Fransa Seçimleri: Faşizm Tırmanışta (2)

Hacı Hüseyin Kılınç

10 Nisan'da yapılan Fransa seçimlerinin ilk turunu en yakın rakibine göre az farkla önde bitiren Macron için 24 Nisan'da yapılacak seçimler bir pirüs zaferine dönüşebilir. Fransız siyasetini yakından takip eden çevreler 2017 yılındaki sonuçların tekrarlanmasının mümkün olmadığı konusunda ittifak halindeler. Böyle bir gelişme söz konusu olursa Fransız siyasal düzenindeki sağa kaymanın devam edeceğine, ancak bu kayışın daha uca doğru olduğuna tanıklık edeceğiz. Macron 2017 yılında seçilirken büyük umutlar yaratmıştı. Geleneksel partilerin çöküşü karşısında merkezi yeniden ihya etmesi bekleniyordu kendisinden. Macron siyasi merkezi her hangi bir reformdan geçirmeyi başaramadı ve yeni bir merkez siyaset kuramadı. Sadece doğan boşluğa yerleşti. Merkezde bir konsolidasyon gerçekleştiremediği için kriz karşısında sağa kayışı da önleyemedi. Süreci tersine çevirmektense gelişmelere ayak uydurmayı tercih etti.

Siyasal düzen giderek daha sağa doğru kayarken, geleneksel güçler faşizmi seçenek olmaktan çıkarmak için sandıktaki en güçlü adayın etrafında birleşmekten başka bir politika geliştiremiyorlar. Sosyalist Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Paris Belediye Başkanı Hidalgo taraftarlarına hemen sandıkta birleşme çağrısı yaptı. Komünist Parti adayı F.Roussel bu çağrıyı seçimlerden önce yapmıştı. Cumhuriyetçi Parti adayı Pecresse'de aynı çağrıyı tekrarladı. Seçimin en büyük sürprizlerinden birini gerçekleştirerek %20'nin üzerinde oy alan Halkın Birliği adayı Melenchon ise Makron lehine çağrı yapmak yerine sandığa gitmeleri halinde Marine Le Pen'e oy vermemeleri konusunda taraftarlarını uyardı. Süreç olarak faşizm Fransız siyasal yaşamına güçlü bir seçenek olarak girerken yapısal olarak onu geriletecek politikalar ufukta gözükmüyor. 

Uzun süredir faşizm seçeneği tıpkı bir hayalet gibi dünyayı dolaşıyor. Hayalet metaforunu Avrupa'yı baştan aşağı sarsan 1848 Devrimleri sırasında Marx politika arenasına yeni çıkmaya başlayan işçi sınıfı için kullanmıştı. Geleneksel işçi sınıfı içinden geçtiğimiz uzun resesyon yıllarında siyasal desteğini sunduğu partilerden desteğini giderek çekti. Geçmişin Sosyal Demokrat ve Komünist Partileri ile arasındaki temsil ilişkisi önemli ölçüde azaldı. Krizin maddi olarak en fazla etkilediği bu çevreler yabancı düşmanı, otoriter, süreç olarak faşizmin içinden konuşan aşırı sağ ve faşist partilerin etkisi altına girmeye başladı. İşçi sınıfı ile aralarında temsil ilişkisi olan sendikalar, partiler hızla kan kaybetmeye başladı. Taşradaki sanayi havzalarında istihdam edilen sınıf bölükleri açısından bu süreç daha ileri aşamalara ulaştı. Sanayi havzaları değişen uluslararası iş bölümünden olumsuz etkilenerek çöküntü bölgeleri haline dönüştüler. Bu çöküş taşra tutuculuğu ile birleşerek faşizan unsurların rahat hareket edebilecekleri verimli bir toprak yarattı. 

Sol bu gelişmeleri maalesef doğru okuyamadı ve gerekli politik müdahaleleri yapamadı. Sınıf çıkarlarına seslenmek üstelik bunu ırkçı, milliyetçi ön yargıları gıdıklayarak yapmak konusunda sağ daha cevval davrandı. Sol sınıf savaşları yerine içine kıstırıldığı kültür savaşlarında pasif bir rolü tercih etti. Aşırı sağın açtığı kültür/medeniyet savaşlarında cepheden dövüşmeyi beceremedi. Açılan savaşın sembol ve simgelerini dönüştüremediği gibi bu dile öykündü. Sol sınıf meselesine giderek körleşirken demokrasinin kapitalizmle olan çelişkili birlikteliğini sorunsallaştırmaktan kaçındı. Batı emperyalizminin yoksul halklara yönelik müdahalelerini ‘insani müdahale’ adı altında sahiplendi. İnsan Hakları, demokrasi retoriğini savunmak bahsinde neoliberal paradigmayı aşmaya yeltenmedi. Bu yaklaşımlar bir süre sonra solun gündemleri ile emekçilerin yaşadığı sıkıntılar arasında bir yabancılaşmaya yol açtı. 

 Bu gelişmede solun politik liderlerinin çoğunluk orta sınıf köklerden gelmesinin etkisi yadsınamaz. Reklam, medya, akademi gibi sektörlerde istihdam edilen sol sınıfın içindeki moleküler dönüşümlerin uzağında kaldı. Uzun soluklu, sabırlı bir politik hat kurmak yerine sınıf karakterinden gelen alışkanlıklarla geçici dalgalanmaların içinde sörf yaptı. Dalga her geri çekildiğinde ise umutsuzluğa gark olduğu gibi ilerisi için mevziler de edinemedi. 

Solun yapamadığı işleri aşırı sağ maharetle üstlenmeye başardı. Sınıfsal korku ve endişeleri gıdıklamayı iyi becerdi. Geçmişin güvenceli bölüklerinin önüne hayali düşmanlar yerleştirmeyi iyi manipülle etti. Kültür Savaşlarını siyasetin merkezine gelip yerleştirdi. Göçmen, mülteci, sığınmacı sorunları günlük siyasetin temel malzemesi haline geldi. Türban sorunu, laik okullar meselesi, İŞİD terörü siyasal gündemi belirlemeye başladı. Solun emekçi halkın tamamını etkileyen sorunları siyaset gündemine taşıyamaması sağa manevra alanları sundu. Sağın alternatifinin daha uç bir sağ olduğu dönüşümler yaşanmaya başladı. Ulusal Cephe'nin lideri Marine Le Pen bu gelişmeleri herkesten daha iyi okuyarak faşizan söylemini merkezin değerleriyle eklemledi. Le Pen söyleminin daha sağında neredeyse soy faşist bir söylemle ortaya çıkan Zemmur'un çarpıcı yükselişi Ulusal Cephe siyasetini 'yeni normal' haline dönüştürdü. Önceki tüm seçimlerde herkesi anında teyakkuza geçiren Ulusal Cephe seçeneği artık normalleşti. Bu süreç olarak faşizmin sıradanlaşması, kanıksanması anlamlarına geliyor. Belki en tehlikeli olanda bu. Faşizmin merkez siyaseti etkisi altına alması, tartışma başlıklarını belirlemesi, çalışan sınıflarla bağlarını güçlendirmesi ve sandık yoluyla iktidar olacağını kanıksatması. 

Fransız Marksist Daniel Guerin Türkçe'ye de çevrilen büyük yapıtı ' Faşizm ve Büyük Sermaye'de ' faşist seçeneğin asıl olarak büyük sermaye açısından ciddi bir alternatif haline gelmeye başladığında iktidara yaklaşmış olduğunu söyler. Aşağıdakilerin hıncını, öfkesini, nefretini örgütlemeden faşizm büyük sermaye tarafından ciddiye alınmaz. Fransa seçimlerinde Marine Le Pen'in bile daha sağında bir söylemle yarışa giren Zemmur son düzlükte gaflar yapmamış olsaydı %10'un üzerinde bir oya ulaşacaktı. 10 Nisan'daki seçimleri %6,5'luk bir oyla tamamladı ve taraftarlarına hemen Le Pen'i destekleme çağrısı yaptı.  Zemmur tam da Fransız establismentinin içinden geliyor. Mezun olduğu okullar, merkez medyadaki gazetecilik serüveni Le Figaro'nun da sahibi olan patronuyla kurduğu ilişki onu Fransız seçkinlerinin bir temsilcisi yapıyor. Le Pen'den daha saldırgan, pervasız bir dile sahip. Solun temel kavramlarına karşı acımasız bir saldırı başlatmış bulunuyor. Ancak klasik faşizmde bu dil aşağıdakilerin taleplerine açılırken şimdinin faşizmin de iş adamlarının küstahlığını devralıyor. Dolayısıyla şımarık, küstah bir dille sermaye çıkarlarına seslenirken aşağıdakilerle ilişkilerinde herhangi bir dolayım kurmaya dahi gerek duymuyor. 

Not:Yazı çok uzadığı için sol seçeneği asıl temsil etme kabiliyeti olan Melenchon'u sonraki yazılarda değerlendireceğiz.