Kendilerini tanıdığım zaman yeni evlenmiş bir çift idiler. Yaşadığım evin zemininde boş dükkânı kiralayıp, ev tekstili işine başladılar.
Her gün gördüğüm bu insanları tanıdıkça sevdim. Sevmekten öte takdir ettim. Hayat kavgasında bir birlerine sırt vermişlerdi. Her sabah, evden geldiklerine ve akşam döndüklerine tanıktım.
ONURLU MÜCADELE
Üç çocukları var. Üçü de bu dükkânda doğdu. Bu çocuklara sadece anne ve babaları değil, çevrede bulunan herkes kucak açtı. Şöyle söyleyebilirim, çocuklar mahalledeki yaşlılara “dede, nene” gençlere de cinsiyetine göre “amca, teyze, abi, abla” diyorlardı.
Anne ve baba işinde gücünde iken, çevrede bulunan özellikle kadınlar, çocuklarla kendi çocukları gibi ilgilenirlerdi.
İlk tanıdığımda sabah geldiklerinde arabadan iki kişi inerdi… Allah esirgesin şimdi beş kişi birden iniyor.
Bu gün size Leyla ve Osman Özer ailesini tanıtacağım.
İddia ediyorum ki her insanın yaşamı yazılmamış bir destandır. Mahallemizdeki Leyla – Osman çiftinin destansı yaşamı, örnek alınacak niteliktedir…
Her anneler gününde onu, kendi kendime Yılın annesi ilan ederim. (Beyhan ve Zekiye’nin başka bölümlerde hakları saklı kalmak üzere)
Onurlu yaşam mücadelesi veren kadınlara örnek olmasından dolayı, söyleşiyi ailenin annesi ile yapıyorum.
“DÜKKAN İÇİNDE DOĞUP BÜYÜDÜLER…”
Adını söyler misin? Diye sordum, sert, ciddi ve kesin bir dille:
“Leyla Özer”
Ben seni tanıdığımda yeni evlenmiş çocuksuz bir kadındın. Maşallah, üç çocuğun da bu dükkanda doğdu, aha şu kaldırımda da büyüdü. Hepsi de sağlıklı ve zeki. Nasıl başardın bunu?
Eşimle evlendikten sonra burada birlikte çalışmaya başladık. Buradı yeni gelişen bir mahalleydi. (Pınar Mahallesi) Evliliğimin ikinci yılında birinci çocuğum Eser doğdu. (2010) Beş yıl sonra öteki çocuğum doğdu; Ayaz. 2015 yılında. 2021 yani bu yılda Emir doğdu.
“Evet küçüklüklerini bildiğim çocuklar şimdi ortaokul öğrencisi.”
“Hepsi, bu dükkânın içinde doğdu ve bu dükkanın içinde büyüdüler. Bir bakıyorum dönerci hanım bakıyor, bir bakıyorum marketçi bakıyor, sen bile bakıyorsun arada bir. Böyle, hem işim aksamadı hem de çevreyle dayanışma içinde yüküm hafifledi. Kendi ailemle kan hısımlığım var ama bu çevremdekiler de ailem sayılır. Sağ olsunlar.
“Ben seni hep dikiş makinesinin başında yastık, yorgan, perde yani ev tekstili dikerken görüyorum. Bu mesleği nasıl öğrendin?
“Bu mesleği zaten eşim yapıyordu. Dikiş bilmiyordu ama ev tekstili, özellikle perde işi yapıyordu. Onunla evlendikten sonra, dikişi öğrendim. Yapabileceğim bir işti ve yaptım. Madem eşlim bu işi yapıyor, dikiş her şekilde lazımdı. Ben de o boşluğu kapattım….”
“Eşin seni kandırmış olmasın? Hani dikişi ucuza getirmek için falan (!)”
“Kandırmamıştı. O tezgâhta ve mal alım ve satımlarında uzmandı. Ben de dikiş eksiğini tamamladım. Kandırmışsa da iyi etmiş. Hem meslek öğrendim hem de gül gibi yaşayıp gidiyoruz…” (Burada biraz gülüştük)
“İş yerini biliyorum. Dışarıdan iş yeri ama atölye kısmına gelince ev… Burası ev mi iş yerini?”
“Doğru buraya gelince, mutfak var, oturulacak koltuk var, çocukların giysisi, buzdolabı, komşular var, sabah gelen misafirlerim var…Görüyorsun işte oyuncaklar bile sağa sola dağılmış. Ev gibi burası doğru… Çocukların doğduğu yer ev sayılmaz mı? Ben evimi otel gibi kullanıyorum. Uyumanın dışında bütün hayatım burada geçiyor.”
“ÖNCE MÜŞTERİ SONRA ARKADAŞ…”
“Müşteriler bunu yadırgıyorlar mı?”
Kesinlikle yadırgamıyorlar. Tam tersine zaten ağırlıklı olarak müşterilerimiz kadın. Perde, yastık yüzü, yatak örtüsü, nevresim vs. diktirecek olan erkek değil, hep kadın. Onlar da iş yerine gelip ev ziyaretine gelmiş gibi oluyorlar. Takdir ediyorlar. Sonuçta onlar da anne ya da anne adayı.Buraya önce müşiteri, sonra da arkadaş gibi geliyorlar. Perde seçerken bir bakıyorum, çocuklardan birini kucağına almış ona bakıyor. İlişkiler daha samimi oluyor.”
“Çocuklarını okutma konusunda çabanı takdir ediyorum…”
“Tabi ki okutacağım. Burada doğdular biri Ortaokula, diğeri de şu karşıda ilkokula gidiyor.”+
“Genelde şöyle bir önyargı var, birlikte çalışan eşler sürekli çatışır. Siz de öyle bir durum var mı?”
“Kesinlikle yok…”
“İşin sırrı?”
“İş yerine gelince, artık eş değil, iş arkadaşı gibi davranmak. İşin sırrı bu. Her eş, yerini ve sınırını bilecek. Osman’ın görevleri ayrı, sorumluluğu. Benim de biz bunları birbirine karıştırmıyoruz. Tabi ki, işin olmazsa olmazı da karşılıklı saygı ve sevgi… Bizim sorunumuz yok, on yıla yakındır devam ediyoruz, Allah ömür versin elli yıl daha devam ederiz.”
“Çiftlere birlikte çalışmayı önerir misin?
“Bu dediğim şartlarda evet. Bu şartlara uyulmazsa tabi ki ğroblemler doğar. Yani kesinlikle iş ortamını eve, ev ortamını işe taşımasınlar. O zaman hem iş hem de ev hayatında sorunlar doğmaz.”
Sedat Amca siz şahitsiniz, hem iş, hem eş, günlük sorunlar, yapılacak işler, daracık ortam yani burada bu şartlarda yaşamak zor. Katlanmak kolay değil. Ama gördüğün başarıyoruz. Neden? İşte saydığım nedenler yüzünden.
“Pandemiden dolayı çok zor bir süreç yaşadınız. Buna tanığım. Birlikte çalışmış olmanız bu sıkıntıları atlatmakta size kolaylık sağladı mı?
“Tabi ki faydasını gördük. En azından borç, alacak konularında ben kadın olarak bunların kaynağını biliyordum. Bilmesem belki de eşime kızabilirdim. Ama birlikte yaşadık. Sorunun kaynağını bilince, çözüm için dayanışma yapmak kolaylaşıyor.
Evet zor günlerdi. Bırakın kendi sıkıntımızı birikimlerimizi bile çevremiz için harcadık. O dönemde sıkıntı çeken ailler çok fazlaydı. Sadece aile değil, geniş bir çevrede birbirimize destek olduk…”
“Benim sormadığım, senin söylemek istediğin bir şey var mı?”
“ben önce çevremde beni ailelerinden sayarak destek çıkan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Onların varlığı bana güç verdi. Ayrıca müşterilerim… hepsi benim için ayrı syrı değerde arkadaş oldular. Onlara da teşekkür ediyorum…”
“Ya eşin Osman’a?”
“Ya Sedat Amca zaten ben onun adına da teşekkür ediyorum…”
Bundan sonra gülüştük. Osman Özer ile her gün konuştuğum için röportajı eşi Leyla Özer ile yaptım.
“Ne dersin Osman? Hep eşine sordum, sen dinledin?”
“Abi, Leyla ne diyorsa, ikimiz için der… Onun dediği her şley benim de dediğim sayılır…”
*
Bu perdeci (Ev tekstili) iş yeri, kadın erkek dayanışma ve saygısının canlı olduğu bir mekândır.
İnsanlar anşlam veremediğim bir şekilde ev peşinde koşarlar. Oysa ev, inşaat malzemelerinden yapılmış kapalı alandır. O evi yuva yapan kadındır. Kadın eğer o evi bir yuva yapamamışsa, isterse o evin duvarları altından olsun… Hiçbir değeri yoktur…
Bu nedenle Leyla – Osman Özer çifti takdire layıktır.
Onlar güzel yurdumun güzel insanları…
Onlar sadece evlerini değil, iş yerlerini de yuva yapmışlar.