Fanon’a göre Marksizm sömürgeci dünyaya mekanik olarak aktarılamazdı. Esnetilmeye, uyarlanmaya ihtiyacı vardı. Komünist Partileri en başta da FKP (Fransız Komünist Partisi) ırkçılık karşısında kördü. Sömürgeci dünyada her şeyin ırksal olarak yapılandığına kulaklarını tıkıyordu. Cesaire bu körlük nedeniyle üyesi olduğu FKP’den kamuoyuna açık bir mektup yayınlayarak istifa etmişti. Fanon sömürge dünyasının soğuk savaşın yarattığı iki kutupluluğa da kulaklarını tıkaması gerektiğini salık veriyordu. Sovyet Blokunu insan özgürleşmesi açısından kayda değer görmüyordu. İki kutup arasındaki çekişme bir hegemonya mücadelesine dayanıyordu. İkisinin de sömürgeci dünyaya ilham verebilmesi mümkün değildi. Marksizm’in sınıf çözümlemesinin sömürgeler açısından esnetilmesi gerektiğine inanan Fanon, kırsalda köylüleri, kentlerde ise lümpen proletaryayı temel alan bir sınıfsal ittifak öneriyordu. Çünkü bu sınıflar sömürgecilerin doğrudan yönlendirmesinden, sınıf işbirliğinden en uzak kesimi oluşturuyordu.
Fanon hem ulusal kurtuluş savaşı açısından hem de bağımsızlık elde edildikten sonraki süreçler de, milliyetçi burjuvazinin varlığını kurtuluş için bir tehlike olarak görüyordu. Fanon kurtuluşu, siyasi bağımsızlığın elde edilmesi, sömürgeci güçlerin kovulması ile sınırlamıyordu. Siyasi bağımsızlık ulusal saygının elde edilmesi açısından zorunluydu, ama yeterli değildi. Gerçek bir kurtuluş yerlinin yaşadığı yabancılaşmanın aşılması, özgürleşmesi ve kendisini evrensele dâhil etmesi ile gerçekleşecekti. Milliyetçi burjuvazinin ufku bunları yapmaya yeterli değildi. Milliyetçi burjuvazi içinde başı ticaret burjuvazisi çekiyor ve bu kesim şehirli diğer katmanları peşinden sürüklüyordu. Ticaret burjuvazisi iç pazar üzerindeki denetimi tümüyle eline almak istiyordu. Şehirde yaşayan esnaf ve zanaatkârlar da kolonyal yapı ile bütünleşmişlerdi. İşçi sınıfı da ayrıcalıklı bir katman haline gelerek kolonyal yapıya uyum sağlamıştı. Milliyetçi burjuvazinin bir parçası olan modern meslek sahiplerinin de bağımsızlığın kazanılmasından çıkarları vardı. Hekimler geleneksel şifa dağıtıcıları olarak iş alanlarını daraltan büyücülerin, avukatlar yerel ihtilaflara verdikleri fetvalar ile aracılık eden dini zümrelerin tasfiyesini istiyordu. Milliyetçi burjuvazinin asıl çelişkisi geleneksel feodal sınıflarlaydı. Bu nedenlerle köylülüğe uzak duruyorlar ve onları tümüyle feodal sınıfların insafına terk ediyorlardı. Milliyetçi burjuvazi aldığı eğitim, edindiği kültür ve hayat tarzı ile sömürge dünyasında modernizmi temsil ediyordu. Kolanyal yapı ile uzlaşmaz çelişkileri olan sınıflar açısından modernizm, sömürgeci beyaz ile özdeşleşmişti. Bu nedenle modernizmin tüm görünümleri karşısında geleneksele sarılmak yerli için direniş anlamına geliyordu. Marksizm’in esnetilmesini gerektiren koşullar bunlardı. Bu yapılmadığı takdirde Marksizm de kolonyal güçlerin hizmetine girmiş olacaktı.
Fanon’un farkı buradaydı. Resmi Marksizm’in kör kaldığı noktaları açıklık getiriyordu. Marksizm, Avrupa sınıf mücadeleleri tarihinden çıkardığı dersler ışığında köylülüğü kategorik olarak gerici bir sınıf görüyordu. Köylülük, burjuva devrimlerine karşı soylular tarafından harekete geçirilmiş karşı devrimci bir sınıftı ve bunun tüm dünyada da böyle olduğuna inanılıyordu. Emperyalizm analizleri, kolonyal yapıların özgünlükleri, hiç hesaba alınmıyordu. Sömürge dünyasında, köylüleri harekete geçirmeyen, desteğini arkasına almayan bir devrim imkânsızdı. Şehirler kolaylıkla burjuva modernist kültürün etkisine girebiliyorken, kırlık alanlar geleneksel dirençleri ile bu etkiden muaf kalıyordu. Sömürgeci dünya bu nedenle yerlinin iç dünyasını fethedemiyor, ancak açık işgalle yetinmek zorunda kalıyordu. Geleneksel direnç kaynaklarının içinde işlenmeye elverişli güçlü nüveler vardı. Bu ise, ancak bu dünyanın tanınması ile mümkündü. Kültürüne, kaynaklarına, tarihine özel olarak eğilmeyi, bunu yaparken kolanyal dünyanın ürettiği zihniyetlerden uzak durmayı gerektiriyordu. Köylüler adanmışlığı, fedailiği en diri unsurları içlerinden çıkartıyordu.
Kırsal da yaşanan maddi dönüşümler nüfusun bir bölümünü şehirlere savurmuş ve kentlerin çevresinde lümpen proletaryanın yaşadığı yaşam alanları oluşmuştu. Bu sınıf düzenli, yerleşik, formel ekonomiye dahil olamayan unsurlardan oluşuyordu. Düzenli bir istihdamdan yoksundu. Günübirlik, düzensiz, geçici işlerde çalışıyorlardı. Sokak serserileri, kabadayılar, pezevenk ve fahişeler bunlar arasından çıkıyordu. Ama bu kesim kırsal alışkanlıklarını önemli ölçüde devam ettirdiğinden modernizm ile entegre edilemiyordu. Modern işçi sınıfının aksine yıkıcılığı, radikalizmi temsil ediyordu. Kentlerdeki modern işçi sınıfı sendikaları ve maddi imtiyazları ile kolanyal dünyanın bir parçası haline gelmişti. Avrupa tarihinin ürettiği modern kurumlar kolanyal dünyaya monte edilmişti. Partiler, sendikalar bunun örnekleriydi.
Milliyetçi burjuvazi içinden bir grup, tüm bunları deneyimleyerek yüzünü kırsal dünyaya, köylülüğe dönmeye başlar. Modernist ezberlerinden uzaklaşarak yüzünü geleneksel ilişkilere çevirir. Burada hem sömürgecilerle hem de onların feodal işbirlikçileri ile bir kavgaya girişir. Ulusal kurtuluşçuların kırlara gelmesi ile sömürgecilerle feodaller arasındaki geleneksel çelişkiler askıya alınır. Her iki tarafta bu gelişme ile altlarındaki toprağın çekildiğini fark eder. Gerilla, ancak sırtını kırlara, köylülere yasladığında ayakta kalabilir. Şiddet bir kez başladığında durağan, atıl yapılar da harekete geçer. Kırlık alandaki mücadele şehirlerdeki lümpenleri de kendine getirir. Şiddet aracılığıyla ‘kalabalıktan’ bir halk doğar. Geleneksel ilişkiler çözülmeye, yeni ilişki biçimleri ortaya çıkmaya başlar. Fanon ‘Örtüsü Açılan Cezayir’ makalesinde bu olguyu kadınlar üzerinden anlatır.
Kurtuluş mücadelesinin kadını nasıl dönüştürdüğünü, geleneksel rollerine nasıl son verdiğini, gerilik simgesi sayılan peçenin kadını özgürleştirirken nasıl işlevselleştirildiğini anlatır Fanon. Sömürgeci, geleneksel yapıyı dağıtmak için kadını hedef seçer ve örtünmesini bir engel görür. Kadın örtüsünü attığında modernizmin içine çekilecek ve erkekle karşı karşıya gelecektir. Sömürgecinin kadını özgürleştirmek gibi bir derdi yoktur. O geleneksel dünyadaki kolanyalizme direnen yapıları yok etmenin derdindedir. Kadın örtüsünü sıyırdığında erkek kolonyalizme yenik düşecektir. Ama kadını asıl özgürleştiren özgürlük hareketi olacaktır. Örtülü kadın bir milis olarak gerilla mücadelesine destek verir. Kadının mücadeleye dâhil olması asıl özgürleşmedir. Çünkü bundan sonra bedeni üzerinde söz sahibi de kendisi olacaktır. Erkek de kadının özneleşmesi ile kıskançlığından kurtulacak ve artık ilişkilere yoldaşlık duyguları hâkim olacaktır. Mücadele yeni bir halk, yeni bir bilinç doğuracak ve durağan yapılardan devinimli bir dünyaya geçilecektir.
Fanon kitle katılımı olmadığında, kurtuluşa demokrasi eşlik etmediğinde sömürgeciler kovulsa bile kurtuluşun gerçekleşmeyeceğini söyler. Çünkü sömürgeciler yeni koşullara kendilerini uyarlamak konusunda herkesten daha pragmatiktir. Açık işgalin, klasik sömürgeciliğin devam etmeyeceğini anladıkları anda kendilerini yeni duruma adapte etmeye başlarlar. Eğer iktidar milliyetçi burjuvazinin elinde kalmış ise işleri kolaydır. Çünkü mesele açık işgalin sona erdirilmesine, klasik sömürgeciliğin dağıtılmasına indirgenmiştir. Milliyetçi burjuvazi ile sömürgeciler arasındaki dolaysız bağlar, çıkar ilişkiler yeniden kurulur. Kapıdan kovulan sömürgecilik kolanyal dünyaya bu defa bacadan girer. Kaynaklar halk için değil milliyetçi burjuvazi için kullanılır. Kitle katılımı engellenir, bölgecilik tekrar hortlatılır, kabile savaşları yeniden başlar. Yerli savaşarak bir halk haline gelmiştir, ancak ulusal bilincini edinebilmesinin önünde daha atılması gerekli adımlar vardır. Sömürgeleştirilenin ulusal kimliğini, kültürünü tam anlamıyla yaşamadan insanlık ailesinin onurlu bir parçası olabilmesi mümkün değildir. Kurtuluşa kadar hep tikelin hakkından söz eden Fanon, milliyetçilik batağına saplanmamak için şimdi vurguyu Evrensele kaydırmıştır. Tikel ancak evrenselin içinde gerçek bir doyuma ulaşabilir, tikelliğin hakkını Evrensele körleşmek için istememişti.