Gülşen ve Shylock

Hacı Hüseyin Kılınç

Bloom Shakespeare için ‘ her yere nüfuz eden sınırlanamaz bir ruh ‘ demişti. Dante’nin seçkinciliğine karşı Shakespeare’in halkın şairi olduğunu ileri sürüyordu. O yalnızca Rönesans İngiltere’sine de ait değildi. Karakter yaratmaktaki ustalığı ile dünyanın bütün milletlerine hitap edebilecek bir dehaya sahipti. Halka ait olduğu için yaşadığı dönemde aristokratlardan özel bir himaye görmek ve doğduğu Stratford’a önemli bir şahsiyet olarak dönmek arzusunu duymuş olsa da her kesime seslenebilecek özel bir yeteneğe sahipti. 

Shakespeare’in yarattığı karekterler içinde en dikkat çekici olanlardan biri Venedik Taciri’ndeki Yahudi Shylock’tur. Sylock Kıta Avrupa’sında ırkının başka bir mesleği yapmasına izin verilmediği için tefecilik yaparak hayatını devam ettiren biridir. Yeni palazlanmaya başlamış burjuvalar kendisini küçümser, alay eder. Shylock ticari kapitalizmin o günkü başkenti sayılabilecek Venedik’te yaşamaktadır. Burjuvalar işlerini yürütebilmek için bir yandan onların ellerindeki birikmiş paraya ihtiyaç duyarken diğer yandanda yaptıkları iş nedeniyle onlara lanet okur. Yahudiler gelişen kapitalizme her iki yönden de hizmet eder. Bir taraftan para-sermayenin döngüsüne hız kazandırırken diğer taraftan toplumun nefret nesnesi olmaya sürüklenirler. Paranın yol açtığı çöküşün kaynağı olarak işaretlenip, hedef gösterilirler. 

Shylock denizlerde kadırgaları mal taşıyan Antonio’ya borç para verir. Para ödenmediği taktirde karşılık olarak Antonio’nun vücudundan yarım kilo et almayı sözleşme altına alırlar. Senedin vadesi geldiğinde para ödenmez. Sözleşmenin yerine getirilip getirilmemesi Venedik yargısını büyük bir paradoksa sürükler. Bir tarafta sözleşme özgürlüğü ve şehrin buna dayalı itibarı söz konusu iken diğer yanda lanetlenmiş birisine şehir en değerli üyesinin etinden bir parçayı kurban edecektir. 

Ticari kapitalizmin yeni kutsalı sözleşme hürriyetidir. Bunun güvencesi de hukukun soyut ve genel ilkelerine bağlılıktan geçmektedir. Bu ilkelerin uygulanması sırasında tarafların ırkına, milliyetine ve sınıfına bakılmaz. Hukukun hukuk olabilmesi için her hangi somut bir durum karşısında aldırışsız olması gereklidir. Eğer böyle olmaz ise kendi varlık zeminini tahrip edip, yok edecektir. Hem Venedik yargısı hem de yönetici sınıf bunun farkındadır. Sözleşmeye riayet etmediklerinde Venedik büyük bir itibar kaybına uğrayacak, uydukları taktirde de lanetli bir ırka karşı inandıkları dinin yasalarını çiğnemiş olacaklardır. Yani genel ilkeler ile tikel bir olgu şimdi karşı karşıya gelmiştir. 

Venedik yargısı işi öncelikle Shylock’un merhametine seslenerek aşmaya çalışır. Lanetlenmiş Shylock’un vicdanı o kadar aşağılanmıştır ki kaskatı kesilmiştir. Merhametin yumuşak dili o katılığı yumuşatmaya kafi gelmez. En sonunda burjuva kurnazlığı devreye girer. Portia isminde erkek kılığına girmiş bir kadın kahraman sözleşmenin Shylock’a tanıdığı tek hakkın Antonio’nun vücudundan yarım kilo bir et parçası almak olduğunu, ancak bunu da onun kanını dökmeden yapması gerektiğini söyler. Çünkü sözleşme Shylock’a Antonio’nun kanını akıtma hakkını vermemektedir. Bu kurnazca yorum ile Antonio paçayı kurtarır. Shylock’un kötü niyetli olduğu iddia edilerek servetinin yarısını Antonio’ya vermesi gibi ağır bir karşı cezada verilir. 

Hukukun insanın güvencesi sayılan soyut ve genel ilkeleri, ancak somut bağlamlarda hayata geçebilir. İkisi arasında uçurum oluştuğunda hukuk insana hiçbir güvence sağlayamaz. Bu güvence ise hukuku yorumlayacak, hayata geçirecek egemenin keyfilikten, aşırılıktan imtina etmesiyle mümkündür. Hukukun biçimsel yapısı, bu yapının altını oymaya kararlı güçler karşısında çaresizdir, zavallıdır. Hukukun hukuk olabilmesi için ruhuna uygun davranılması bir zorunluluktur. Carl Schmitt egemen istisna haline karar verendir demişti. İstisna hali tam bir hukuksuzluk hali değildir. Ancak istisna halinde egemen hukuka kendi ruhunu üfler. O artık soyut, genel, evrensel ilkelerin ruhuna uygun düşen bir yorum değildir. Tıpkı Shylock’da olduğu gibi keyfi, sırf belagattan ibaret bir yorumdur. 

Shakespeare’in ne Carl Schmitt’den ne de istisna halinden haberi vardı. Schmitt çok zeki bir hukukçu olmasına karşılık tüm yeteneklerini  Nazilerin hizmetine sunmuştu. Nazilerin baş hukukçusu olarak biliniyordu. Bir hukukçu olmasına karşılık mesleki deformasyona uğramadığı gibi hukukun çaresizliklerini en iyi bilenlerden biriydi. Siyasal kavramının kurucu ilke olduğuna inanıyordu ve kavramın dostluk ve düşmanlık dikotomisine yaslandığını düşünüyordu. Gelelim Shakespeare’in dehasına. Bırakalım hukuk devleti kavramını doğal hukukun dahi esamesinin okunmadığı bir çağda Shakespeare yasa ile istisna halini, soyut ilkeler ile tikeller arasındaki çatışmayı, egemen sınıf ile onun lanetlediği zümreler arasındaki diyalektiği eşsiz zekası ile fark etmişti. 

Şimdi Türkiye şarkıcı Gülşen üzerinden yine bir hukuk tartışması yapıyor. Şarkıcının mevcut iktidarın özel ayrıcalık zırhı ile kapladığı İmam Hatiplileri aşağıladığı, hakaret ettiği iddia ediliyor. İmam Hatipliler şimdiki iktidarın gözünde soyut, genel, evrensel ilkeler dahi ayaklar altına alınarak kollanması gereken zümreyi oluşturuyor. Onlar Shylock karşısındaki Venedikli burjuvalara, Antonio’lara benziyor. Onları korumak, gözetmek için soyut ilkelerin ruhu çiğnenip, ayaklar altına alınabilir. Hasım bellediklerinin lanetli Shylock’lardan bir farkı yok. Hatta hürriyeti bağlayıcı cezada yetmez Shylock’da olduğu gibi mülkünüze müsadere edilerek, el de konulabilir. Hukukun soyut ve genel ilkeleri sizi korumaya yetmez. Çünkü aradaki dolayımı kuracak birileri sizin lanetlenmiş bir sınıfa mensup olduğunuza karar vermiş ise yasa karşısında Agamben’in çıplak insanından farkınız yoktur. Agamben çıplak insanı toplama kampları ile sınırlamıştı. Ya bir bütün olarak egemen tarafından toplama kamplarına kapatılmışsak veya öyle gözüküyorsak onların gözünde.