SEDAT MEMİLİ
Mersin’de şu an Büyükşehir Belediye Binasının karşısında büyük bir çay bahçesi vardı.
Orada garsonluk yapardım. 1970’li yıllar. Dönemin Belediye Başkanı Muhittin Uyar (Yüzbaşı Muhittin) ailesi ile birlikte sık sık o çay bahçesine gelir o koca gövdesi ile nargile tüttürürdü.
Nargileyi özellikle ben yapardım. (Şimdi nargile görünce tiksiniyorum)
Belediye Başkanı, abime “Karaoğlan” bana da “Profesör” diye hitap ederdi.
Garip bir çelişki; bana Profesör derdi ama nargilesini de bana yaptırırdı.
Şimdi profesörlere neler yaptırdıklarını görüyorum da, benim yaptığım nur nimetmiş.
Gerçi ben çakma profesördüm… A, bir dakika, bu günkülerin de neredeyse çoğu çakma zaten. (Hakkıyla profesör olanları elbette tenzih ediyorum. Saygım büyüktür) Kastım, kız sporculara ait ‘Soyunma Odası’ tabelasını ‘Giyinme Odası’ tabelasına çevirerek, ahlaki devrim yaptığını zannedenleredir.
BELEDİYE, EVİMİZ
Belediye binasına evimiz kadar rahat girerdik. Başkanla görüşmek isteyen, kapıdan girer, başkanın odasına kadar giderdi. Hiç kimse, bir şey sormazdı.
Zaten Mersin dediğin ne ki, herkes birbirini tanırdı.
Muhittin Uyar Adalet partili idi, ama biz CHP’liydik. 1973 yılı, Kaya Mutlu CHP’den belediye başkanı oldu. Çok sevindik. Artık belediye halkındı…
Bir ay sonra, belediyeye gitmek istedim, kapıda bir zabıta memuru durdurdu. Yüzü kara, (veya bana öyle geldi) sert, korkutucu bir ifade ile:
“Nereye? “
O yaşa kadar ilk defa belediye kapısında durduruluyorum. Oysa ben bu kapıdan geçip, bir başkanın veya bir müdürün odasına gidip:
“Bu gün de sen bana bir gazoz ısmarla” dediğim çok olmuştur.
“Kardeşim, Başkanın yanına gidiyorum…” dedimse de girmeyi başaramadım. Zaten gerek de kalmadı. Çünkü gerçekten işim yoktu. Sadece başkana hayırlı olsun diyecek ve birkaç daire müdürü görecektim. Vazgeçtim.
O gün şu gerçeği kavradım. Bir halk olarak içselleştirdiğim belediye, artık o belediye değil. Yüzü soğuk, devletin diğer kurumlarına dönüşmüştü.
DEVLET BABA; BELEDİYE ANNE…
“Halk” ile “Belediyeler” arasındaki ilişkilerde ilk kırılmayı o zaman yaşadım. Çok ilginçtir, hemen hemen her gün gittiğim belediyeye, 1980 yılına kadar, bir kere girdim. (İki oğlu da askere giden kimsesiz bir kadına asker aylığı çıkarmak için…)
Onun dışında adım atmadım.
Yıllar sonra Akdeniz Belediye Başkanı olan Kenan Yücesoy, sıkı bir CHP’li idi, liseden arkadaşımdı. Ona o zamanlar dert yanmıştım:
“Lan bu ne iş, adı halk olan belediye, halk ile belediye arasına zabıtalardan barikat kurdu…” O da bana:
“Ne yani, belediyeler Dingo’nun ahırı mı? Elbette, nereye gidiyorsun diye soracaklar…” diyerek uygulamayı savundu.
Şüphesiz ki belediyeler Dingo’nun ahırı değil, ama belediyelerin diğer devlet kurumlarından bir farkı olmalıdır. Yazılarımda çok kez şun görüşü kullandım:
“Devlet (babadır, erkek, korkutucu, bazen soğuk, bazen şefkatli)
Belediye (Annedir. Kadındır. Gece kalkar ortalığı süpürür, suyunu getirir, çöpünü kaldırır, rahat yaşaman için sana hizmet eder.)(*) demiştim.
GELİNCİK MASA
O günden bu güne 50 yıl geçti.
Geçen gün, gülümsemenin başkenti olan Çukurova Belediyesi’ne gittim. İçeri girerken, beyaz bluz üzerine kırmızı giyinmiş iki hanımefendi:
“Hoş geldiniz” dedi. Yorgundum, yüzümün hatları gergindi, şaşırdım:
“Hoş bulduk” dedim ve acaba ne diyecekler diye bekledim, başka bir cevap gelmeyince:
“Bir şey mi var?” diye sordum merakla.
“Hayır! Hayır!” dedi hanımefendi: “Belediyemize hoş geldiniz…” dedi. İşte o an, gergin yüzüm gevşedi, zihnimde 50 yıl önce beni belediye kapısında durduran zebani bakışlı zabıtanın görüntüsü canlandı.
50 yıl… Ne çok şey değişmiş. Sonra, Halk Masası yazılı tarafa baktım…
Başakların sarardığı zaman Tumlu Kalesi’nden Ceyhan Ovası’nı mutlaka izleyin. Sarı başaklar arasında kırmızı bir gelincik denizi akar… Rüzgârda salınır ve insana büyük mutluluk verir…
Kırmızı beyaz giysiler içinde Halk Masası personelini görünce öyle bir huzur duydum.
Belediyeler ile halk arasında, artık, “12 Eylül Dönemi” nin polis yüzlü zabıtaları gitmiş, yerini insana gelinciklerin huzur veren görüntüsünü çağrıştıran memurlar almış.
Halk, artık belediyeyi, içselleştirmiştir. (bazıları fazla içselleştirmiş, her şeyi belediyeden istiyor)
Belediye, kendini devletin baba (katı) yüzünden soyutlamış, anne, duygulu yüzüne dönüştürmüştür.
Bence bu olağanüstü bir dönüşümdür.
Ne demek istediğimi, eskinin karakolları, icra daireleri, tapu müdürlükleri, maliyenin kara renkli arabalarını ve köşe başında üniformalıların sert bakışlarını bilmeyenlerin kavraması çok zor.
Haklıyken bile devlet kapısına gitmekten korkulan dönemler geride kalmış…
“BENİM KABEM İNSANDIR”
Diğer bütün belediyelerde bu var mıdır? Bilmiyorum. Yoksa bile olmalı… En ulvi siyaset insanı temel alan, en muhteşem program ise insan mutluluğunu hedefleyendir.
Ruhi Su, hala yüreğimi titretir:
“Ellerin Kabesi var / Benim Kabem insandır
Kuran da kurtaran da / İnsan oğlu insandır…”
HALK MASASININ GELİNCİKLERİ
Buğday başakları arasında gelincik gibi görülen hanım efendilere:
“İnsana değerli olduğunu hissettiriyorsunuz” dedim.
“Başkanımız, belediyeye gelen ve giden insanların mutlu olmasına değer veriyor. Bu yüzden buradayız” dediler.
Adlarını sordum, Selma Aldoğan sıra ile yazdırdı: “Esin Şahin, Seda Dikici, Cansu Ataç, Sare Biçer ve Selda Çakıt…”
Ben adımı söyleyince, oradan bir hanım, “evet sizi biliyorum… Yazılarınız çok sert” dedi…
Kim bili? Aklında öyle kalmış.
Demem o ki; Çukurova Belediyesi’nin güzel bir uygulaması.
Cennet, insana değer veren ilişkiler yumağıdır.
Cehennem ise, insanı nesne, seçmen, müşteri gören ve iradesini yok sayan ilişkilerdir.
(*)Yazının tamamını okumanızı öneririm. Kadın erkek ve belediye ilişkileri…
https://www.5ocakgazetesi.com/devlet-baba-belediye-anne-dir-erkegin-su-hali-en-iyi-halidir-degismez-3775