‘Helal Adanalı Celal’ deyiminin ekmeğini yemeye talip bir film: Helal Adanalı Celal

Barış Avcı

‘Eski Türkiye’de(!) 1960’ların ikinci yarısı ile 70’ler gergin ve kanlı siyasal çalkantıları müstesna tutulursa en azından gece hayatı açısından ‘hareketli yıllar’ kabul edilebilir. 60’ların başında Adana’da varlıklı bir ailenin eğlenceye düşkün çocuğu Celal Serin yöneticiliğini yaptığı spor kulübünün gecesinde coşkulu bir konuşma yaptı. Kendisini alkışlayanlardan birinin bağırarak söylediği; “Helal… Adanalı Celal!’ cümlesi önce o geceye ardından ülkenin sosyal hayatına damga vurdu.

1965 yılında gösterime giren Öztürk Serengil’in başrolünde oynadığı ‘Helal… Adanalı Celal’ filmi Türkiye’nin sosyal hayatında ‘dalga dalga yayılan’ bir cümlenin üzerine bina edildi. Serengil’in birbirine zıt iki ayrı karakteri canlandırdığı filmde külhanbeyi karakterin adı Celal’dir. Üstelik Adanalı’dır Celal. Bu kadar. ‘Helal… Adanalı Celal’ filmi adını aldığı cümlenin ülkenin sosyal hayatında yakaladığı ivmeye yaslanma beklentisi dışında Adana ve Celal ile başka bir benzerliği yoktu.

‘Helaaaal’ diye başlayan uzunca bir naranın ardından, ‘Adanalı Celal’ ünlemesiyle biten bir sahneyle açılıyor meşhur siyah beyaz filmimiz. Jenerikte ilkin filme adını veren külhanbeyi beyaz uzun kollu gömlek üzerine giydiği kolsuz siyah yelek ile görürüz. Nara atan külhanbeyinin hemen ardından bu kez siyah takım elbisesiyle aynı oyuncuyu (Öztürk Serengil) daha mülayim bir ses tonu eşliğinde işitiriz; “Bu da kim? Tanımıyorum bu herifi. Bendeniz mi? Üsküdarlı Bilal…”

Filmin ilk sahnesinde kameranın sola dönmesiyle uzun uzun izlediğimiz devasa bir fabrikanın önünde durmaktadır ‘efendi’ görünüşlü kahramanımız. “Şu gördüğünüz fabrikada kâtibim” diye konuşur Üsküdarlı Bilal ve hikâye başlar.

Fakat o da ne. Filmin oyuncuları filmden sahneler eşliğinde Öztürk Serengil’in sesiyle önce canlandırdıkları karakterin ardından kendi isimleriyle teker teker tanıtılırlar: “Bu bol göbek patron Vahi Öz, Patronun kızı ve kâtibin de aşna fişnası Ajda Pekkan. Ağır patronun ortağı Kanlı Nigar Mualla Sürer, kızı Goncagül Mürüvet Sim. İşte bir felaket daha. Patron da ben de aşığız buna Sevda Ferda…” Ve böylece devam eder oyuncu kadrosunun tanıtımı.

Filmlerde öykü anlatma tekniklerinden birisi her şeyi satır satır kare kare izleyiciye göstererek anlatmaktır. Bir diğer metotsa hikâyenin bazı bölümlerini ‘dış ses’ marifetiyle özetlemektir. Filmin önemli hikâye öbeklerinden olan ‘Avrupa’dan gelmesi beklenen zengin ortak ve onun ailesine’ dair bölüm ‘dış ses’ tekniğiyle özetleniveriyor. Haliyle henüz filmin 8’inci dakikasında alacaklılarla başı belada olan (Vahi Öz) Şaban’ı, Avrupa’dan gelmesi beklenen zengin ortağı Haşmet’in trafik kazasında öldüğünü, ölen ortağın tüm malvarlığını bebeğine bıraktığını öğreniriz.

Ölen Haşmet’in malvarlığını alabilmek için Şaban’ın trafik kazasında kaybolan bebeğe ulaşması gereklidir. Zaten film boyunca da iki zıt karakteri canlandıran Adanalı Celal ve Katip Bilal’i bebeği ‘kötü adamların elinden almaya’ çalışırken izleriz.

CÜRETKÂR DANS SAHNESİ

Daha sonra hikâyeye dâhil olacak Adanalı Celal ile kıyaslandığında ‘mülayim’ diye kodladığımız ve fakat kendisi de bir hayli hareketli olan Üsküdarlı Kâtip Bilal’i bir eğlence mekânında son derece cüretkâr bir dansçıyla birlikte izleriz. Dans sahnesinin hikâyenin gelişimiyle elbette ki bir ilgisi yok. Fakat sinema izleyicisinin filme ilgi göstermesi beklentisiyle konulmuş uzunca bir sahne bu dans gösterisi.

Dans sahnesi bittiğinde Kâtip Bilal’i bu kez de patronun kızı Ajda Pekkan ile son derece samimi pozlarda izleriz. Fabrikanın bir odasında üzerlerinde kıyafetleri olduğu halde ‘oynaşan’ iki gencin cüretkâr sahnelerine içinde bolca Adana geçen bir tekerleme eşlik eder; “Adana’nın yolları bıyığımın kılları, Adana’nın barları eteklerin darları, Adana’nın efesi patron kızının küfesi (diyerek kollarındaki Ajda Pekkan’ın kalçasına yüzünü yaklaşır Bilal) Adana Adana şimdi başlıyor badanaaaa…”

Hikâyenin kırılma noktası filmin 20’inci dakikasında yaşanır. Avrupa’dan gelmesi beklenen paralı ortağın kaza sonucu öldüğünü gazetede okuyan ‘bol göbek patron’ alacaklılardan kaçmaları gerektiğini Üsküdarlı Kâtip Bilal’e söyler. ‘Öyle bir yere gitmelilerdir ki hiç kimse onların izine bile ulaşamamalıdır.’

Alacak takibindeki iki kabadayının üzerlerindeki gömleği kemer yerinden çekip çıkarma, aşırı kıllı göğüslerini çakmakla ateşe vermek gibi abartılı durum komedisinin görüldüğü sahnelerin ardından filme adını veren ‘Adanalı Celal’in hikâyeye giriş yapacağı ana geliriz nihayet. Filmin 22’nci dakikasında perdede İstanbul Ceza ve Tevfikevi tabelasını görürüz. Külhanbeyi kılıklı kahramanımız kapıdaki gardiyan ve askerlerle vedalaşarak ‘özgürlüğe’ ilk adımlarını atar.

Az sonra bir kahvehanede ‘Adanalı Celal’in cezaevinden çıktığı haberi yine bir gazeteden okunmaktadır. (Filmde hikâye anlatma tekniklerinden birisi de mevzuyu bir yerden öğrenme trüğüdür. – Fransızca kökenli truc dilimizde trük şeklinde yazılıp söylenir. Belirtme hâlidir. Tekili trüğü, çoğulu trükler şeklinde yazılır. ‘Sinema veya tiyatroda teknik ustalıkla yapılan gösteri’ demektir. – Bu filmde yönetmen olayı gazeteden okuyarak öğrenme trüğünü sıkça kullanmış.) Belli ki Adanalı Celal’in zamanında canını yaktığı bazı külhanbeyi tipler onun cezaevinden çıktığını öğrenince ondan geçmişin hesabını soracaklarına dair yüksek perdeden çıkışlar yapar.

Bir kahvehane sakini, ‘Aklı varsa gelmez artık buralara’ dediği anda görürüz ki Adanalı Celal bahse konu kahvehanededir. Adanalı Celal’in arkasından konuşanlarla helalleşmesi üzerine filmde bu bahse dair bir bölüm izlemeyeceğimizi anlarız.

Unutmamamız gereken bir detay Avrupa’dan gelmesi beklenen zengin kişinin trafik kazasında ölmesi ve bebeğinin kaza yerinden kaybolmasıydı. İşte filmin bu mevzusu nihayet 34’üncü dakikada çıkar yeniden karşımıza. Bebek eşekle satış yapan bir seyyar manavın yanındadır. Eşeğin sırtındaki küfede ağlayıp duran bebek eşeğin biranda sahibinin yanından firar etmesiyle yeniden kayboluverir.

Kayıp bebeği bir sonraki sahnede hem bol göbek patron hem de kâtibini birlikte idare eden pavyon güzeli Sevda Ferda’ın ‘işyerinin önündeki çöplükte’ görürüz. Sevda Ferda ve bir iş arkadaşı tam o esnada işyerinden çıkmıyorlar mı? Merhum tiyatro oyuncusu ve yazar Ferhan Şensoy’un, ‘Tesadüfün iğne deliği’ dediği durum tıpkı bu olsa gerek. Ki yerli yabancı avantür filmlerde olur elbette böyle şeyler/sahneler.

Filmin izleyici profiline göre ya çok gülünüp eğlenilen yahut ilgiyi dağıtan sahnelerinden biri gelir beyaz perdeye: Çok çok uzun bir yaya kaçma kovalamaca sahnesi. Yönetmenin (sanırım) tutacağını sandığı bazı kovalamaca, saklanmaca, alt alta üst üste kavga sahneleri doğaçlama olduğu belli olan bazı trüklerle sürdürmesi kimileri için pek de heyecan verici bulunmayabilir gibi geldi bana.

Öztürk Serengil’in filmin başında gösterdiği iki ayrı karakterin filmin sonlarına doğru aynı kıyafeti giymesi, oyuncunun kendisine has jest ve mimikleri her iki karakteri canlandırırken de sergilemesi hikâyeyi takip etmeye çalışan izleyicinin kafasını karıştırıyor bir miktar.

İki karakterin aynı insanlarla birbiri ardı sıra aynı şeyleri konuşması, Ajda Pekkan, Sevda Ferda, Vahi Öz ve Necdet Tosun’un bilmeden bir o kimlikle bir diğer kimlikle görüşmesi. Filmdeki muhataplarının olduğu kadar izleyicinin de şaşırmasına ve takipte zorlanmasına neden oluyor.

Aynı oyuncunun iki farklı karakteri canlandırdığı ve illaki birkaç sahnede birlikte göründükleri yerli yabancı pek çok film vardır. 1965 tarihinde gösterime giren ‘Helal… Adanalı Celal’ filminde aynı oyuncunun iki farklı kimlikle birlikte göründüğü sahneler dönemin teknik koşulları gereği bir miktar ‘acemice’ geldi bana.

Filmin son üç dakikasına ulaşana kadar diyalogsuz hareketli bir müzik eşliğinde kaçma kovalamaca izleriz bol bol. Ve nihayet son sahneye yaklaşıldığında kimin Üsküdarlı Bilal kimin Adanalı Celal olduğunun ayrımına bu kez ‘kostüm tercihleriyle de’ dikkat edildiğini fark ederiz şükür ki.

Bir güldürünün finalinde tabi ki de değişmez klişe nikâh masasıdır. Nikâh masasında damat kontenjanında bol göbek patron, kâtip Bilal ve niyeyse filmin başından beri alacak tahsili peşinde koşan kötü adamlardan birini görürüz. Adanalı Celal ise bu tablonun mimarıdır. Öyle ki Adanalı Celal’in zorlamasıyla nikâh masasına oturan bol göbek patron’un, “Bu yaptığın iş nedir Celal?” sorusuna Celal karakterinin verdiği, “Helal amca helal” cevabı filmin ‘tatlıya bağlandığını gösterir bize.

Helal Adanalı Celal’in son sahnesinde bıçkın karakter tek başına İstanbul yollarında yürürken karşısına aniden filmin ‘güzel kadın kontenjanını’ dolduran Sevda Ferda çıkar. Pavyon güzeli Sevda ile Adanalı Celal’in kucaklaşıp kameraya arkalarını dönüp yürümeleriyle bir maceranın daha sonuna gelmiştir Yeşilçam’ın adıyla klasikleşmiş filmi.

::::::::::::::::::::::::::::::FİLME DAİR NOTLAR:::::::::::::::::::::::::::::

FİLMİN KÜNYESİ:

Yönetmen: Erdem Eğilmez, Senarist: Sadık Şendil Yapım Yılı: 1965 Süre: 93 dakika Tür: Komedi

Oyuncular: Öztürk Serengil, Ajda Pekkan, Vahi Öz, Mürüvvet Sim, Sevda Ferda, Hüseyin Baradan, Mualla Sürer, Necdet Tosun.

NEREDEN ÇIKTI BU ‘HELAL… ADANALI CELAL!’ ÜNLEMESİ?

Bereketli topraklar Adana / Çukurova hemen her sektörde birbirinden ünlü nice insan yetiştirmesinin yanında zengin dilimize ‘senelerdir’ pelesenk olmuş deyimler de hediye etmiştir. ‘Helal… Adanalı Celal’ bu deyimlerden yalnızca biridir.

Coşkulu bir tiradın sahibine kimi zaman ‘destek’ kimi zamansa ‘e tamam bu kadar da coşma’ kabilinden kullanılan, ‘Helal… Adanalı Celal’ ünlemesi gerek yazılı gerekse sözlü kültürümüzde zaman zaman kullanılır.

Peki, nereden çıkmıştır bu tabir? İşte dönemin popüler bir filmine isim olarak kullanılan ‘Helal… Adanalı Celal’ ünlemesinin çıkışı ve ‘Adanalı Celal’in ‘dolu dolu geçen’ 85 yıllık ömrünün kısa hikâyesi;

Demokrat, Adalet ve Doğru Yol Partilerinde siyaset yapan, Adana Demirspor, Çukobirlik, THY, Petkim ve Aksantaş Yönetim Kurullarında çeşitli görevler yürüten Celal Serin, Çukurova Üniversitesi'nin kuruluşuna öncülük eden isimler arasında yer aldı.

Serin, Süleyman Demirel başta olmak üzere devrin etkili siyasetçileriyle yakın ilişkiler kurdu. Pek çoğuyla dost oldu. Yöneticisi olduğu Adana Demirspor’un bir gecesinde yaptığı coşkulu konuşma sırasında kalabalık arasından ayağa fırlayan birisi; “Helal… Adanalı Celal. Sana bu yakışır” diye bağırdı. Bu söz o geceden başlayarak kısa sürede kalıp olarak tüm Türkiye'nin diline yerleşti.

Gençlik yıllarında Adana'nın ve Ankara'nın gece hayatında fırtına gibi esen Celal Serin şehrin hali vakti yerinde bir ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Eli açıklığı, sıcakkanlılığı, heyecanlı kişiliği ile çevresinde dikkat çekerdi. Siyasetin dışında şehrin sembol takımlarından Adana Demirspor’da da uzun süre yöneticilik yaptı. Adanalıların 'Celal abisi' olarak bilinen Celal Serin, cemiyet hayatındaki hoş sohbetleriyle gençlere yeni ufuklar açtı.

Şehrin renkli siması Celal Serin dolu dolu yaşadığı 85 yılın ardından 10 Ekim 2014 Cumartesi günü Adana’da Reşatbey Mahallesi’ndeki evinde yaşlılığa bağlı rahatsızlık nedeniyle vefat etti.

Ailesi, Adana Demirspor üyeleri, siyasetçiler, gazeteciler, işadamları ve çok sayıda vatandaşın katıldığı cenaze töreninde konuşma yapan yakın arkadaşlarından gazeteci Muzaffer Bal, ‘Helal Adanalı Celal’in kentin siyasal, sosyal ve sportif hayatında önemli bir yer sahibi olduğunu söyledi. Kardeşi Recai Serin ağabeyinin sosyal hayatı mükemmel ve yaşamayı seven bir kişi olduğunu anlattı. Serin 11 Ekim Pazar günü Kabasakal Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Celal Serin’e Adana Demirspor’un gecesinde yaptığı coşkulu konuşmanın sonunda tam olarak kimin, “Helal… Adanalı Celal. Sana bu yakışır!” diye bağırdığı hiçbir zaman net olarak tespit edilemedi.