Herkesin bir fikri ve doğrusu vardır. Ve yine herkes kendi fikrinin mutlak doğru olduğu inancına sahiptir. Sizin gibi düşünmeyenler karşı cephede yerlerini aldıkları için onlar ötekilerdir. Dolayısıyla ortaya bir kamplaşma ve kutuplaşma çıkmaktadır. Benim karşımda olan da her şeye müstahaktır yaklaşımı sonun başlangıcı olmaktadır.
O, karşı tarafta yer aldığı için her şeyi hatta şiddeti bile hak ediyordur. Ve gelsin iflah olmaz düşmanlık ile bir daha bir araya gelerek uzlaşmanın mümkün olmadığı kaos ortamına hoş geldiniz. Oysaki gerçek olan tekdir ve mutlaktır. İşin içine nefis girdiğinde gerçeği kabullenmek geri adım atmak ve taviz olarak görüldüğü için de bu mücadele bir kısırdöngü etrafında sürüp gidecektir. Aidiyetlerimiz, değerlerimiz, kutsallarımız ve evrensel normlar bizi kendimize getirmek için yeterli olmayacaktır.
Sabit fikirler paslı çiviler gibi olduğu için onları kolayca söküp atmak da mümkün değildir. Bunu somutlaştıracak olursak özellikle siyasi çekişme ve tartışmalarda bu durum çok bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Tutuğumuz parti ve lider bizim gözümüzde mükemmeldir. Onun da bir fani ve beşer olduğunu unutarak kafamızda bir tağut yaratırız. Böyle olunca da ona hatasız ve kusursuz bir kul olarak sonsuz biat ederiz.
Her iki tarafta bu konuda taviz vermediği için de hiçbir zaman ortak payda da buluşmamız söz konusu değildir. Bize göre karşı taraf; kötü, fena, nahoş, sevimsiz, nursuz ve hatta hain hükmünde olmaktadır. Dolayısıyla da yok edilmesi, ortadan kaldırılması, bertaraf edilmesi ve ekarte edilmesi mubahtır gibi bir anlayış ortaya çıkmaktadır ki bunun sonu en basit ifadesi ile çözümsüzlüktür.
Peki, bu durumda nerede kaldı bizim sevgimiz, saygımız, hoşgörümüz ve toleransımız? Gerek inancımız ve gerekse geleneğimiz sıratı müstakim üzerine dosdoğru olmayı emrettiği için biz bunun neresinde yer almaktayız? Doğrunun yanında ve adaletle dimdik ayakta durmadığımız sürece kendimizi gözden geçirmemiz elzemdir. Hak, hukuk ve adalet yolunda nefsimizle değil; akıl, kalp, vicdan ve ruhumuzla hareket etmemiz kaçınılmaz olmaktadır. Aksi takdirde hem dünyamız hem de ahiretimiz ziyanda olacaktır.
Sonuç olarak; doğru ve gerçeklik kavramları birbirinden farklı durumları ifade etmektedir. Doğru, kişinin kendi iradesi ile ortaya koyduğu eylem ve fiil iken gerçek ise var olan mutlak bir durumdur. Doğruluk değişken iken gerçeklik değişmezdir. Dolayısıyla gerçeği yakaladığımızda doğruluk onun peşinden gelecektir. Bu durumda göreceli olan doğruluğun yerini gerçeklik alacağı için kişiler aradan çekilmiş olacaktır. Olması gereken de budur, gerisi teferruattır.
Esenlik dileklerimle,
Erol Aydın