Geçtiğimiz hafta sonu yapılan Yeşil Sol Parti kongresi ile bu parti isim değişikliğine giderek Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi adını aldı. İsim değişiklikleri Kürt siyasi geleneği için yeni şeyler değil. 90’ların başında kurulan HEP ’den beri bu gelenek, devletin yasaklamaları karşısında siyasal varlığını devam ettirebilmek için hep bu taktiklere başvurmak zorunda kaldı. Devlet her defasında Kürt siyasetini yasal alandan uzaklaştırmak istiyor, onlarda tabela değişiklikleri ile yoluna devam ediyordu. Devlet kapatmanın sorunu çözmeyeceğini biliyordu, ancak böyle yapmak işine de geliyordu. Hareketi mimliyor, terörizm söylemine kılıf buluyor, önemli kadroları siyaseten yasaklayarak hareketi güçsüz düşürmeye çalışıyordu. Kürtlerse yasal alanı boşaltmak istemiyor, bu alanı varlıklarının ispatı görüyor, seçim başarıları ile çözümü dayatıyor ve elindeki insan kaynağını sonuna kadar zorlayarak partiyi ayakta tutmaya gayret ediyordu.
12 Eylül 2010 anayasa değişiklikleri ile sözde parti kapatmaları zorlaştırılmıştı. Bu değişiklikler cemaat ile o vakitler ittifak yapan AKP’nin yargıya egemen olabilmek için verdiği tavizlerin sonucuydu. Kürt siyaseti yeni bir çözüm umudu gerekçesiyle referandumu boykot etmişti. Çözüm sürecinin beklentilerine hizmet etmediğini gören Erdoğan, 2015 Şubat’ın da masayı devirdi. HDP’nin 2015 Haziran seçimlerinde gösterdiği başarı yerleşik nizamı ayağa kaldırmaya yetti. Bahçeli her lafı söylediği Erdoğan’ı destekleme kararı aldı. Türkiye’nin demokrasi güçleri, Kürtlerin lokomotifliğinde, yerleşik düzeni teyakkuza geçirecek bir başarı göstermişti ve Demirtaş etkili bir siyasi figür olarak siyaset denklemine dâhil olmuştu. HDP projesinden ve Demirtaş’ın etkili liderliğinden rahatsız olan nizam, Demirtaş’ı hapse HDP’yi de savunmasını yapmak için Anayasa Mahkemesi’ne yolladı. 2023 seçimleri öncesinde kapatma davası başının üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallandırılan HDP, çareyi Yeşil Sol Parti çatısına sığınmakta buldu. Geçtiğimiz hafta yapılan kongrenin böyle bir tarihi arka planı vardı.
Kamuoyunun kongreye gösterdiği ilgi oldukça cılızdı. Kürt siyasetinin yakın geleceğine ilişkin perspektiflerin karara bağlandığı, parti tüzüğünde ciddi yeniliklerin gerçekleştirildiği, parti meclisinin sayısının azaltılarak, vitrinin neredeyse baştan aşağı yenilendiği kongre, genel kamuoyunun ilgisinden, bilgisinden uzak biçimde gerçekleşti. Kongre sonuçlarının bile yeterli düzeyde tartışıldığını söyleyemeyiz. Kongrede alınan kararların ehemmiyetini, memleket yerel seçim tartışmalarına odaklandığında göreceğiz. O güne kadar yapılacak tartışmalar, ancak Kürtleri ve siyaseti daha bir dikkatle takip eden çevrelerle sınırlı kalacak. Bu ilgisizliğin en önemli nedenini 2023 seçimlerinden herkes gibi Kürt siyasetinin de yenilgi ile çıkması oluşturuyor hiç kuşkusuz. Tüm muhalefet kaybettiği gibi Kürt siyaseti de kaybeden taraftaydı. Üstelik kazanılması için ellerinden gelenin azamisini yapmışlardı. Kürt sorununun çözümünü bile siyasetlerinin önceliği olmaktan çıkarmışlardı. Tutum belgesi ile taleplerini asgari ölçülere çekmişlerdi. Önceliklerine yüklenerek, Erdoğan karşıtı muhalefeti bölmek, dağıtmak istememişlerdi. En büyük fedakârlığı göstermelerine rağmen, muhalefetin onlara önerdiği şey Diyojen’in İskender’e tavsiyesi ile eşdeğerdi; ‘yeter ki gölge etme başka ihsan istemez.’ Seçimin ikinci turuna gidilirken Kılıçdaroğlu’nun göz ardı ettiği ilk kesim yine onlardı.
Bir dönem Türkiye siyasetinin kilidini açacak maymuncuğu elinde tutan Kürt siyaseti gösterdiği onca fedakârlığa karşılık kolayca gözden çıkarılabilmişti. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ iddiasından buralara gelinmişti. Erdoğan’ı başkan seçtirmeyecek bir özgüven ile davranan Kürt siyaseti, muhalefetin masada ilk terk edeceği pey olmuştu. Bunun yarattığı travmanın kolay atlatılacağını düşünmüyoruz. 2018 ile 2023 seçimleri arasında Kürt siyaseti tüm önceliğini Erdoğan’ın kaybetmesi üzerine kurdu. Erdoğan kaybedecek, kurumsallaştırmaya çalıştığı faşizme dur denilecek, ve Türkiye yeniden göreli bir demokratik atmosfere dönüş yapacaktı. Seçimin neden, niçin kaybedildiğinin tartışmasını burada yapacak değiliz. Yazılarımızı takip edenler bu konudaki düşüncelerimizi az çok biliyor.
Kongre asıl olarak bu sorulara cevaplar aramaya çalıştı. Verilen cevapların yeterli olup olmadığını hayat bizlere gösterecek. Kısaca, kongreye sadece bir yasal zorunluluğu yerine getirmek, isim değişikliği yapmak için gidilmemişti. Kongre bir dönemin muhasebesini yaparak, önümüzdeki dönemin politikalarını karara bağlayacaktı. Kongrenin amacı, siyasetteki ivme kaybına çareler bulmak, uzun bir tartışma sürecinin sonunda tabandan alınan mesajlara kulak vererek öncelikleri yeniden saptamak olacaktı. Kürt siyasetinde işlerin çok uzun bir süredir ters gittiği herkesin malumu. Bunun artık gizlenecek saklanacak bir yanı yok. Hareketin giderek etkisizleştiği, taban mobilizasyonunu sağlamakta zorlandığı, merkezi kampanyalar örgütlemekte sıkıntılar yaşadığı bilinen olgular. Hareket en yüksek noktasına Haziran 2015 seçimlerinde ulaşmıştı. O günden bu yana sürekli irtifa kaybetti. Seçim sonuçları bunun sadece bir yüzüne ışık tuttu.
Kürt siyaseti bu dönemde önceliklerinin ne olacağına karar verecekti. Yanıt vermesi gerekli sorular bunlardı. Kongre ile cevaplar verildi, önümüzdeki dönemin politik yönsemeleri karar altına alındı. Kürt siyasetinin kendi özel jargonu ile ifade edecek olursak daha ‘Kürdistani’ bir çizgi belirlendi. Yani öncelik Türkiye’nin başına musallat olmuş iktidarı yıkmaktan, geriletmekten ziyade hareketin kendi özgül taleplerine doğru çekildi. Kürt meselesinin Türkiye’nin en öncelikli meselesi olduğu ve diğer meselelerin çözümünün de burada atılacak adımlara bağlı olduğu kayda geçirildi. Bunun için Öcalan’ın rolüne özel bir vurgu yapılarak devletle müzakereye hazır olunduğu mesajı verildi. Bu öncelikler Kürt siyasetinin ittifak ilişkilerine de doğrudan yansıyacak adımlar anlamına geliyor. Kürt siyaseti, Öcalan’ın üçüncü yol politikasına yeniden dönüyor. Cumhur ve Millet ittifakı arasındaki kavgadan dersini almış görünüyor. Türkiye’deki bu büyük kavgayı çözebilecek cesametten uzak olduğunun bilinci ile esnek bir üçüncü yol politikası izleyeceğinin mesajını veriyor. Önceliğimiz kendi sorunlarımızdır diyor. Bunun haksız olup olmadığı konusunda yanıt arayacağımız yer bu yazı değil. O başka bir tartışmayı gerektiriyor.
Ama şunu da belirtelim. Kürt siyasetindeki bu yön değişikliği sıkıntılara ne kadar derman olur bunun bir muamma olduğunu söyleyelim. Hareketin kendi tabanına, önceliklerine ağırlık vermesi sorunların halledilmesi için yeterli görünmüyor. Tabanı ile arasına giren güvensizliği, tedirginliği, mesafeyi aşmak için bu adımlar bile yeterli olmayabilir. İsyanın ve onun etrafında yarattığı mitolojinin etkileri gündelik hayatın baskıları karşısında aşınabiliyor. Her defasında fedakârlık talep ettiğiniz kitle, beklentileri karşılanmadığında sessizce kenara çekilebiliyor. Ulusal özlemlerinin canlılığı, ezilmişliği, devletin her günkü baskısı elindeki son tutamaklar olarak kalabiliyor. Merkezi düzeyde alınan kararların sadece nesnesi olmak, kararlara katılım kanallarının kapalılığı, içe büzülmeyi arttırıyor. Parti merkezinde kararların canlı bir tartışma ortamında değil, kapalı kapılar ardındaki mutabakat komisyonlarında alınması, parti dinamizmine zarar veriyor. Üyeliğin lafta kalması, kararların gruplar arası uzlaşma ile alınması, adayların bu şekilde belirlenmesi partinin altını oyuyor. Türkiyelileşme politikasının tabanda sindirilmemiş olması, projenin Öcalan’dan gelmesi yeterli güvenceyi sağlayamıyor.
Kürt siyaseti açık alanda etkin bir politika kurmak istiyorsa öncelikle bunun hakkını vererek işe başlamalı. Hendek savaşlarından, demokratik özerklik çağrılarından başlayarak inandırıcı bir özeleştiriye ihtiyaç var. Tarihinin en yüksek aşamasına çıkmış ve bir süre sonra ana muhalefet olmaya namzet bir siyaset neden o gün aldığı oyun bugün yarısını alma noktasına geldi. Bu gerilemeyi sadece devletin çöktürme planına yıkarak ve devlet politikaları ile izah etmek yeterli mi? Bu sorunun yeterli düzeyde özeleştirisi yapılabildi mi? Kol kırılır içinde kalır denilerek geçiştirildi mi? 2018-23 arasında başta CHP olmak üzere diğer muhalefet unsurlarına verilen kayıtsız desteğin nedenleri nelerdi? Böyle bir politikanın çıkmaz sokaklara varabileceği ön görülmedi mi? Sorular daha da arttırılabilir. Bu sorulara sağlıklı yanıtlar verilmeden alınacak çok yol olmadığı düşüncesindeyiz.