Sedat Memili / Kucuksaat.com
J.Uz. Çvş. Enver Buğur Kapalı Semt Pazarı açıldığı günden itibaren oradan alışveriş yaparım.
Bu kapalı semt pazarı, Seyhan Belediyesi’nin yöre halkına büyük bir hizmetidir. Hatta yanlış hatırlamıyorsam, Sayın Zeydan Karalar’ın seçim vaadi idi ve ilk icraatı semt pazarının yapımı oldu. Elbette Pınar mahallesi Muhtarı sayın Saniye Çelik’in katkılarını unutmamak gerek.
Semt Pazarı’na Batı Kapısından girildiği zaman sağ kol üzerinde en uçta genç bir biberci vardır. Ağırlıklı olarak biber satar. Kendisine tahsis edilmiş alanın büyüklüğü bir avantaj sayılır. Benim dikkatimi çeken şu: Yazın sırtından güneş vurur ve dayanılmaz bir sıcağın etkisinde kalır. Kışın ise, keskin bir soğuk, yine sırtına vurur.
Ama hem dayanılmaz sıcak, hem de katlanılamaz soğuğun etkisinde bu genç pazarcının yüzünden tebessüm eksik olmaz.
Pazara eşimle giderim. Onun bu halini kendi aramızda konuşur, takdir ve hayranlıkla izleriz.
Pandeminin ilk başladığı dönem iki hafta üst üst pazara gitmedik. Üçüncü hafta gittiğimizde, bizi uzaktan gördü, büyük bir sevinçle elini sallayarak:
“Teyze neredesiniz? İki haftadır yoksunuz. Çok merak ettim” dedi.
Pazarcı o küçücük bedeni ile gözümde koca yürekli bir deve dönüştü.
Altı üstü en fazla yarım kilo biber aldığımız kişi, iki hafta gelmeyince annesini babasını görmüş gibi seviniyor…
Bu millet büyük… Bu topraklar, sessiz, çağrısız koca yürekli insanlar yetiştirir.
“Bizi neden merak ettin?” diye sordum.
“Ehliyet sınavını başarıyla geçtim. Şimdi ehliyetim oldu. Onu size söylemek için bekliyordum. Çok heyecanlıyım” dedi.
Ürperdim. Sevincini paylaşmak için bu denli duyarlı olan insan elbette acıları paylaşmak için de duyarlıdır.
Zaten, sohbet etmeden önce takdir ettiğimiz Osman Ötgen ile tanışmamız böyle oldu.
“Osman nerelisin?” diye sordum.
“Ben Adanalıyım” dedi göğsünü kabartarak. Sahiplenme duygusu ile.
“Öncesi?”
“Öncesi Mardin / Ömerli… Ama burada doğdum, burada yaşıyorum. Adanalıyım” dedi.
“Osman, kalabalık bir aile misiniz?”
“Eh, öyle sayılır dört kız dört erkek, sekiz kardeşiz”
“Yine bizden bir eksikmişsiniz” dedim.
Osman 24 yaşında bir delikanlı idi. Geçen yıl, Pazar tezgahının başında eşimle fısır fısır konuşuyor. Gözleri ışıl ışıl bir şeyler anlatıyor. Evlenmiş. Üstelik sevdiği biri ile. Mutluluğunu paylaşıyor.
“Osman, seni her zaman güleç görüyorum. Bu işin sırrı nedir?”
“Sevgi… Sevgi…” dedi.
“Nasıl hele biraz aç bakalım?”
Osman topraktan yetişmiş Anadolu Filozofları gibi anlatmaya başladı:
“İnsan severse, kötü sözleri bile iyi gelir… Ama sevmezse, iyi sözler bile kötü olur… Kalbim sevgi dolu. İnsanın kötülük yapması için zamanı olmayınca, kötülük görmesi için de zamanı kalmıyor. Bak Amca, ben sabah güneş doğmadan kalkarım. O günün ihtiyaçlarına göre eğer hale gidecek olursam daha da erken kalkarım. Ne mutlu bana işime gidiyorum. Şikâyet etmeye hakkım var mı? Bu kadar işe ihtiyacı olan insan arasında işe gidip de yoruldum demek onlara saygısızlık olmaz mı?
Allaha şükrediyorum, sabah beni yolcu eden ve akşamda yolumu gözleyen bir eşim var. Rızkımızı da temin ediyoruz. Kötülük yapmaktan kim fayda görmüş ki ben göreyim. Evet, kış aylarında bazen üşüyorum… Ama nerede üşüyorum? Kendi tezgâhımın başında… Nankör olmamak gerek. Bu gün benim yaptığım işe talip olan binlerce insan var… Kalbim sevgi dolu, kimse için kötülük düşünmüyorum… Büyüklerimiz insanın kalbi yüzüne vurur derler. Benim de kalbimdeki sevgi yüzüme vuruyor...” dedi.
Hayranlıkla dinledim.
Pazarda, yolda, otobüste küçümsediğiniz, görmezlikten geldiğiniz her insanın destansı bir yaşamı vardır…
Bunlar tek tek, güzel yurdumun güzel insanlarıdır…
İyi ki varlar…