Fanon’un Hegel’in ‘Tinin Fenomenolojisi’ adlı eserindeki efendi-köle ilişkisinden kaynaklı ‘karşılıklı tanıma’ya dair özgün yorumunu anlayabilmek için öncelikle bu ilişkinin çarpıtılmamış bir serimlemesine ihtiyacımız var. Bu yazıda Rus kökenli Fransız düşünür Alexander Kojove’nin yaptığı okumalardan yararlanacağım. Kojove’nin ders notlarına dayalı okumaları Hegel yorumlarında bir çığır açmıştı. Hegel düşüncesi 30’ların başında ilk defa Fransa’ya etkili bir giriş yapıyordu. Devrim nedeniyle ülkesinden kovulmuş soylu bir ailenin çocuğu olan Kojove verdiği derslerle en ünlü Hegel yorumcularından biri olacak ve sayesinde Fransa’da Hegel’e olan ilgi birden bire yükselecekti. 50’lerin başında Fransız düşünce sahnesinin en önünde yer alan isimlerin hemen hemen tamamı bu dersleri izlemişti. ‘Tarihin sonu’ kavramına düşkün bir filozof olarak Kojove hayranı olduğu Hegel’e benzer bir güzergâh takip ederek en sonunda Fransız Dışişleri Bakanlığı’nda etkili görevlerde bulunacak ve perde arakasından politikalara yön verecekti.
İnsanı hayvandan ayıran şey İsteğidir. ‘Kendininbilincinin’ kazanılabilmesi için biyolojik ihtiyaçlardan kurtulmak ve insani İsteklere yönelmek bir zorunluluktur. Hayvansal İstek sadece ‘Kendininduygusunu’ meydana getirebilir. ‘İstek’ insanı tedirgin eder ve eyleme doğru iter. İsteğin doyurulması, ancak ‘olumsuzlama’ ile mümkündür. İsteğimi kabul ettirebilmem için var olanı yok saymam, tahrip etmem ve dönüştürmem gerekir. İsteğimin karşılanması Beni doğal olanın dışına bir başka Benin karşısına çıkaracaktır. Bu ‘Bende’ aynı şekilde hareket edeceğinden o da kendi Benimin karşısına bir başka İstekle yönelecektir. O da kendi İsteğinin ‘doyurulmasının’ mücadelesini verecektir. Demek ki İstek, ancak başka bir İstek tarafından tatmin edileceğinden ona yönelmek zorundadır. Bu ise İsteklerin çoğulluğunu gerektirecektir. Kendininbilincinin, Kendininduygusundan çıkabilmesi için bu aşamada hayvansal gerçekliğin Özsel olarak çoğul olması gereklidir. İnsansal gerçeklik çünkü sürünün içinden çıkacaktır. Toplumsal gerçeklik ise İsteklerin karşılaşmasıyla oluşacaktır. İnsansal İsteğin hayvansal İstekten uzaklaşabilmesi için bu İsteğin bir değere yönelmesi ve ondan farklılaşması gereklidir. Çünkü hayvansal İstekler sadece hayatı korumaya, sürdürmeye dönüktür. İnsansal İsteğin bu İstekten farkı hayatı korumak yerine hayatını riske atmakta yatar. Ben kendi İsteğini bir başkasına kabul ettirebilmek için hayatını riske ettiğinde demek ölümü göze alabildiğinde insani bir İstekle kuşanmış olacaktır.
Ben İsteğimi bir başkasına kabul ettirmeye çalışırken aslında bu İsteğin bir başkasının İsteği tarafından onaylanmasını, ‘tanınmasını’ istiyorumdur. O da aynı şeyi İsteyeceğinden aramızda bir ‘çatışma’ çıkması mukadderdir. Hegel’e göre ‘insanoluşturucu’, ‘kendininbilinci’ ve insansal gerçeklik oluşturucu her İstek ‘bilinip-tanınma’ isteğine bağlıdır. Bu durumda ‘kendininbilincinden’ kökeninden bahsetmek ölümüne bir mücadeleden söz etmek demektir. Bu mücadele işin esasında bir onur, saygınlık mücadelesidir. Doğrudan doğal ihtiyaçların karşılanması ile bir ilgisi yoktur. Tarafların gerçek anlamda birbirlerini tanıma gibi bir niyetleri de yoktur. Her bir yan bir diğerine İsteğini kabul ettirmek derdindedir. Bu savaşta taraflardan ikisi veya bir yan öldüğünde ‘tanınma’ gerçekleşmeyeceğinden ‘insanoluşturucu’ bu süreç akamete uğrayacaktır. Bunun için tarafların hayatta kalması ve birinin diğerine İsteğini kabul ettirmesi şarttır. İnsanın ortaya çıkışı taraflardan birinin Efendi diğerinin Köleliği kabul etmesiyle başlar. Dolayısıyla İnsan ya Efendidir ya da Köledir. Öncesinde İnsan denilen bir kategoriden bahsedebilmek mümkün değildir.
Çatışmaya giren hasımlardan biri Ölümü göze alamadığı için diğerine boyun eğmek zorunda kalır. Ölümü göze alamamak korkudan, hayatını tehlikeye atamamaktan kaynaklanır. Bu kazananın İsteğine boyun eğmek kendi isteğinden vazgeçmek demektir. Şimdi Kölenin yazgısı Efendinin tüm İsteklerini yerine getirmekten ibaret bir varoluşu kabullenmektir. Efendi çalışmadan, hiçbir emek harcamadan Köleye İsteklerini kabul ettirerek aylak bir hayat sürer. İlişkinin üstün yanı olan Efendi köleyi tanımak ve bilmekten uzak durur. O sadece İsteklerinin tatmini ile ilgilenir. Kendini aylaklığın, hazzın, tatminin kollarına bırakır. Mücadeleden yenik ayrılan Köle ise Efendisinin İsteklerini karşılamak, tatmin etmek için ‘çalışmak’ zorundadır. Efendi hiçbir iş yapmayan bir aylağa dönüşürken Köle ihtiyaçları karşılamak için emek harcamaya, emeği ile nesneler üretmeye ve doğa üzerinde çalışmaya başlar. Ölümü göze alarak her şeyi kazanan Efendi pratik dünyada bir hiç, gereksiz bir varlıktır.
Köle katıksız prestij mücadelesinden hayatını tehlikeye atmayarak yenik ayrıldığı için bir türlü ‘kendiliğinbilincini’ edinememekte yani İnsanlaşamamakta ve hayatını hayvanın üstüne çıkaramadan sürdürmeye devam etmektedir. Ancak Köle yine de pratik var oluşu itibarıyla bir ‘hiç’ olan Efendiye saygı duymaya devam etmekte, onun Efendiliğini kabullenmekte ve bunlara uygun davranmaktadır. Hegelci kavramlarla Efendinin varlığı Köle üzerinden dolayımlanarak ona bağlanırken aynı şey Köle için söz konusu olmayıp onun varlığı dolaysızdır. Köle Efendinin ihtiyaçlarını karşılayan basit bir araçtan başka bir şey değildir. Efendinin her tür ihtiyacı köle tarafından karşılanmakta, onun hazırladığı nesneleri tüketmekte ve zevk ve sefa içinde bir hayat sürmektedir. Köle ürettiği nesneleri tüketmeyerek, Efendiye sunarak dürtülerini bastırmayı öğrenmekte, içgüdülerini terbiye etmekte ve gerçek anlamda medenileşip uygarlaşmaktadır. Bu ilişki Kölede iki dönüşümü birden başlatır. Köle Efendiye olan zoraki saygısı nedeniyle saygının ne olduğunu öğrenir ve kendi öz saygısını yaratmanın yollarını araştırmaya başlar. Tüm nesneleri Köle ürettiği için doğayı tanır, üzerinde işlemde bulunur ve doğayla beraber kendini de dönüştürür. Hegel bu nedenle zamanın yani tarihin çalışan Kölenin yanında olduğunu söyler.
Çatışmadan galip çıkan Efendinin Köleyi tanıyıp-bilmediğini ve böyle bir merakının da olmadığını söylemiştik. Bu durum Efendiyi tam bir çıkmaza sürükler. Çünkü İnsansallaşabilmek için yani gerçek bir ‘doyuma’ ulaşabilmesi için Efendinin böyle birisi tarafından ‘tanınmaya’ ihtiyacı vardır. Halbuki Kölenin elinden bu fırsat alınmış olduğu için Efendinin ilişkiden gerçek bir prestij edinebilmesi asla mümkün değildir. Efendinin elinde olmayan bu olanak sadece Kölede vardır. Gerçek bir ‘bilinip-tanınma’, ancak özerk, otonom, ‘kendiliğindenliğinbilincine’ ulaşmış taraflar arasında söz konusudur. İsteğim ancak bir başka İstek tarafından kabul edilerek karşılanabilir. Bunu da bana yalnızca özgür ve özerk birisi verebilir. Efendi kendi Efendiliğine mahkûm olmuş, donmuş, ilerleyemez, kıpırdayamaz hale gelmiştir.
Köle öz saygısını çalışmaya borçluydu. Doğayı dönüştürerek nesneler meydana getiriyor ve kendi emeğini dışsallaştırıyordu. Sonra da kendi ürettiği ürünü seyre dalıyordu. Dönüştürme faaliyeti ile doğayı kontrol ediyor, ritmine ayak uyduruyor ve kendini ona uydururken de etrafını yeniden düzenliyordu. Doğa üzerinde kurduğu etkinlik onu her geçen gün biraz daha İnsanileştiriyordu. Kölenin yaşadığı ölüm korkusu onu çalışmaya sevk etmiş bu faaliyet ise doğa ile bir etkileşime sokmuş ve netice de emeği Köleyi dönüştürmüştü. Efendi ise tüm bu yetilerden yoksun bir var oluşa saplanmıştı. Hegel’e göre İnsan kendisini yalnızca çalışma ile demek emek ile değiştirir, dönüştürür ve özerkleştirirdi. Tarihte bundan başka bir şey değildir. Başlangıçta tüm dolayımsızlığı içinde Doğa vardır. Doğanın üzerinde çalışma ile tarih başlar. Doğayı dönüştürdükçe, doğadan daha fazla yararlandıkça Tarih de nesnelleşir ve İnsanlık Tarihine adım atılır. Tarihin başlangıcında Efendi ile Kölenin ölümüne mücadelesi vardır.
Reform çabalarının hiç biri sonuç vermez. Çünkü reformculuk ayrıntılarda boğulur ve Özü bir türlü yakalayamaz. O Öz ise dünyanın baştan ayağı ‘olumsuzlanması’dır. Ancak bu ‘olumsuzlama’ ile dünyanın iç çekmesine, boğuntusuna son verilebilir. Efendi böyle bir imkândan bütünüyle yoksundur. Ölümü göze alarak edindiği Efendiliğinden ölümü dışında başka bir kurtuluşu yoktur. Bir çıkmaza saplanmıştır çünkü. Bu ilişkiye sadece Köle son verebilir. Ölümü göze alamamak onun boynuna zincirler geçirilmesine sebep olmuş ise de Köle emeği ve çalışması ile dünyayı dönüştürecek imkânları yaratmayı başarmıştır. Ancak yarattığı dünyanın bir reform ile ıslah edilebilmesinin koşulları yoktur. Ancak bir devrim ile zincirlerini kırabilir ve kendini özgürleştirirken tüm dünyayı da kurtarabilir. Tarih bunun araçlarını sadece onun eline vermiştir.
Hegel bu sözlerle Fransız Devrimini coşku ile selamlamıştı. Devrimin 5.yılında Tübingen Üniversitesi’nin bahçesine oda arkadaşları Schelling ve Hölderlin ile birlikte bir çam ağacı dikmişlerdi. Gerici Kutsal Roma İmparatorluğu karşısında Devrim ordularını savunmuş ve gelişmeleri günü gününe takip etmiştir. Devrimi tikel, yerel, mahalli bir olay olarak görmüyor, Evrensel Tarihin başlangıcı sayıyordu. Devrim eski ilişkilere, yaşam tarzlarına son vermiş yeni bir çağ açmıştı. Hegel modernliği en erken fark eden filozoflardandı. Tüm sistemi modernliği zihinde yeniden üretme hedefi için seferber edilmişti. Modernliğin yarattığı dağılma ve parçalanmadan ürküntü duymuyor bir imkân olarak selamlıyordu. Fenomenoloji tüm bunların serimlendiği gerçek bir başyapıttı. Efendi-Köle ilişkisi ile ilgili bölüm felsefeden sosyal bilimlere kadar birçok alanı etkilemiş ve özellikle ‘modern tanınma’ ilişkileri için her zaman bir ilham kaynağı olmuştu. Bütün derdi sömürgeciliği anlamak olan Fanon da burada anlatılanlara kayıtsız kalamayacaktı. Ama olduğu gibi kabul etmeyerek. Çünkü Fanon’a göre her zaman sömürgecinin çarpıtmasına uğrayan Evrensel’in tikelleştirilmeye yani yerelleştirilmeye ihtiyacı vardı.