Fragmanlar - Aforizmalar

Hacı Hüseyin Kılınç

Fragman özel bir yazma biçimidir. Çoğu kez dağınıktır, başıboştur, ama istediğiniz yerden tutunabilirsiniz. Dağınıklığı savrukluk anlamına gelmez. Küçük bir fragman kallavi bir çalışmanın yükünü tek başına kaldırabilir. Aforizma fragmanın daha konsantre halidir. Kuşkusuz bu tarzın da ustaları vardır: Fransız Francois de la Rochefoucauld, Avusturyalı  Karl Kraus ve Romen asıllı Emil Michel Cioran gibi. Neredeyse bütün kitapları aforizmatik metinlerden oluşan Cioran bunu ‘ havai bir mizaca ‘ sahip olmasına bağlıyordu. Düşüncenin kat ettiği yolu tek tek anlatmak ve her bir etabında okuru ikna etmek çabası onun havai mizacına ters geliyordu. Hedefine doğrudan, tek hamlede ulaşmak istiyordu. Okura öğretmen edasıyla değil hiç beklemediği anda şamar yapıştıran tekinsiz biri gibi yaklaşmak gerektiğine inanıyordu. Uygarlığın bir söz bolluğuna maruz kaldığını düşünen Cioran sözü eksiltmenin, eksiltirken de tesirini arttırmanın aracı olarak görüyordu aforizmayı. 

                            xxxxxxxxx

Benjamin 20’li yıllardaki yazılarından oluşan  “ Tek Yön “ kitabının ilk fragmanında, ‘ hayatın yapısını kurma işinin kanılardan ziyade olguların baskısı altına girmiş olduğunu “ söylemişti. Devamla ‘ edebiyat etkinliği anlam taşıyacaksa, ( bu) ancak yapma ile yazmanın kesin biçimde birbirini izlemesiyle ortaya çıkacaktır ‘. Eylem içindeki topluluklara kitap gibi iddialı, evrensel araçlarla değil “ bildiri, broşür, dergi yazıları ve makale “ gibi araçlarla ulaşmanın gerekliliğini hatırlatıyordu. 

Benjamin 1919/23 arasında Alman toplumunu hücrelerine kadar sarsan  devrimci süreçleri deneyimlemişti. Birinci dünya savaşını kaybetmenin yarattığı ağır bozgun, Versay’da savaş suçlusu ilan edilmek ve ağır savaş tazminatlarına çarptırılmak, para birimi markın hiper enflasyon karşısında çöpe dönmesi ve yaşanılan belirsizlikler Alman halkını düşünmeye değil doğrudan eylemin içine itiyordu. Hayatı boyunca tekniğin yazı ve sanat karşısında sunduğu imkanlara ve deneyim kayıplarına kafa yoran Benjamin bu kargaşa yıllarında kitabın etkinliğini kaybetmeye başladığını görüyor ve etkili olacak yazım tarzları üzerine düşünüyordu.

                       xxxxxxxxxxx

Alman düşünce geleneği içinde fragmanter yazım 19. yüzyılın ilk yarısında zirvesine ulaşan İdealizmin güçlü sistematik geleneğine karşı tepki olarak ortaya çıktı. Felsefi temellendirmeyi, argümantasyonu esas alan bu gelenek sonraki düşünürler tarafından soyut ve yaşamdan kopuklukla itham ediliyordu. Sistematik ve kavramsal düşünme yaşam alanlarının özerkliğine izin vermiyor adeta bir vakum gibi her şeyi içine doğru çekiyordu. Terry Eagleton ‘ Azizler ve Alimler ‘ adlı romanının bir yerinde kahramanına ‘ Hegel’i düşün tıpkı bir domuz gibidir, önüne gelen her şeyi siler süpürür ve geride hiçbir şey bırakmaz ‘ dedirtmişti. 

Eagleton’un ironisi pek de haksız sayılmazdı. Alman idealizmi sistematik, bütünlükçü ve her şeyi kapsamaya dönük bir zihinsel inşayı hedefliyordu. Her ne kadar Kant bu geleneğin içinde değerlendirilmese ve düşüncesi her şeyin eleştirisini hedeflese de kapsadığı alan itibarıyla giriştiği çabanın Hegel’den bir farklılığı yoktu. Hegel’de Tin nasıl kendisinden sıkılıp doğada ve tarihte bir yolculuğa çıkıyor, doğanın ve tarihin tamamını kat ettikten sonra ancak özgürlüğüne kavuşuyor idiyse Kant’da özerk, otonom alanlar yaratıp en sonunda hepsini saf aklın etrafında toplayarak hiçbir boşluğa yer bırakmıyordu. 

Schopenhauer, Kierkegard ve Nietzsche’nin isyanı bu sistematik düşünme girişimineydi. Sistematik düşünmenin karşısına dağınık, ama en nihayetinde bir hedefte birleştirilecek kısa yazılarla çıkıyorlardı. Zaten fragmenter yazım da ilk klasiklerine bu düşünürler aracılığıyla kavuşuyordu. Hem aforizmatik yazım yani bir düşünceyi, tavrı çok kısa, şaşırtıcı, şok edici kısa cümleler ile ifade etmek veya bir düşünce içeriğini çok daha konsantre bir tarzda fragmanlar halinde sunma konusunda Schopenhauer ve Nietzsche ustalaşmışlardı. 

Yazım tarzlarındaki yenilik iki düşünüründe hem şansları hem de talihsizlikleri oldu. Okunmalarındaki rahatlık, metinlerine bodoslama dalmaya izin veren kolaylık tam anlaşılamamalarına sebebiyet verdi. Çok okunmalarının nedeni bir tür yaşam filozofu ve hatta giderek ‘ yaşam koçu ‘ muamelesi görmeleri idiyse diğeri de yazım tarzlarındaki anlatmaya çalıştığımız yenilikti. 

                     xxxxxxxxxxxxxx

Bu büyük geleneği Frakfurt Okulu devraldı. Horkheimer başta olmak üzere Benjamin ve Adorno’da önemli çalışmalarında bu tarzı tercih etti. Horkheimer’ın kitap olarak yayınlanan ilk çalışması ‘ Alacakaranlık ‘ fragmanlardan oluşuyordu. Kitap 20’li yılların sonuna doğru yayınlanmıştı. Kitap durumlar, enstantaneler, izlenimler ve gözlemler üzerine düşürülmüş eleştirel felsefi tavırları biraraya getiriyordu. Adorno’nun başyapıtı sayılabilecek ‘ Minimia Moralia ‘, alt başlığında olduğu gibi ‘ sakatlanmış bir hayattan fragmanlar ‘ adını taşıyordu. Her bir fragman anlaşılması, sökülmesi ve çözülmesi açısından okurun karşısına güçlükler çıkartıyordu. Ama Adorno’nun diyalektiği özellikle ‘ olumsuzlama ‘ uğrağına biçtiği kıymet, her pozitifte negatifin hakkını verme çabası, hayatın en kör, sakar  bölgelerine tuttuğu projeksiyon ve tikel ‘i bütüne bağlama çabası kitabı bir başyapıt düzeyine yükseltti.

                        xxxxxxxxxxxx

Benjamin 19.yüzyıl Paris’i ve Baudelaire üzerine çalışırken tümüyle alıntılardan oluşan bir kitap düşünüyordu. Bunun içinde yaklaşık bine yakın kaynaktan alıntılar derlemişti. Benjamin yapıtlarının büyük çoğunluğu fragmanlardan oluşur. Kendini bir tür paçavracı yani çöp toplayıcısı gibi görür. Biriktirdiği malzemenin bir sistematiklik içinde değil, ancak dağılmaya, saçılmaya ve merkezden çoğu kez uzaklaşmaya izin veren bir yazı ile mümkün olduğuna inandığından kitaplarının çoğunluğu fragmanlar olarak düzenlenmiştir. Fragmanlar bazan birkaç sayfadan bazan da tek bir cümleden oluşur. Kısalığı aldatıcıdır ve kolayca kendini ele vermez. Yaptığı işi koskoca bir türbinin karşısına geçip çalışması için her yanına yağ boca eden acemi birine değil, sadece ‘ nerede olduğunu bildiği gizli oyuklara ve aralıklara ‘ yağı püskürten bir ustaya benzetir. Fragmanlarda hayatın tümü karşısında işte o oyuk ve yarıkları deşifre eder.