Hegel’de efendi ile köle arasındaki ilişki ‘karşılıklı'ydı. İnsansallaşabilmek yani Saf Kendinde-Varlık olabilmek için taraflar ‘karşılıklı’ bir savaşa girmişlerdi. Birbirleri tarafından ‘tanınmak’ Arzusundaydılar. ‘Tanınma’ talebinin özünde karşıdakinin İsteği, Arzusu tarafından onaylanmak, kabul edilmek vardı. Gerçek bir ‘tanınma’ kendi İsteğimin, ancak karşımdakinin İsteği tarafından kabul edilmesi ile olanaklıydı. Aslında ‘tanınma’ talebinde bulunurken istediğim şey Arzumun karşımdakinin Arzusu tarafından Arzulanmasıydı. Tek başına boyun eğdirme, hâkimiyet kurma, savaştan galip çıkma Arzumun doyurulması için yetersizdi. Ama İnsanlaşabilmek için girdiğimiz mücadelede karşımdaki benim dengim, eşitimdi ve ikimizde aynı statüdeydik. İkimizin de istekleri henüz hayvani düzeydeydi.
Fanon'a göre sömürgelerde verilen ‘tanınma’ mücadelesinin tarafları arasında bir ‘karşılıklılık’ bulunmuyordu. Sömürgeci karşılaşma Hegel’in efendi-köle ilişkisinde anlattığı biçimde cereyan etmemişti. Fanon’un terminolojisi ile Beyaz ile Siyah arasında bir kavga yaşanılmamış, ölümüne bir mücadele cereyan etmemişti. Görüldüğü gibi Fanon meseleyi bir efendi-köle ilişkisi olarak koymuyordu. Çünkü sömürgeciliğin doğuşu ile birlikte ilişki mahiyet değiştirmiş ve Hegel’ci çerçeveden uzaklaşmıştı. Sömürge dünyasında taraflar birbirlerini bedensel renkleri üzerinden konumlandırıyordu. Yerliler için sömürgeci artık ‘Beyaz’dan başka bir şey değildi. Sömürgeciye göre ise yerliler ‘Zenci’ydi. İlişki ırksallaştırılmış, ten renkleri üzerinden sabitlenmişti. Fanon’un söylemiyle ilişkiye bir ‘renk ayarı’ verilmişti.
Sömürgeciliğin doğuşu sırasındaki karşılaşmayı Fanon, Jung’un ‘kolektif bilinçdışı’ kavramı ile açıklamaya çalışır. Temassızlığın, ‘karşılıksızlığın’ nedeni bu ilk karşılaşmadan kaynaklıdır. ‘Ben’ oluşurken nasıl kötü içgüdülerini, karanlık yanlarını bilinçdışına bilip bilmeksizin gönderiyorsa, sömürgeci Avrupalı da kendini medeni ilan ederken bu yönlerini kolektif bilinçdışına atıyordu. Fanon, Jung’a da müdahale eder, kolektif bilinçdışının onun iddia ettiği gibi 'kalıtımsal' olmadığını ilan eder. Fanon’a göre ‘kolektif bilinçdışı belli bir topluluğun bütün önyargılarından, mitlerinden, kolektif davranışlarından oluşur’. Üstelik tarihsel olup kalıcı değildir. Zaman içinde bir yenisi ile değişebilir. Sömürgeci, sömürgeleştirdiği yeri sadece ekonomik olarak sömürmek ve talan etmekle yetinmemiş kendi kolektif bilincini de onunla ilişkisi üzerinden yeniden kurmuştur. Kendini medeni, uygar ilan ederken yerliyi vahşilikle, barbarlıkla suçlamıştır. Kendine ‘vahşiyi’ medenileştirmek gibi bir misyon yükleyerek kültürünü değersizleştirmiş, yok saymıştır. Yerliyi kültüründen, tarihinden, geçmişinden koparmıştır.
Avrupalı sömürgeci için Zenci kolektif bilinçdışının boşaltılacağı bir çöplük işlevi görmüştür. Zenci pistir, kirlidir, duygusaldır, akıldan yoksundur, cinsel yönden aktif ve tutkuludur. Sömürgeci kendi geçmişi ile ilgili bütün olumsuzlukları yerliye 'yansıtır'. Zenci kötülüğü, vahşeti, kıyıcılığı temsil eder. Güvenilmezdir, sürekli ihanet peşindedir. Aşağılık kompleksiyle malul olup kendine güvensizliğinin temelinde bu kompleksi vardır. Bu imgeselleştirme ile zenci sabitleştirilir, kıpırdayamaz hale getirilir ve kendisi hakkında ‘Beyaz’ tarafından oluşturulan imgeyi olduğu gibi kabul eder. Zenci kendi gözünde de değersizdir, yetersizdir. Beyaz adamın 'bakışı' tarafından tutsak alınmıştır. Fanon ‘bakışın’ fenomenolojik bir okumasını yapar.
Zenci, kölede olduğu gibi sömürgeci ile ölümüne bir savaşa girişmemiştir. Yaşamını tehlikeye atmamıştır. Beyaz ile Siyah arasında açık bir kavga yaşanmamıştır. 3.Cumhuriyet sırasında Antillerde kölelik kaldırılarak Beyaz efendi köle Zenciyi tanımayı kabul etmiştir. Dolayısıyla Hegel’in anlattığına benzer bir iişki yaşanılmamıştır. Zenci köle Özgürlüğünü Beyaz efendisi sayesinde kazandığı için İnsansallaşabilmek için gerekli olan bir mücadeleden uzak durmuştur. Bu mücadeleden uzak durduğu için de bir prestijin elde edememiştir. Kazandığı her şeyini Beyaz efendinin lütfuna, ihsanına borçludur. Elde ettiği Özgürlük de onun verdiği kadardır. Beyaz efendi Zenci köleye yine kayıtsızdır, ama uygarlığı temsil ettiği için nezaketi de elden bırakmaz. Özellikle toprakta çalışanlar ile kendi evinde hizmetli olanları birbirinden ayırır. Evinde çalışanlara daha nazik davranır.
Yerli toplumu da kendi içinde bir hiyerarşiye tabİ olmuştur. Renk ayarı hiyerarşiyi belirlemekle beraber bir katmanlaşma söz konusudur. Zencilerden zengin olmayı başarmış Bekeler Beyaz efendileri tarafında içlerine alınmaya başlamıştı. Kulüplerine, meclislerine dahil edilmişlerdi. Melez olanlar yani ailesinde bir Beyaz bulunanlar kendilerini tam anlamıyla Zenci saymıyordu. Kreoller yani yerli Antilli olanlar Afrika’dan gelenlerden kendilerini üstün görüyordu. Sınıf mücadelesi keskinleştiğinde ayrımlar sadeleşecek, geçişgenlikler azalmaya başlayacak, hatta mücadeleye plantosyonlarda Beyaz efendinin işlerini yöneten zenci köleler önderlik edecekti.
Beyaz için Zencinin her hangi bir değeri yoktu. Değişen sadece medenileşen ve kendini uygarlıkla özdeşleştiren Beyazın davranışlarıydı. Ama bu da olağan dönemlere mahsustu. Köle isyanları başladığında, taraflar ölümüne bir mücadeleye giriştiğinde, Beyaz üzerindeki medeniyet şalını fırlatıp atacaktı. Zenci ise Beyaz adama öykünüyor, taklit ediyordu. Fanon ilk çalışmasına bu nedenlerle ‘Siyah Deri Beyaz Maskeler’ adını vermişti. Zenci siyahlığından utanç duyduğundan dolayı kendine beyaz maskeler ediniyordu. Zenci kadının hayali Beyaz bir erkekle evlenmek, Zenci adamın özlemi ise Beyaz bir kadınla beraber olmaktı. Zencinin imgeseli Beyaz tarafından ele geçirilmişti. Özlemlerini, tutkularını, kişiliğini Beyazlık zapt etmişti. Zencilik zaten siyah tarafından oluşturulmuş bir kategori değildi. Zencilik ve Beyazlık ayrımını sömürgecilik icat etmişti.
Zenci, Hegel’in kölesinde olduğu gibi ‘yadsımanın yadsınmasını’ yapamamış, ıskalamıştı. Beyazın 'narsistik ilgisizliği' karşısında bir ‘tanınma’ talebinde bulunması da imkânsızlaşmıştı. Zenci köle Beyaz efendinin kültürünü edinerek, dilini taklit ederek, benliğini yok sayarak bir ‘tanınma’ talep etse de Beyaz efendi bu çabalar karşısında tümüyle ilgisizdi. Fanon buna ‘narsistik ilgisizlik’ der. Karşılıksızlığın ve bir tanınma ihtimalinin yokluğunun asıl sebebi de budur. Zenci bu kayıtsızlıktan kurtulmak için Beyaz efendisini taklit etmekten başka bir çıkış yolu bulamaz. Arzusu Beyazın arzusunu kazanmaktan çıkmış ona benzediğini, onun gibi biri olduğunu, Zenciliğinden tümüyle vazgeçtiğini ispatlama çabasına dönüşmüştür. Beyaz da karşısında kendi 'Benini' dayatmak bir yana bundan feragat eden birini gördüğünden narsistik ilgisizliğine daha fazla gömülür.
Zencinin bu ilgisizlikten sıyrılabilmesi için kendine dönmesi ve kendi Benini yeniden kurması gereklidir. Taklitten, öykünmeden vazgeçmelidir. Zenciliğini onaylamalı ve barışmalıdır. Tarihte kaybettiğini, yitirdiğini yeniden bulmalıdır. Tarihini beyaz adam yazmış ve geçmişinin üstüne kalın bir çizgi çekmişti. Benine dönmesi, kendi ile barışması aynı zamanda tarihini yeniden icat etmesi demekti. Bu çaba öz saygısını yükseltecek, kendi gözündeki değerini yeniden kazandıracaktı. Siyahlığını sevmeye başlayacaktı. Ama bu da yeterli değildi. 'İnsansallaşabilmesi', 'Kendiliğinbilincini' edinebilmesi, Saf Kendi için-Varlık olabilmesinin yolu hala ölümüne bir mücadeleden geçmekteydi.