Ak Parti iktidarı hegemonyasının ürettiği tesirler,bir çok kere,beklenilenin aksi istikametinde sonuçlar verdi.Daha evvel siyasi tarih ışığında,başka partilere aynı konu üzerinden farklı tepkiler veren “Anadolu insanı”,mesele Ak Parti olunca,aşırı pragmatik davranmakta bir beis görmedi.Bence bu durumun ana sebebi;Ak parti asli unsur haline getirdiği muhafazakar tabanına hitap ederken,yaslandığı ideolojik motivasyon,daha açıkçası bilinmeyenler üzerinden kurduğu metafizik siyasetin doğal sonucu bu durumu doğurdu..Bu hegemonyanın kendi tabanını istediği şekilde yönlendirmesi anlaşılabilir bir durum iken, Ak Parti’ye muhalif hatta muarız olan grupların siyasetlerini etkilemesi/belirlemesi esas garip olan duruma işaret eder.
Abdullah GÜL konusunda bunu bariz olarak görebiliyoruz.Partinin ERDOĞAN’dan sonra en etkin kişisi ve önemli mevkilerde görev alan ana unsuru olan bir siyasetçinin,Parti stratejisince,lisan-ı hal ile ötekileştirilmesi,sürecin devamında itibarsızlaştırılması,rasyonel olmayan bir süre zarfında hızlıca gelişti.Aynı süreç, DAVUTOĞLU içinde söz konusu.
Bu durum Abdullah GÜL’ü doğal olarak Ak Parti karşıtı muhitte; sevimli,sempatik,savunulması gereken siyasetçi kategorisine itmesi gerekirken,mezkur çevrelerce de Abdullah GÜL istenmeyen siyasetçi haline dönüşüverdi.GÜL’ün görece demokratlığı,sessiz ve sakin kişiliği,Ak Parti tabanını çözme istidadı,Ak Parti muhalifleri içerisinde politik ve pragmatik bakış açısına sahip olanları bile,GÜL konusunda tatmin etmeye yetmedi.
Bu durum; “her türden ötekinin” dahi, siyasal alanını/stratejisini belirleyen Ak Parti hegemonyasının şiddetine delalet eder.
GÜL karşıtlığının;İiberal,muhafazakar,sol,Kürt siyaseti ve değişik muhitlerde,Ak Parti hegemonyası dışında organik olan bir yanı,GÜL’ün konuşmasının elzem olduğu dönemlerde,aktif tavır alması gereken zamanlarda,yakışanı yapmadığı üzerine kurulu haklı bir zemine dayandığını söylemez isek,haksızlık yapmış oluruz.Özellikle son beş yılı parantez içerisine alsak,itirazların Demokratik meşruiyetini rahatlıkla görebiliriz.
Benim esas sorgulamak istediğim diğer bir husus ise;Sayın Abdullah GÜL’ün selefi olan Sayın Ahmed Necdet SEZER ile kurmuş olduğumuz ilişkinin psikolojik,siyasi,demokratik,duygusal,ilkesel,hukuki ve rasyonel tutarlılığı/tutarsızlığı meselesidir.
Anayasa Mahkemesi başkanı olduğu dönemde;katı,özgürlük alanlarını daraltıcı,Demokrasinin genişlemesini kısıtlayıcı içtihatlara imza atmasına rağmen;kapatılmasına katkı koyduğu Refah Partisinin yerine kurulan Fazilet partisinin dahi,saygınlığı ve dürüst kişiliği karşısında düğme iliklemek zorunda olduğu A.N.SEZER,T.B.M.M’de grubu bulunan partilerin tamamının oluruyla Cumhurbaşkanlığına seçilmişti.Görev süresince,geçmişten gelen SEZER portresini zedeleyecek hiçbir davranışın ve siyasetin adımını atmayarak ciddi bir istikrar sergiledi.Hiçbir zaman siyasetçi/politikacı kimliğine bürünmeye tenezzül etmedi.
Her ne olursa olsun bildiğini okuyarak,kendi hakikatinin dışına çıkmayan tavrını, 25 Ağustos 2004 tarihli MGK toplantısında da göstererek, o günlerin tartışılması teklif dahi edilemeyecek dogması “Gülen Cemaati” ile mücadele edilmesi kararını imzaladı.28 Ağustos 2007 tarihinde görevini halefi Abdullah GÜL’e devrederken, kendisini yönetim tarzı ve hayat felsefesi itibariyle eleştirenlerin dahi,saygı duymasını zaruri kılan bir geçmiş bıraktı.Yolsuzluk, nepotizm, israfçılık,şatafat ve kibir,yasaları ihlal,popülizm….Hiçbiri ama hiçbiri,SEZER’in semtine uğramadı. Bu coğrafyanın bin yıllık Devlet geleneği içerisinde,kul hakkını hiçbir şekilde yemeyen bir Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti.Sonrası mı? derin bir sessizlik, bir daha kendisinden hiç haber alamadık.Kararlı ve ilkesel bir tutum olarak sessizliğini,sessizliği kıskandıracak şekilde korudu.
Fetö meselesi zuhur edince,bu topraklarda konuşacak yegane insan olan A.N.SEZER’den tek harf işitilmedi.İktidarın hukuk dışı uygulamaları baş gösterince, nedense aklımıza SEZER hiç gelmedi.Fetö bahane edilerek,iktidarla fikirsel anlamda sıkıntılı kişi ve kurumlara yapılan antidemokratik baskılar karşısında sığınaksız ve korumasız kalan,haksızlığa uğrayan insanların aklına her zaman olduğu gibi Sayın SEZER hiç gelmedi.
Herkesçe malum olan;Atatürk,Laiklik,Cumhuriyet değerleri sistematik ve kasıtlı saldırıya uğrarken,sessizliğini koruduğu gibi,bu meselelerde hassas olan tek bir kişinin aklına yine SEZER gelmedi.Son bin yıllık tarihimizde,yolsuzlukla alakalı konuşacak,eleştiri getirecek, akraba kayırmacılığı hararetle tartışılırken yüksek sesle muhalefet edecek liyakat ve ehliyete sahip ender şahsiyetlerden biri Sayın SEZER olmasına karşın,yine kendisinden tek bir cümle duymadık. Kendisinin böyle bir inisiyatif almama prensibi, artık tartışılmaması gereken seküler bir dogmaya dönüşmüş oldu.
Denilebilir ki; geçmişinde Cumhurbaşkanlığı gibi önemli görevde bulunmuş bir kişinin, almış olduğu kararla,siyasetten feragat etmesi,siyasetle hatta toplumla ilgilenmemesi,ailesiyle mütevazı bir yaşam sürmesi onun hakkı ve hukuku değil midir? Tartışmasız,boynu bükükçe vereceğim cevap,evet olacaktır.
Şimdi soruyorum; Her zaman olmasa da ,ara sıra konuşur gibi yapan ,SEZER’le aynı tavra sahip, konuşması gerektiği halde konuşmayan,tavır alacak gücü olduğu halde,halk menfaatine tavır almayan Abdullah GÜL’e, Ahmed Necdet SEZER’e gösterdiğimiz sevgi ve toleransı,çoğu zaman saygıyı neden göstermiyoruz?
GÜL’den aynı nedenlerle nefret eden kitle, SEZER’i neden seviyor?
Yakın tarihimizde,ardı sıra Cumhurbaşkanlığı yapan iki önemli şahsiyetten bahsediyorum.
Ak Parti’nin konsolide ettiği muhitin GÜL’e karşı duygularını haydi anladım,seküler /laik cephenin GÜL’e kızgınlığını da rasyonalize edelim.
Peki; bizzat haklı olarak,Cumhuriyet değerlerinin saldırıya uğradığını ifade eden Laik ve Atatürkçü çevrelerin,SEZER takdirini nasıl anlamlı/rasyonel kılabilirim?
Maalesef,yukarda uzunca anlatmaya,izah etmeye çalıştığım irrasyonel tutumun belirleyicisi de,Adalet ve Kalkınma Partisi reel politiğidir.Bugün Ak Parti arzu etmediği için mezkur çevreler,SEZER eleştirisi yapmaya muktedir değildir.Bu aczi önümüzdeki günlerde müstakil bir makale olarak ele alacağım.
Bir başka seçeneği ayrıca ifade etmek isterim.Sayın Ahmed Necdet SEZER vicdan sahibi tüm yurttaşların icmasıyla;dürüst,düzgün,namuslu bir şahsiyettir.Bu topraklarda dürüst idareci artık o kadar nadir ki; SEZER’in yakışanı yapmayıp,zulme seyirci tavrı,salim bir liman kapasitesine sahipken gemilerin alabora oluşunu seyredişine gösterilen tolerans, dürüstlüğüne duyulan saygının sonsuz kredisidir.Dürüstlük artık bu coğrafyada,dürüstlüğü zedeleyecek tavırların dahi üstünü örten bir kutsallığa bürünmüştür.İşte bu çok kötüdür…