Günlük hayatta sıkça duyduğumuz bir söz vardır: Her şey olacağına varır.
Tam bir kadercilik, iflah olmaz bir teslimiyetçilik!
Her şey olacağına varacaksa; çalışmak, çabalamak niye? Sonuç değişmeyecekse harcanan emek, boşa kürek çekmek değilse, nedir?
Var olanı değiştirmek için farklı yollardan gidip farklı sonuçlar aramak, Yaradan’a isyan, kurulu düzene başkaldırı olarak mı değerlendirilir?
Toplum yaşamında “düzeni“ sağlayan bir üst akıl mı vardır?
Sürüden ayrılanı kurt mu kapar? Atalarımız neden böyle bir nasihat etme gereği duymuş? Sürüden ayrılmak, farklı düşünmek, değişik yollar aramak suç mudur, günah mıdır?
İnsanın başına ne gelirse meraktan gelir, denilerek fazla meraklı olmanın sakıncalı olduğu vurgulanır. İnsanlar merak etmeselerdi, farklı yolları denemeselerdi ilerleme kaydedebilir miydi?
Aklımda uykumu kaçıran cevapsız deli sorular horon tepiyor.
Ardından dingin hâle gelmem uzun sürmüyor. Devreye giren akıl ve mantık her şeyi yerli yerine oturtuyor.
Yaradan, yarattığı kulunun karşılaşacağı sorunlar karşısında elini kolunu bağlamamış, çözüm bulması, çare üretmesi için ona akıl vermiş. Diğer canlılara vermediği, eşi benzeri olmayan bu üstün özelliği sadece insana vermiş. Aklını kullanabilen insan da karşılaştığı sorunların üstesinden gelmeyi başarabilmiş.
İnsan; mükemmel donanım, kusursuz tasarım, süper yaratık. Sürekli kendini yenileyen ve geliştiren bir organizma. Sınırsız bir hayal gücü, üstün bir akıl…
Daha pek çok özelliğini sayabiliriz insanoğlunun. Dört ayaklı canlılardan da, havada, karada, denizde yaşayandan da; uçandan da kaçandan da, sürünenden de yüzenden de gezenden de üstün bir canlı.
Bu canlı türü aklını kullandığı sürece kimseye boyun eğmez, eğmemeli de.
İnsanoğlu, “Hak bellediğin yolda yalnız gideceksin!” diyen Servet-i Fünun Edebiyatı’nın ünlü şairi Tevfik Fikret gibi başına buyruk olmalı ve hak bildiği yolda tek başına da kalsa yürümeye devam etmelidir. Ne zaman ki aklını kiraya verir, o zaman en tehlikeli ve en zararlı mahluk olur. Akıl devreden çıkınca da rüzgârın önündeki yaprak gibi savrulup durur. Bu durumda duyarsız, tepkisiz bir toplum ortaya çıkar. İşte o zaman her şey olacağına varır ya da birilerinin dümen suyuna girip onların amacına hizmet etmeyi kendine kutsal bir görev olarak görür.
İçinden çıkılmaz durumlarda Tanrı’dan istenen de farklı bir şey değildir:
“Sen benim aklıma mukayyet ol, Tanrım!..”