Güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi

Hacı Hüseyin Kılınç

Şubat ayı sonlarına doğru Ukrayna krizinin tırmanışa geçmesi bütün ülkelerde siyasi gündemin en ön sırasına savaş olasılığını getirdi. Savaşın çıkıp çıkmayacağı, çıktığında ise kapsamının ne olacağı diğer bütün tartışmaları geri plana itti. Türkiye'de de savaş seçeneği ve başlamasıyla birlikte savaşın kendisi diğer tüm gündemleri geriye itti. Altı partinin uzun hazırlıklar sonrasında tanıtımını yapacakları ' güçlendirilmiş parlamenter sistem ' önerisi de yoğun savaş gündeminin etkisi nedeniyle beklenilen düzeyde bir ilgiyi yakalayamadı. İktidar medyasının bu konudaki tutumunun çok bilinçli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Savaş gündemi böylesi önemli bir başlığı gözlerden gizlemenin bahanesi oldu. Konjonktür müsait olsaydı da yine tek merkezden yönetilen bu çevrelerin bu başlığı toplumdan kaçıracağını ifade etmek haksızlık olmayacaktır. Kısmen dahi böylesi bir şeye yanaşmaya tenezzül etmediler. İktidar blokunun dışında toplumun önemli bir bölümünü temsil kabiliyeti olan altı siyasal partinin uzun çalışmalar sonucunda hazırladıkları yönetim sistemi önerisini görmezden gelmeleri yok sayma kültürünün müşahhas bir örneği olarak tarihe kaydedilecektir. 

Altı siyasal parti farklı geleneklerden gelmelerine, geçmişte birbirlerine karşı yoğun husumet beslemelerine karşılık ortak bir noktada buluşmayı başardılar. Demokrasimiz açısından sergilenen tablonun kıymetli olduğu düşüncesindeyiz. Siyasi partiler arasındaki mücadelenin diyalogdan ziyade çatışmayla beslendiği, her bir partinin siyasi enerjisini kendine hasım bellediklerinden aldığı, siyasi parti sempatizanlığının çok rahatlıkla fanatizm boyutlarına sıçrayabildiği, sorun çözmekten ziyade yaraları kaşımaya dayalı bir siyasi kültürün hakim olduğu ülkemizde gelinen aşamayı siyasetimiz açısından bir olgunluk işareti olarak okumak istiyoruz. Bu niyetimizin bir hayal kırıklığına dönüşmemesini ilerleyen zamanlarda yaşayarak göreceğiz. Eğer altı parti altına imza attıkları metne bağlı kalırlarsa, tüm önceliklerini partisel çıkarlardan ziyade topluma taahhüt ettikleri hedeflerin hayata geçmesine seferber ederler ise sayısız kere yaşadığımız hayal kırıklığına son verilmiş olacaktır.  

Tüm eksikliklerine, yetersizliklerine, görmezden geldiği hususlara karşılık metin Türkiye toplumuna kaliteli bir demokrasi vaat ediyor. Demokrasinin çok partili hayata geçildiği günden bu yana kanayan bir yarası haline gelmiş meselelerine neşter atıyor. Yaşanılan demokrasi tecrübesinden dersler çıkartıyor. Demokrasi birikimine her hangi bir ön yargıyla yaklaşmaktan imtina ediyor. Demokrasi sorunlarına geleneksel siyasi parti partizanlığından uzak bir yerden yaklaşıyor. Türkiye'nin kadim demokrasi tartışmalarındaki yanlış saflaşmalara tenezzül etmiyor. Zamanın ruhunu, dünya demokrasilerinin geldiği aşamayı yakalamaya çalışıyor. Kendisini bir sistem önerisi etrafında biçimlendiriyor. Anayasa yapımının salt siyasal partilerin meselesi olmadığının farkında. Yeni bir anayasanın ancak toplumun tüm dinamiklerinin ortak katılımıyla mümkün olacağını söylüyor. 

Topluma altı parti tarafından sunulan metin yeni bir anayasa önerisi değil. Dolayısıyla tartışmayı da karşımızda yeni bir anayasa teklifi varmış gibi yapmamak gerekiyor. Metin Türkiye'nin çok yönlü krizlerle karşı karşıya olduğunu fakat tüm krizleri üst belirleyenin yönetim sistemi krizi olduğunu söylüyor. Krizin bu hali çözülmeden diğerlerinin çözülmesinin mümkün olmayacağını tespit ediyor. Yönetim sistemi krizinin diğer tüm kriz dinamiklerini azdırdığını, çözülmesi imkansız bir noktaya taşıdığını ve zinciri yakalamak için işe bu halkayı tutarak başlamak gerektiğini belirtiyor. Yönetim sistemi krizinin çözülmesi halinde sistemdeki kilitlenmenin aşılacağı, diğer kriz dinamiklerinin çözülme vasatının oluşacağı vaz ediliyor.      

Türkiye'nin 150 yıllık parlamento deneyimi tüm kesintilerine rağmen toplum açısından güçlü alışkanlıklar oluşturdu. Toplum darbelere, ara rejimlere, demokrasinin askıya alınmasına karşılık asgari düzeyde dahi olsa bu alışkanlıklarından hiç vazgeçmek istemedi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen aslında alaturka bir başkanlık sitemi olan düzene hiç de olağan koşullarda geçilmemişti. 15 Temmuz'un yarattığı travmatik iklim ve olağanüstü hal koşulları çok aceleci biçimde devlet sınıflarını işleri tek adama dayalı bir sistemle daha rahat yürütecekleri bir karara itmişti. Darbenin yarattığı devlet krizi, içerideki ve dışarıdaki çok yönlü krizler geçici de olsa ancak böylesi bir sistemle aşılabilirdi. Parlamenter alışkanlıklar, çok yönlü müzakereler, siyasal dengeler devlet krizinin aşılmasını sürüncemede bırakacaktı. Halbuki tüm iktidarın bir bonaparta, sezara, kayzere teslim edildiği bir süreç ile devletteki restorasyon hızlı biçimde sağlanacaktı. Bu beklentilerin hiç birisi gerçekleşmedi. Türkiye'nin modern devlet olma vasıflarının neredeyse tamamı bu kısa sürede yok edildi. Edinilmiş bürokratik deneyimler, bürokratik rasyonalizasyon alışkanlıkları kamu yaşamından silindi. Ortaya hastalıklı bir şark devleti klasiği çıktı. Kimsenin sorumluluk almadığı, herkesin topu birbirine attığı, devletin sadece birkaç kurumunun tüm devlet aygıtına yön verdiği, kurumlar arası özerkliklerin yok edildiği bir manzaraydı karşımıza çıkan. Gelinen bu aşamanın sistemi tasarlayan çevreler tarafından dahi memnunlukla karşılanmadığı düşüncesindeyiz. Aklı başında olan herkesin yeni bir sistem tasarımına ihtiyaç duyulduğunu fark ettiğini düşünüyoruz. 

Şimdilik meseleye böyle bir giriş yapalım.