SEDAT MEMİLİ
Çukurova Belediye Başkanı Sayın Soner çetin, açık bir davet yaptı:
“Serhan Askerle Görkemli Hatıralar Çukurova’da!
Doğumunun 121. senesinde usta şair Nazım Hikmet’i, Müzisyen Serenad Bağcan, Şair Ataol Behramoğlu, Yazar Nebil Özgentürk ve bu toprakların ölümsüz yazarı Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü’nün katılımıyla anacağız.
Tüm hemşehrilerimiz davetlidir.”
Bu konu hakkında birçok arkadaşımız değerlendirmeler yaptı.
Benim ilgimi çeken, “Siyaset, Sanat ve Gülmek” üçlemesi ve şarkı söylemesi…
SANAT VE SİYASET
Sanat ile siyaset arasında teorik olarak sıkı bir ilişki vardır. Ama aynı ilişki Siyasetçi ile sanat arasında yoktur.
En kaba anlatımı ile sanat; insanın nesnel gerçekliği, estetik biçimde yeniden yaratılması ve bunu başarabilme yeteneğidir. Daha kısa olarak, “Nesnel gerçekliğin estetik yansıması” (*) Sanatçının malzemesi, ‘doğa ve insan’ ile doğa insan ilişkisidir.
Esasında siyasetçinin de malzemesi de budur. Çünkü siyaset, devlet işlerinin biçim ve içeriğini belirlemedir. Siyasetçi bu içeriği belirlemek için, içinde yaşadığı toplumda ‘insanın insan ile ve insanın doğa ile ilişkilerini’ kaynak olarak alır.
Sanat ve siyaset aynı kaynaktan beslenir; ancak birçok siyasi sanata uzak veya karşıdır.
Kanaatimce, sanata uzak olan, insana ve doğaya da uzaktır.
Orhan Kemal Kültür Merkezi’nde en arka koltukta oturup, sahneye bakarken bunları düşündüm.
GÜLMEK İNSANLAŞMAKTIR; TEBESSÜM İSE SANAT…
Hani sanat için “nesnel gerçekliğin estetik yansıması’ dedik ya, bu bağlamda “Gülmek” konusuna gelelim. Yani tebessüm etmek...
Adolf Hitler ile ilgili belki yüzlerce belgesel izledim; Güldüğünü görmedim. Aynı tespiti, Mussolini, Franko, Pinoche için de yapabilirim. Örneğin Papa, Patrik veya Diyanet İşleri Başkanı’nı kahkaha atarken gören, duyan var mıdır?
Roma İmparatorlarını resim ve heykellerinde gülen bir yüz göremezsiniz.
Mitolojilerde binlerce öykü okudum; (Şarap Tanrısı Dionysos, dışında) gülen hiçbir tanrıya rastlamadım. (Dionysos’un gülmesi Tanrılık mertebesinden de yüksekti)
Belki de bu yüzden, binlerce yıllık insanlık tarihinde savaşın olmadığı yıl sayısı 300 kadardır.
GÜLMEYE DÜŞMAN REJİMLER
Totaliter rejimler, insanı, insan olarak değil de kımıldayan, hareket eden nesneler olarak değerlendirir. İnsanı şekillendirir. Nerede, ne zaman nasıl düşüneceği, nerede ağlayacağına kadar, insanı denetim altında tutar. Ne yiyip ne içeceğine, ne giyip giymeyeceğine kadar kendisi karar verir ve dayatır.
İnsanın sevinç ve kederlerini bile denetleme gücüne sahip olan rejimler sadece “Gülme” karşısında çaresizdir. Bu nedenle, katı rejimler gülmeye düşmandır.
Ve bu yüzden Bekri Mustafa Efsanesi kadar IV. Murat’ı zorlayan başka bir güç olmamıştır.
Ve bu yüzden Nasrettin Hoca, Timur’un karşısında en büyük güçtür.
İnsan ve doğa ilişkilerini kavrayamayan bir siyasetçi, sanatı da kavrayamaz, gülmenin derinliğini de…
Gülmek insanlaşmaktır…
Gülmek, totaliter rejimlere başkaldırıdır.
Gülmek, her türlü haksızlık, baskı, zulüm karşısında insanlığın yanında yer almaktır.
Kendine gülmeyi yakıştıramayan bir siyasi, halkını güldürecek proje üretemez.
VE ŞARKI SÖYLEMEK
Bir siyasinin şarkı söylemesinin önemini kavramak için bir ölçü vereyim: Hatırat yazmak…
Bizde maalesef hatırat yazan siyasetçi sayısı azdır.
Hatırat yazmak kişinin kendisi ile hesaplaşması, Şarkı söylemek ise, halkın gönlüyle bütünleşmesidir.
Hatırat kendisiyle yüzleşme, şarkı söylemek ise halk ile yüzleşmektir.
Hatırat, bilgiden bilgiye, şarkı ise gönülden gönüle kurulan köprüdür.
ATAOL BEHRAMOĞLU VE ŞİİRİN MÜZİĞİ
Müzik, doğanın ezgisidir. (Bir not, Ataol Behramoğlu şiir okuyacaktı. Serhan Asker piyanonun da eşlik etmesini istedi. Değerli şair, nazikçe: “Hayır piyanonun eşlik etmesini istemiyorum, müzik şiirin ritmindedir” diyerek piyanonun şiirine eşlik etmesini istemedi.
Yürekten alkışladım.)
Müzik doğanın sesinden doğmuştur. (Hikaye uzun ama olağanüstü güzellik içerir)
Şarkı söylemek, doğaya ve insan ruhuna eşlik etmektir.
Şarkı söylemenin gücü, en az gülmenin gücü kadardır.
İnsanlığın ilk yıllarında, sevilen ölülerin yeniden canlanması için şarkılar söylenirdi. Acıların, felaketlerin, doğal afetlerin bitmesi için hep birlikte şarkılar söylenirdi.
Victor Jara, Pinochet Yönetimine, tanklarla, top ve tüfeklerle değil, elinde gitar ve dudaklarında şarkıyla karşı durmuştur. Dudaklarında bir şarkıyla, stadyumda öldürülen Jara, şüphesiz ki, cellatlarından uzun yaşayacaktır.
Ve tarihin en zalim diktatörlerinden biri olan Pinoche’yi, Jara’nın şarkıları kadar hiçbir güç sarsamamıştır.
“KAPILARI ÇALAN BENİM…”
Nazım Hikmet’in doğumunun 121. Yıldönümü ve sahneye Soner Çetin davet edildiğinde bunları düşünüyordum. Sayın Çetin:
“Hiroşimalı Kız, Nazım Usta’nın beni çok etkileyen bir şiiridir. Hem o büyük faciayı hatırlatıyor insanlığa, Hem de tabi Aladağ’da ki, yurt yangınında ölen çocuklarımızı hatırlatıyor. Onların anısına” diyerek…
“ Kapıları çalan benim / kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem / göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli / oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım, / büyümez ölü çocuklar.”
Salonda, gözyaşlarını tutamayan insanlar gördüm. “Gülümseyin Çukurova’dasınız” diyen başkanı dinleyen gözyaşlarını tutmadı.
Gülmek ve ağlamak… Muhteşem iki insani duygu…
Gülmenin derinliğini kavrayamayanlar, ağlamanın içtenliğinden de yoksundur.
Sanat böyle bir şeydir…
“Gülümseyin Çukurova’dasınız…”
(*) Orhan Hançerlioğlu. Felsefe Ansiklopedisi. 6. Cilt. Remzi Kitapevi (1993)