VARAN II: RAKI SATAN İSA
Bir tokatla Hz. İsa'nın Adana'dan kovulmasını okudunuz. Kafama bir soru takıldı:
"Bu yıllarda Valilerimiz Bahri Paşa gibi olsaydı acaba etrafta bolca gördüğümüz delilerin hali nic’olurdu?"
Ne de olsa bu matematiksel bir ilişkidir: Bahri Paşaların varlığı ile delilerin varlığı arasında ters orantı vardır. Biri azalınca diğeri çoğalır.
Peki, İsa’nın Adana aşkı bu kadar mı? Hayır.
Adana, öylesine bereketli topraklara sahip ki, pamuğu, narenciyesi, tekstili, karpuzu, kavunu, sanatçısı, yazarı, şairi ve delisi boldur… Her ne kadar bu günlerde pamuğu ve tekstili azalmış ise de deliden yana kısmetinde bir eksilme yoktur.
RAKI SATAN İSA
Evet, ne diyorduk?
Hazreti İsa yediği o tokattan sonra Adana’ya gelmekten vazgeçti mi? Hayır. 1930’lu yıllarda Eski İstasyon’da Afiyet Eczanesi yakınında bir dükkânda kapalı şişede rakı satan bir adam ile gazete muhabiri görüşür. Muhabir şöyle bir soru yöneltir:
“Zati Alinizin dinler üzerinde pek çok tetkikat yapmış olduğu söyleniyor bu hususta okuyucularımızı aydınlatır mısınız?”
Bu soru karşısında rakı satan adam tereddüt etmiş ancak onun bir gazete muhabiri olduğunu anlayınca ufak ufak dökülmüş:
“Ben aslen Erzurumluyum. Küçük yaşta Amerika’ya gittim. Boston civarında küçük bir kasabada çalışarak on bin lira kazandım. On beş sene orada kaldım. Günün birinde bende bir fevkaladelik başladı. Vakı olan ilhamlar bana ileride zuhur edecek vukuatı haber veriyordu. Rüyalarım aynen çıkıyordu. Bunun üzerine her şeyden elimi çektim ve herkesi hakka davete başladım. Fakat zabıta benim bu halimi gördü ve beni tımarhaneye kapattı…”
YA TIMARHANE YA AZİZLİK MERTEBESİ...
Gördüğünüz gibi Amerikalılar başka İsa’ya ihtiyaç hissetmiyor. Bize bir Hz. İsa yeter diyerek Erzurumlu İsa’yı tımarhaneye kapatmışlar.
Ama biz yine Erzurumlu İsa’nın Adana macerasını kendi ağzından izlemeye devam edelim:
“…Oradaki tımarhaneler, sinemalı tiyatroludur. Deli giren akıllı çıkar. Hâlbuki ben deli değildim. Bir köşeye çekildim ve hiçbir şeye karışmadım. Evvelce haftada dört defa tıraş oluyordum. Artık bundan vazgeçerek sakalıda bıraktım…”
Bu muhterem beş sene tımarhanede kaldıktan sonra serbest bırakılır. Anlaşılan Amerikalıların İsa’ya ihtiyacı olmadıklarını kendisi de kabul edince Türkiye’ye gelir.
Türkiye’de ilhamlar çoğalır. (Vallahi bu günlerde olsa, her taraf ilham kaynıyor ve asla yalnız kalmaz her taraf kendisi gibi gaipten ses aldığını iddia edenlerle dolu.) İlk olarak şöyle bir ilahi emir alır:
“Fes’i at Şapka giy! Altını at, kâğıt para kullan!”
Bu emirleri derhal yerine getirir. Ve ardından Hazreti İsa’nın ahir zamanda yapacağı vazife ile görevlendirilir. (!)
“O’nu temsil ediyorum. Doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın yeryüzündeki manevi aletiyim. Benim vasıtamla bütün cihana emrini veriyor…”
Fakat İsa’nın bir şikâyeti vardı: Kimse onu anlamıyor ve takdir etmiyordu.”
Muhabir bu noktada soruyor:
“İyi de kardeşim sen rakı satıyorsun?”
“Ben içmiyorum ki, para kazanmak için satıyorum…” (*)
Rakı satan İsa, daha sonra gazeteye gelmiş ve:
“Kardeşim ben Amerika’da yaşarken İsa olduğumu iddia ediyordum. Adana’ya geldikten sonra İsa olduğum iddiasını terk ettim. Ben artık rüyalar âleminde yaşamıyorum” demiştir.
"MÜJDELENMİŞLERİN HAŞERELERİ..."
Ben de şöyle anlıyorum, “deli deliyi görünce sopasını saklar misali ”Adana’ya daha önce İsa’nın gelme teşebbüsünü öğrenince bu iddiasından vazgeçmiş olabilir.
Veya Adana sokaklarında o kadar İsa ile karşılaşmış ki, kendi İsalığının işe yaramayacağını anlamıştır.
Bir dip not vermekte yarar var: Süleyman Nazif bu kimseler için Haşerei Mübeşşere ifadesini kullanmaktadır. Yani müjdelenmişlerin haşereleri. Tarihin her döneminde müjdelenmişlerin haşereleri olacaktır.
Bu günlerde sayıları arttı mı ne?
(*) Yeni Adana Gazetesi 7 Nisan 1930 tarih 2465 sayı