Gezi Onurumuzdur

Hacı Hüseyin Kılınç

Vicdanı ve haysiyeti lekelenmemiş her insan Gezi davasının bir hukuk cinayeti olduğu konusunda tereddüt etmeyecektir. Bu davayı hukuki bir değerlendirmeye tabi kılmak şimdi her biri politik tutsak olan arkadaşlarımıza saygısızlık olacaktır. Tüm sanıkları beraat etmiş bir dava egemenin yönlendirmesiyle yeni baştan yargılama konusu yapılmış ve bir hukuk cinayeti ile de ilk perdesi kapanmıştır. Nasıl önceki davalar siyasi şartların değişmesiyle düşürülmüş veya tüm sanıklarının salıverilmesiyle sona erdirilmiş ise bu davayı da aynı akıbet beklemektedir. Siyasi iktidar kaybettiğinde veya olağanüstü şartlar oluştuğunda Kavala dahil tüm arkadaşlarımız başı dik girdikleri zindandan onurlarıyla yeniden çıkacaklardır. 

Erdoğanist rejim Gezi davasına her zaman operasyonel bir dava nazarıyla bakmıştır. Bu dava Kavala üzerinden Batıyla pazarlıklarda el altında tutulan bir koz olarak bekletilirken diğer sanıklar yönünden iç siyaseti yeniden dizayn etmenin kuvvetli bir aparatı olarak tasarlanmıştır. Kavala hakkında açılan uyduruk casusluk davası beraatle sonuçlanmıştır. Ama mahkeme Kavala’nın Gezi’nin baş tertipçisi olduğuna hükmetmiştir. Gezi gibi milyonların katıldığı bir toplumsal eylemin tertipçileri olduğuna hükmetmek akla ziyan bir girişimdir. Bu düşünme biçiminin rasyonel gerekçelerle izahını yapabilmek mümkün değildir. Ama paranoyakça olduğunu söylemek de iktidar teknolojilerinden habersiz olmak anlamına gelecektir. Bu davanın arkasında incelikle hesaplanmış iktidar teknolojileri bulunmaktadır. 

Kızgınlığımızı, öfkemizi tarihin örsünde bilerken, aklımızı sonuna kadar çalıştırıp iktidarın düşünme biçimini yapı sökümüne uğratma görevi önümüzde duruyor. Gezi davasını elinde bir şantaj aracı olarak tutan iktidar aklı verdirdiği hükümle neyin hesabını yapmaktadır. Sızan bilgiler dosyanın Erdoğan’ın saraydaki hukukçu danışmanlarından Mehmet Uçum’un uhdesinde olduğu yönündedir. Soldan gelen biri olarak Uçum Erdoğanist rejimin kritik dosyalardan sorumlu kişisidir. Tüm iktidarın saraya taşındığı bir vasatta bu davalarla da elbette Adalet Bakanlığı bürokrasisi ilgilenmeyecekti. Atılan her adımın pazarlığa  tabi olduğu bir yerde Kavala ve Gezicilerle ilgili akıbet de bir hesap konusu olacaktı. 

İktidar toplumu ikiye bölme işleminde başarılı olduğu taktirde varlığının devam edeceğine inanmaktadır. Kendisinden koparak kararsızlar kümesinde biriken eski seçmeninin, ancak bu bölme işlemiyle yanına geleceğini hesaplamaktadır. İktidarın Gezi’yi kriminalize etmesinde öteden beri bu tür hesaplar bulunmaktadır. İktidar teknolojisini kullananlar açısından Gezi’ye katılanlar iflah olmaz biçimde başka bir ulusun parçasıdır. Onlar başka bir ulusa aittirler. Bu teknoloji iktidara hem kendi içini belirleme hem de dışarıda bıraktıklarının kimler olduğunu tayin etme konusunda verimli imkanlar sunmaktadır. Aslında siyaset tam da böyle bir şeydir. 

Otoriter popülist ve cümle faşizan siyasetler daima ulusu ikiye bölerek işlerini icra ederler. Teatcher için ulusun asıl sahipleri milliyetçiler ve muhafazakarlardı. Neoliberal karşı devrimi gerçekleştirirken madencileri toplumun sırtındaki ura benzetti. Madenciler grevini ezdiği anda kendi ulusunu da inşa etmişti. İşçi Partisi buna yanıt veremediği için çeyrek yüzyıl kendini toparlayamadı. 

Erdoğan Gezi’de kendine karşı bir ulus gördü. İçinde yoksul Alevilerin, geleneksel orta sınıfların, yeni prekaryanın, laiklerin, kadınların, gençlerin olduğu bir ulustu bu. Dünyayla barışık, dayanışmacı, diğergamcı, kültür savaşlarının esaretini aşmak isteyen yeni bir ulusun parçaları Gezi’de bir araya gelmişlerdi. Erdoğan ve cümle siyaset sınıfı bu ortaklık karşısında geçmişi, aşılması gerekeni temsil ediyordu. Gezi’den sonra bu ulus Kürtlerin katılımıyla daha da büyüdü. Kürtler çözüm sürecini sekteye uğratmamak için Gezi’den uzak durmuşlardı. 

Gezi Erdoğan’ın korkulu rüyasıysa demokratik toplumun, demokratik ulusunda rüşeymidir. Erdoğan işte Gezi’yi bir adli yargılama konusu yaparak, emrindeki yargı ile mahkum ettirerek kendi ulusunu tahkim etmenin, dışarı çıkmış olanları yeniden içeri almanın adımlarını atmaya başlamıştır. Atılan daha ilk adımdır. Uluslarası koşulların bu adımların atılması için uygun olduğuna karar verilmiştir. Pençe operasyonu ile 31 Mart seçimlerinde Gezi ulusuna katılan Kürtler nasıl tereddüde sevk edilmek isteniyorsa Gezi davasında işlenen teammüden cinayet ile de Gezi halkı bir şok terapiye maruz bırakılmak istenmektedir. Bu tür adımların arkasının gelme ihtimali çok yüksektir. Pik yapacağı nokta ise Hdp’nin kapatılması olacaktır. 2015 seçimlerinin prelüdünde kendisinin yaşadığı şoku tüm topluma yaşatarak tersine çeviren iktidar aklı şimdi sıraya bindirdiği anlaşılan şoklarla toplumu kıpırdayamaz bir hale sokmak istemektedir. Sürekli şok yaşayan, kıpırdayamayan, sinen, pısan ve sersemlemekten neyi yapacağını bilemeyen bir toplum hali arzulanmaktadır. Toplum pısarken birileri iktidarlarını garantiye almanın sinsi planlarını yapmaktadır. 

Buradan çıkış geriye savrulmakla, ricatla olmayacaktır. Gezi bu toprakların kendisiyle gurur duyacağı en önemli hasletidir. Dünyaya, insanlığa sunduğu en büyük armağandır. Bu topluma duyulan inançsızlığın, küçümsemenin inkarıdır. Geleceğimizin muştulayıcısıdır. Yeni bir başlangıçtır, milattır ve dönüm noktasıdır. Bu toplumdan umut kesmemenin güvencesidir. Gezi demokratik ulus, demokratik toplum olmanın yaşanmış pratiğidir. Erdoğan Gezi’nin kendi ve kendi gibilerini ıskartaya çıkartacağını bildiğinden dehşetle ürktü. Bu ürküntüyle kendi ulusunu yerli ve milli bir tornadan geçirdi. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak isteyenler o işin Gezi’de başlangıcının yapıldığını unutmasınlar.