Sömürgeci güçler sömürgeyi kendi ihtiyaçlarına uygun biçimde yapılandırır. Sömürge, bu güçler için hammadde deposudur. Afrika’nın altını, elması ve diğer değerli madenleri sömürgecilerin iştahını kabartır. Sömürgenin ürün çeşitlenmesine izin verilmez. Sömürge, sömürgecinin ihtiyacı olan ürünleri üretmekle yetinmelidir; Antiller şeker kamışı ekimine mahkûm edilirken, siyah Afrika kauçuk, kakao ve kahve üretimine mecbur bırakılır. İktisadi faaliyetler tümüyle sömürgecinin ihtiyaçlarını karşılaya yöneliktir. Sömürgeci güçler, sömürgenin sanayileşmesine izin vermez. Sanayi üretim kendi ülkelerinde toplandığı için, sömürgeler sadece onların hammadde ihtiyaçlarını karşılamakla yetinir. Sömürge, sömürgeci için bir pazardır. Ürettiği mamul maddelerin yüksek katma değerden satıldığı, ucuza hammadde ihtiyaçlarını karşıladığı, değiş tokuşun eşitsiz olduğu ve sömürüye dayandığı bir yerdir. Sanayileşmiş olanların en fazla montaj sanayi kurmasına imkan verilir. Montaj sanayi ise ülkenin kendine yeterliğini sağlamaktan uzaktır. Sömürgelerdeki milli burjuvazi komprador bir formasyona sahiptir. Milli burjuvazi sömürgecinin ihtiyaçlarını karşılar, iş bölümünde onun bıraktığı alanlarda uzmanlaşır. Milliliği ise açık işgal ile çelişkisinden kaynaklanır. Yoksa ulusu temsil etme, ulusal bilinç aşılama gibi bir niyeti yoktur.
Orijinal hali ile burjuvazi sınıfsal özgüvene sahiptir. Bu özgüveni ulusu temsil etme, çekip çevirme ve yönetme ehliyetinden alır. İdeolojisi ve yarattığı kurumlar ile diğer sınıfları peşinden sürükler. Tikel çıkarlarını ulusun çıkarı düzeyine yükseltir. Ulusu yönetme, peşinden sürükleme, öz güvenin kaynağıdır. Ancak, sömürge burjuvazisi bu özelliklerden yoksundur. Bencil dünyasına çekilmiştir. Önceliği servetini arttırırken hiçbir kural tanımamaktır. Açık işgal sona erdikten, sömürgeciler kovulduktan sonra bencil çıkarları ile baş başa kalır. Ülkesinin bir sanayi altyapısı yoktur. Tarımı tek bir ürüne mahkûm edilmiştir. Aracılık faaliyetlerinde uzmanlaştığından ülke kaynaklarından bihaberdir. Aracılık faaliyetleri sınırlı bir dünya görüşüne mahkûm ettiğinden, üretimden gelen öz güvene sahipte olamadığından bencil çıkarlarından başka bir şey düşünmez. Millileştirmeleri ulusal çıkarları düşünerek hayata geçirmez. Niyeti sömürgecilerin bıraktıklarına el koymaktır.
Burjuvazinin ulusu yönetebilmesi için ulusal bilinç inşasına girişmesi gereklidir. Bunun için yaygın bir eğitim kampanyasına, kitlelerin bilinçlendirilmesine ihtiyaç vardır. Kitlelerden öğrenileceği gibi kitlelerin eğitiminin önü de sonuna kadar açılmalıdır. En büyük tehlike olan bölgeciliğin, kabileciliğin ve etnikçiliğin önüne, ancak bu şekilde geçilebilir. Ulusal bilinç yerel çıkarların ulus kategorisi düzeyinde aşılmasıyla mümkündür. Milliyetçi burjuvazinin milliliği sömürgecilerin bıraktıklarına el koymakla sınırlıdır. Ulusal bilincin inşasından uzak durulur. Kitlelerin siyasallaşmasından çekinilir. Öncelik ulusal kaynakların talanına verilir. Toprak sahipleri sınıfı toprağın millileşmesinden, kamulaştırılmasından, halka dağıtılmasından rahatsızdır. Sömürgecinin bıraktığı topraklara göz koyar. Milliyetçi burjuvazi ile toprak sahipleri sınıfının iş birliği halkı yoksul bırakmaya, fukaralaştırmaya, sömürgecilik sırasındaki yaşamına dönmeye mecbur bırakır.
Ulusal kurtuluş gerçekleşmiş, siyasi bağımsızlık elde edilmiş olsa da halkın yaşamında bir şey değişmemiştir. Ulusal kaynaklardan payını alamayan, siyasete katılamayan halk mitlerle uyutulur. Bağımsızlığın kazanılması için her tür fedakârlığı göstermiş, acıları çekmiş, evlatlarını yitirmiş halkın yaşamında fazla bir değişiklik olmamıştır. Halka bağımsızlığın kazanılması ile teselli bulması telkin edilir. Ama ulusun kaynaklardan yararlanmasına fırsat verilmez. Bir süre sonra kaynaklar tükenmeye başlar. Sömürgecinin kültürü ile yetişen milliyetçi burjuvazi yeniden sömürgecinin kapısını çalar. Çünkü sanayi alt yapısını kuramamış, maddi kalkınmayı gerçekleştirememiş, ulusal bilinci inşa edememiş, elde kalanları da tüketmiştir. Halk kabuğuna çekilerek atalete sürüklenir. Kapıdan kovulan güçler bugünleri beklemiştir. Sömürgeciliğin, açık işgalin devrinin geçtiğini idrak etmişlerdir. Dekolonizasyon başarıya ulaşmış, ancak bağımsızlıklarını elde etmiş halklar bağımlılık zincirini kıramamıştır. Sömürgecilikle gerçek bir hesaplaşma yaşanılmamıştır. Dekolonizasyon milliyetçi burjuvazinin liderliğinde gerçekleştiğinden bağımsızlık bu sınıfın çıkarlarına kurban edilmiştir.
Ülke bu defa mali olarak sömürgecilere teslim olur. Kaynaklar sıfırlandığından tekrar sömürgecinin eline düşülür. Sömürgeci işbirlikçi sınıfları kullanarak yeniden döner. Siyasi üstyapı ile zor aygıtlarını denetimine alır. Gerçek bir demokrasinin yaşanmasına tahammül göstermez. İşbirlikçi sınıfları eğitir, ülkeye dönüşlerinde kritik görevlere getirir. İşbirlikçi sınıflar maddi imtiyazlarla donatılır, mümessillik üstlenir, siyasal yaşamda yükselmelerine imkan sağlanır. Bağımsızlığını elde eden sömürge bin bir dolayım ile yeni-sömürgeciliğin boyunduruğu altına girer. Ulusal birlik sağlanamadığı için kabile ve bölge savaşları tekrar hortlar. Bağımsızlıklarını elde eden ülkelerin hayallerini süsleyen Afrika Birliği girişimleri milliyetçi çıkarların karşısında ayakta kalamaz. Kongolular Senegallileri, Senegalliler Sudanlıları ötekileştirir. Afrikalılar birliklerini yaratmaktan uzaklaşırken beyaz ve siyah olarak yeniden bölünürler. Kuzey Afrikalılar Greko-Romen uygarlığın ürünü görülür; İslam, Arapların fetih, yayılma ideolojisi görülerek küçümsenir ve bu halklar Afrikalı kabul edilmez. Sahra ülkeleri arasındaki birlikkurulamaz. Yukarı ve aşağı olarak bölünürler.
Hastane odasındaki hasta yatağında yazan Fanon hariçten konuşmuyordu. Cezayir ulusal mücadelesine katıldıktan sonra önemli sorumluluklar üstlendi. Özel kuvvetler tarafından izlendiğini fark ettikten, suikastlerden kurtulduktan sonra Cezayir'den ayrılarak Tunus’a gitti. FLN onu basın-yayın işlerinin başına getirdi. El-Mücahid gazetesinin başyazarı oldu. Sürgündeki Cezayir Ulusal Hükümeti tarafından Afrika büyükelçisi olarak görevlendirildi. Fanon şimdi tüm Afrika ile ilgilenecekti. Bu görevinde kendini FLN’nin verdiği sorumluluklarla sınırlamadı. Afrika devrimi üzerine düşünmeye, yazmaya başladı. Afrika ülkeleri ile ilişkilerini geliştirdi. Ulusal mücadelelerin önderlikleri ile tanıştı onları yakından tanıdı. Afrika kültürüne özel ilgi gösterdi. Hayal kırıklıkları teorik olarak değildi yaşadığı pratik süreçlerden kaynaklanıyordu.
Fanon düşüncelerini geliştirerek dekolonizasyonun burjuvazi önderliğinde yaşanmasının zorunlu olmadığı sonucuna ulaştı. Milliyetçi burjuvazi ulusal bilinç inşa edecek, ulusu temsil edecek olgunluktan yoksun ise ulusal kurtuluş için burjuvalara ihtiyaç yoktu. Onlar olmaksızın ulusal kurtuluş elde edilebilir, ulusal bilince ulaşılabilirdi. Dekolonizasyon için mutlaka burjuva aşamayı yaşamak gerekmiyordu. Halka önderlik yapacakların kırlara çekilmesi, halkla bütünleşmesi, kurtuluş sonra da kitlelere güvenmeleri gerekiyordu. Fanon kitlelere güvenilmesini ve kitlelerden öğrenmeye açık olunmasını öneriyordu. Demokrasinin doğrudan kitlelerin eseri olduğuna inanıyordu. Ulusal bilinç, kitlelerin doğrudan pratiği içinden çıkacaktı. Fanon felsefi olarak Hegel ile Sartre’dan, psikanalizle ilişkisin de Freud ve Lacan’dan, siyahlık bilincini deneyimlerken Aime Cesaire’den etkilenmişti. Fanon’un kitlelere güven ve öğrenme konusundaki düşünceleri Roza Lüxsemburg’u, burjuvaziye güvensizliği ile dekolonizasyonun burjuvazi olmadan da gerçekleştirilebileceği konusundaki görüşleri Trostkiy’e yakındı. Ama bu türden okumalara rastlamadığımızı da belirtelim.