Bu yazı altı partinin 28 Şubat 2022 tarihinde açıkladığı güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi ile ilgili son yazımız olacak. Simgesellikler siyasetin vazgeçilmez araçlarındandır. Çok teferruatlı anlatılması gereken şeyleri olduğu gibi, anlaşılması güç soyutlamaları da simgelerle kolayca anlatabilirsiniz. İdeolojik, proğramatik ve siyasi meseleleri en kestirme biçimde anlatabilmek için siyaset simgeselliklere ihtiyaç duyar. Seçilen her simge o güne ilişkin tercihlerimizi yansıtır. Çünkü göstergebilim yani semiyolojiye göre her şey bir simge olduğu gibi simgesel düzeneklerde siyasetinde ayrılmaz bir parçasıdır. Seçilen günler, mekanlar, tarihler siyasal tercihleri ifade eder. 29 Ekim milli bayram olmanın dışında bir hanedanın kulları olmayı değil emperyalizme karşı özgürleştirilmiş vatanda özgür yurttaşlar olarak yaşamayı simgeler. 14 Mayıs sadece tek partinin iktidarını seçimler yoluyla devrettiği bir tarih olmanın ötesinde geniş muhafazakar kitlelerin seçimler aracılığıyla iktidara ortak olduğu bir tarihi hatırlatır. 12 Mart sadece seçilmiş hükümetin muhtıra verilerek iktidarı bıraktığı bir tarih olmanın yanında Türkiye'nin ilerici birikiminin zor kullanılarak tırpanlanmaya çalışıldığı bir dönemin adıdır. Bu nedenlerle geniş açıklamalar yerine bu tarihlere, mekanlara vurgu yaparak tercihlerimizi sergilemiş oluruz.
Altı siyasal parti yönetim modeli önerilerini siyasal simgeselliği yüksek olan bir tarihte açıkladı. Bu gelişigüzel tespit edilmiş bir tarih değildi. Bu tarihte Milli Güvenlik Kurulu askerlerin dikte etmesiyle Refahyol hükümetinin başında olan Erbakan'a irticai faaliyetlerin önüne geçilmesi için yapılacakların listesini sundu. Dindar ve muhafazakar kesimlerin sözcüsü olarak uzun süredir siyaset alanında bulunan hoca herhangi bir şerh dahi koymadan bu kararların altına imza attı. Bu karar salt askerler marifetiyle alınmış bir karar değildi. 28 Şubat olarak bilinen ve sonradan postmodern darbe denilen sürecin arkasında ABD ve İsrail bulunuyordu. Yine bu dönemde Türkiye İsrail ilişkileri tarihinin en ileri noktasına gelmişti. Tüsiad başta olamak üzere TOBB gibi büyük iş adamı örgütleri darbenin sivil ayağını oluşturuyordu. Hoca her hangi bir direniş geliştirmeden iktidarı bir süre sonra Çiller'e devretmek zorunda kaldı. Laiklik adına yapıldığı iddia edilen postmodern darbenin asıl muradı iktidarın islamcı-doğucu çevrelerin eline geçmesini önlemekti. İktidar savaşları laiklik şalı altına gizlenerek sürdürülmüştü. Laikliği kendilerine zırh yapmış olanlar 12 Eylül'den itibaren hız verilen İslamizasyonun da uygulayıcısıydılar.
28 Şubat en fazla mağdurlarına yaradı. Gerçek mağdurları tenzih ederek konuştuğumuzun altını çizelim. Direnmeden iktidarı uysalca teslim edenler sonradan tüm toplumu etkisi altına alacak bir mağduriyet söylemi geliştirdiler. Bu söylem etrafında siyaset alanı yeniden dizayn edildi. Liberal-muhafazakar-islamcı blokuna dayalı bu söylem önceki tüm darbeleri de üst belirleyen bir söylemin altına imza attı. Demokrat, ilerici, modern olmak bu söylemin içinden konuşmayı gerektiriyordu. Geçmiş tüm mağduriyetlerin, ödenilen bedellerin sözü dahi edilemiyordu. Siyasi ve entelektüel bir ' dil hapishanesi ' yaratılmış ve başka bir şey söyleyebilmenin koşulları imkansızlaştırılmıştı.
İşte altı siyasal parti siyasi simgeselliği bu kadar yüksek bir günde önerilerini açıklayarak tarihsel olarak bu tarihi ve o dönemde yaşanılanları kerteriz aldıklarını beyan etmiş oldular. Önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi önceki darbelerde eleştirilmekte, lanetlenmekte idiyse de 28 Şubat tarihi özel olarak seçilmek suretiyle bu dönemin mağduru olduğuna inanılan muhafazakar çevrelere göz kırpılmış olunuyordu. Bu simgesellik muhafazakarlığı veri kabul ediyor ve onun içinden topluma seslenmeyi tercih ediyordu.
Bu sorgulayıcı tavrımız bu çevrelerin yaşadığı mağduriyeti, travmaları önemsemediğimiz anlamına gelmesin. Anlatmaya çalıştığımız şey toplumdaki tüm mağduriyetlere eşit bir mesafeden bakmak yerine simgeselliği yüksek bir tarih esas alınmak suretiyle muhafazakar bir dilin içinden topluma seslenmek kaygısının güdüldüğünün altını çizmek. Altı partinin siyaseten geldikleri yere baktığımızda referanslarını artık muhafazakar bir dilin oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Toplumsallık içinde hassasiyetleri, endişeleri, duyuş ve düşünüşleri esas alınan çevre muhafazakarlardır. Toplumun diğer katmanlarının idrakları bu önceliğin ardına yerleştirilmektedir. AKP'nin yarattığı orijinal anlamıyla da muhafazakarlıkla ilgisi olmayan ama bu isimle adlandırılan kültürel iklim sorgulanmaksızın kabul edilmektedir. Cumhuriyetin ilerici birikiminin sözcüsü olan çevreler açısından bu sözcülük sadece milli bayramlarda ve bazı özel günlerde hatırlanmaktadır. Yüksek siyaset adı verilen bir siyaset adına itirazlar geri çekilmektedir. Yüksek siyasetin giderek bir alışkanlığa, tutum ve davranışa dönüştüğü nedense unutulmaktadır.
Biz buna muhafazakar pasif devrim demeyi tercih ediyoruz. Pasif devrim İtalyan Marksist Gramsci'ye ait bir kavram. Devrimler genellikle tarihin özel uğraklarında gerçekleşir. Bir devrim tarihi hızlandırır ve birikmiş çelişkiler yumağını çözer. Dolayısıyla devrim moleküler bir süreç olarak anda gerçekleşir ve bir olay mahiyeti taşır. Pasif devrim ise zamana yayılır. Dönüşüm biteviye gerçekleştiği için yaşadığımız bir ' olay ' karakterinde deneyimlenmez. Muhafazakar devrimler tabiatları gereği pasif devrimlerdir. Türkiye'de AKP döneminde yaşanılan da böylesi bir devrimdir ve şimdi bütün siyasi üst yapı bu dilin içinden konuşmaktadır.
Öneri metninin kendisi bu dili şöyle yansıtmaktadır: ' (...) geçmişin tecrübelerinden istifade ederek geçmiş uygulamaların ortaya çıkardığı demokrasi sorunlarına ve vesayetçi uygulamalara imkan vermeyecek, milli iradenin tecelli ettiği, yargının bağımsız olduğu, yürütmenin istikrarlı bir şekilde kurallara bağlı olarak ülkeyi yönettiği, temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı, kurumsal bir kültürün hakim olduğu bir kamu yönetimini temin edecek (...) ' Bu paragraf uzun uzun bahsettiğimiz sağ muhafazakar dilin bütün donelerini tek tek ele vermektedir. Vesayetçilik, milli iradecilik vb bu dilin en bilindik klişeleridir.
Ezcümle muhafazakarlığı içselleştirmiş, devlette restorasyona öncelik verip güncel kriz dinamiklerini es geçmiş, yıllara yayılmış beklentileri kısmen karşılamayı hedeflemiş bir öneriler demeti var karşımızda. En başta savaş konjonktürünün azizliğinden bahsetmiştik. Metnin beklenilen düzeyde yankılanmamasının nedeni bu ağır muhafazakar ruh hali olmasın sakın!