklerimi yazılarımda bolca kullanıyorum. Ancak deneme türünün babası kabul edilen Montaigne, dört beş asır öncesinden bana ters ters bakıyor ve bu konuda bakın ne diyor:
“Yazarken kitapları bir yana bırakır, aklımdan çıkarırım; kendi gidişimi aksatırlar diye. Gerçekten de iyi yazarlar üstüme fena abanır, yüreksiz ederler beni.”
Montaigne, düşüncelerine destek sağlamak için başkasından alıntı yapmak istemiyor. Onların yardımcı olma ısrarlarına kapıyı kapatıyor. 
“Neden, üstat?” diyorum. 
“Yazdıklarım bana ait olmaz ki o zaman, çömez!” diyor. 
Montaigne, son zamanlarında klasik kuşkuculuğu yeniden gündeme getirdiği ve etkisinde kaldığı için böyle düşünmüş olabilir, diyorum kendi kendime.
Kuşkuculuk yani septisizm, her tür bilgi iddiasını kuşkuyla karşılayan, bunların temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini, gerçeğe erişilse bile sürekli ve tam bir kuşku içinde kalınacağını savunan felsefi bir görüş olduğu için Montaigne’i tedirgin etmiş olabilir.
Bu ünlü Fransız’ımız, nedense herkese ve her şeye “Fransız kalmak” istiyor. Oysa bilgi, düşünce ortaktır. Sahibini belirttikten sonra kullanılması, anlatılan konuyu zenginleştirir.  
Bir fikri sorgusuz sualsiz kabullenmek elbette yanlıştır. Allah akıl-fikir, yorumlama becerisi vermiş. Bir düşüncenin doğruluğunu anlamak için neden-sonuç ilişkisi kurup aklımızı devreye sokarken, bilgi ve birikimimizden de yararlanmalıyız. Bilgi ve tecrübe, yaşadıklarımızdan ve öğrendiklerimizden geriye kalandır. Kişinin bilgi sermayesini oluşturur. Bu bilgilere yeni bilgiler katarak bir sentez oluşturmalı ve bir adım da olsa ileri gitmeliyiz. 
Bilgi, deneyim stok etmek için değil, kullanmak içindir. Böylelikle bilgi, her kullanımda test edilir, varsa eksiği, gediği düzeltilmeye çalışılır ve ihtiyacı olanın yarasına merhem olur.