Bu yazıda gezi eylemlerine yönelik AKP çevrelerinde duyulan hıncın sebeplerini anlamaya çalışacağız. Hınçtan bahsettiğimize göre demek ki doğrudan politik eleştiri alanına girmeyeceğiz. AKP'nin Gezi'ye yönelik nefretinin politik nedenleri üzerine çok yazılıp çizildi ve hala da devam ediyor. AKP Gezi'yi doğrudan kendi iktidarına yönelik bir halk kalkışması olarak gördüğü için elinin altındaki tüm aygıtlar ile itibarsızlaştırmak, gözden düşürmek dahil her tür gayreti gösterdi. Bir halk kalkışması deyim yerinde ise isyanı saymamız gereken Gezi'nin belirgin bir faili, öznesi ve liderliği de yoktu. İsyanlar doğaları gereği kendiliğindenci bir muhtevaya sahiptirler. Öncesinde hiç hissedilmeyen bir biçimde mayalanma dönemi yaşanılır. Hoşnutsuzluklar, itirazlar geniş bir repertuvar oluşturur. Ancak kaynamanın, taşmanın kısaca isyanın geleceğini öngörmek, tahmin etmek mümkün değildir. İsyanlar politik bir önderlikten yoksun kaldığında daha üst bir momente sıçrayamazlar. Üst momentten kastımız bir ikili iktidar veya devrimci durum dediğimiz konjonktürdür.
21.yüzyılın ilk çeyreği dünyanın değişik yerlerinde halk kalkışmaları, isyanlar açısından yoğun geçti. Fakat isyanların tamamına katılım devrimci bir öznenin değiştirici-dönüştürücü gücünden yoksundu. Hem tarihi ileriye doğru ittirecek modern bir devrimci öznenin yokluğu ile maluldü hem de politik önderlikten mahrumdular. Soğuk savaş sonrası tarihi toplumsal hareketler zaviyesinden değerlendirdiğimizde böyle bir manzara karşımıza çıkıyor. Protestolarda, gösterilerdeki artışa rağmen tepkilerin politik içeriği cılız kalıyor. Daha doğrusu şöyle söylemek mümkün; kapitalizm bir dünya sistemi olarak mantıksal sonuçlarına doğru ilerlerken ona karşı çıkan güçler bir gelecek tahayyülünden yoksun görünüyorlar. Halk kalkışmaları, isyanları toplumları ikiye bölüyor. Toplumun bir bölümü düzen güçlerinin ideolojik etkisi altında statükonun yanında dizilirken kalan kısmı isyan zamanlarında gerçekleştirdiği kopuşu kurumsal güvenceler altına alamadığı gibi geri çekilerek kendini yeniden düzenin kollarına bırakıyor.
İsyanlar geri çekilmelerine rağmen halkın duygu dünyasında kalıcı izler bırakırlar. Yenilmeleri, ricat etmeleri yarattıkları etkinin yok olduğu anlamına gelmez. Halk isyan günlerinde özlemini duyduğu özgürlüğü bir kere yaşamıştır. Kentsel mekan bir kez olsun sermaye tasallutundan kurtarılmış yeni ilişki biçimlerini açığa çıkarmıştır. İsyanı Fransız düşünür Alain Badiou'nun dediği 'olay' kertesine sıçratan da bu tür yeni ilişki biçimleridir. Daha düne kadar kentsel mekandaki hemşehrilerini hasım gibi gören toplumsal ilişkilerden kopulmuş şehir mahalli müşterek ihtiyaçların ortaklaşa çözüldüğü bir yer haline getirilmiştir. Paranın sultası, egemenliği askıya alınmış ihtiyaç ilkesinin gözetildiği bir yaşam ekonomisine geçilmiştir. İsyan herkesten yeteneğine göre almayı herkese ihtiyacı olanı ilke edinmiştir. Bu aynı zamanda piyasadan kopuş kolektif, ortaklaşmacı bir düzene geçiş demektir.
Ama bu ilişki biçimi siyasal iktidarın fethini değil kentsel mekanın bir süreliğine dönüştürülmesini hedeflemiştir. Tıpkı ortaçağ karnavallarında olduğu gibi toplumsal yaşamı o güne kadar düzenleyen mülkiyetçi, hiyerarşik ilişkiler infilak etmiştir. Ortaçağ karnavallarında yalnız bu ilişki biçimleri askıya alınmıyordu, yaşamı sıkı sıkıya düzenleyen ve bastıran, libidinal enerjilerin açığa çıkmasını ketleyen toplumsal kurallardan da geçici bir süre uzaklaşılıyordu. Dini ve siyasi otoriteler toplumsal katarsise bir süreliğine göz yumuyorlardı. Ama isyan elbette halkların bir karnavalı olmakla birlikte otoriteden bağımsız ve hatta ona rağmen yaşanılan bir şeydi. Yeni bir hayatı, yeni bir yaşamı birden bire gündeme getirdiği için egemenlerin bildik tüm ezberlerini bozuyordu. İsyan zamanları hantallaşmış, pörsümüş ve tüm davetkarlığını kaybetmiş eski yaşam biçimlerinden çok köklü bir kopuştu.
Toplum eskiden ve yeniden yana olanlar olarak ikiye yarılmıştı. Eskiyi temsil edenler toplumu mülkiyetçi, gelenekçi ve hiyerarşik bir cendereye sıkıştırmayı arzuluyordu. Yeni yaşam biçimlerinin, kültürel tarzların tam boy karşısındaydılar. Yeni olanı değersizleştirmek için ellerinden geleni esirgemediler. Toplumun bilinç altındaki tüm primitif hassasiyetleri gıdıklamaya başladılar. Kutsal olana dil uzatılmış, kutsalın mekanına uygunsuz biçimde girilmiş ve kutsal olan ayaklar altına alınmıştı. Uygarlık değerlerini savunanlar, hayatı kolektif tarzda örgütlemeyi becerenler, yeşilin, ağacın her canlının yaşam hakkına derin bir saygıyı içselleştirenlere vandal yakıştırması yapıldı. Asıl vandallığın silahsızlığı, şiddetsizliği savunanların; kamusal yaşamın devlet şiddeti dahil her tür şiddetten arınmasını hayal edenlerin üzerine gaddarca gidildiği gerçeği çarpıtıldı, suçlular güçlü konuma geçtiler.
Gezi isyanı AKP'nin bu topluma giydirmeye çalıştığı deli gömleğine milyonların itirazının adıydı. İki halk gerçeği Gezi'de karşı karşıya gelmişti. Siyasi hikayesini çevrenin otantikliği, kutsal mazlumluğu, ezikliği üzerine kuran AKP üzerine yapıştırılmış cilalardan kurtuldu. Daha doğrusu üzerindeki yaldızlar tek tek dökülmeye başladı. Otantik varoluşun yeni bir hayatı kurmaktan uzak olduğu açığa çıktı. Kutsal mazlumluğun içinde bir canavarı gizlediği ve tek derdinin güce duyulan özlem olduğu anlaşıldı. Ezikliğin iktidara duyulan nevrotik arzunun bir paravanına dönüştüğü fark edildi. AKP milli görüş zamanlarından başlayarak kendi halkını kutsal mazlumluğun psikopatolojisi içinden üreterek icat etti. Bu patoloji güç merkezlerinin dışında kaldığından kendini ezik, iktidar yoksunu görüyordu. Hiçbir zaman iktidar reddiyesinde bulunmadı. Kendi elinden zorla alındığına inandığı iktidarın özlemiyle yaşadı. İktidar sahiplerine karşı verdiği mücadelede temel motivasyonu yeni bir yaşamı, tahakkümsüz insan ilişkilerini tahayyül etmek olmadı. İktidardan yoksun kalmasını Kantçı bir yücelik içinde algılamadı. Yeni bir yaşamın estetiğini üretmeyi aklından bile geçirmedi. Tek derdi hınçla baktığı muktedirlerin elinden o iktidarı almak ve sıkıcı hayat kurgusunu topluma eline geçirdiği güçle dayatmak oldu. Gezi bu sıkıcı, tek tip hayata verilmiş çoğul bir cevaptı.