Düzenlenen Panele daveti aldığımda konu ilgimi çekti. “Kreatif Endüstrilerde Kadrajın Ekonomisi" paneli…
Kadraj, kelimesi dilimize yabancıdır. Sanıyorum ben, otuz yaşına kadar “kadraj” kelimesini kullanmamışımdır. Dolayısıyla “kadraj Ekonomisi” anlaşılıyor ki, çok ilginç bir konu.
TDK, kadraj kelimesi için şunu diyor: “- Sinema ve fotoğrafçılıkta görüntüyü çerçeve içine alma.”
Sayın Sabri Gül ile birlikte Ticaret Odası’nın Konferans Salonuna girince, Fotoğraf Sanatçısı Niyazi Sertkalaycı ile hasretle kucaklaştık. Sertkalaycı, fotoğraf sanatında Adana’nın dünyaya açılan penceresi… Her gün kıyımızdan ve çevremizden durmadan akıp giden anları, sonsuzluğa armağan eden sanatçı..
DOSTLARLA BİR ARADA…
Sabri Gül BENİ, Yüksel Hançerlive kardeşi Yücel Hançerli ile tanıştırdı. Yüksel bey gibi, Adana’yı fotoğraflarla belgeleyen bir ailenin mensubunu yıllardır – maalesef sosyal medyadan – izlerim. Tanışmak bu güne kısmet oldu. Kardeşi Yücel Hançerli ile birlikte “Kırk yıllık dostlar” gibi sohbet ettik. Aramızda “Adana Sevdası” akrabalığının çok güçlü olduğunu keşfettik. Kendilerinin fotoğraftan ben de tarihi olaylardan kanatlarımızı taktık ve Adana semalarında uçtuk. Babası Merhum İbrahim Hançerli’den konferans sırasında söz etti.
Ve burhan Öztekin Bey, Adana’da fotoğraf konusunda en zengin arşive sahip bir kıymet bilen. Çok güzel bir sohbetimiz oldu. Burhan Bey’den Adana hakkında öğreneceğimiz çok şey var.
Güzel Sanat Sahipleri Meslek Birliği (GESAM) Adana Şube Başkanı Gülşen Doğan’da katılmıştı. Bir ressam olan Gülşen Hanım’a, “Fotoğraf ile Tablo arasında ne fark var?” diye soracaktım, fırsat olmadı. Soruyu sormuş oldum,, bir daha karşıaştığımızda cevabını alırım.
Bülent Yamaç Bey’i gördüm ardından…
BAŞKAN ÇAY, AKSAMASINA RAĞMEN ORADAYDI…
Pozantı Belediye Başkanı, ayakları henüz iyileşmediği halde aksayarak ve o her zamanki güleç yüzüyle salona girdi. Birbirimize sarıldık. Sağlık sorunu bile kendisini bu tür etkinliklerden alı koyamamış davete iabet etmiş: içimden takdir ettim. Hatta şunu diyecektim:
“Timur’un Anadolu’da yürüdüğü gibi, siz de konferans salonunda aksayarak yürüyorsunuz, bundan sizin adınız “Çeylenk” olsun. Elbette demedim. Sadece bir an evvel şifa bulması için temennide bulundum.
Daha sonra Aladağ Belediye Başkanı Mustafa Akgedik geldi. Beyefendiliği ve ciddiyeti ile her zaman takdirimi kazanmış değerli bir şahsiyet…
Biri Pozantı’dan, diğeri Aladağ’dan iki belediye başkanımız oradaydı. Yakın çevrede bulunan ilçelerden hiçbir belediye başkanı yoktu. Peki, temsilcileri var mıydı? Bilmiyorum.
Vedat Gündoğan, Niyazi Sertkalaycı ve Bülent Yamaç, tam bir ev sahipliği yaptılar. Gelenleri tek tek karşıladılar. Bu misafirperverlik karşısında hiç kimse kendini yabancı hissetmedi.
Açılış konuşmasını ATO Meclis Başkanı İsmail Acı yaparak katılımcı ve panelistlere “hoş geldiniz” dedi. Ardından ATO Meclis Üyesi Vedat Gündoğan konuşmasını yaptı.
Panelin Moderatörü Sefa Ulukan’dı.
Panelistlerin konuşmasını not almadığım için aklımda kaldığı kadar paylaşıyorum. Bir hata varsa şahsıma aittir.
*
YÜKSEL HANÇERLİ
İbrahim Hançerli’nin çocuklukta fotoğraflarını çektiğini anlatan Sefa Ulukan sözü Yüksel Hançerli’ye verdi:
“Yaşım 75. Bana fotoğrafçılığa ne zaman başladın diye sorsalar, doğduğum andan itibaren diye cevap veririm. Bir fotoğraf dünyasında gözümü açtım. İlkokul 3.sınıfta iken fotoğrafçılıktan para kazanmaya başladım. Lise çağlarında gazetecilik yaşamına girdim, yüksek tahsilimi yaptım ve ardından TRT’de hizmet verdim. Oradan da emekli oldum.
Babam Adana’nın en eski fotoğrafçılarından İbrahim Hançerli. Adana’nın sosyal yaşamını, kültürünü, olaylarını fotoğraf makinesiyle, cam filmler ile tek kare çeken babam, bütün bu cam filmleri arşivlemiş ve bir kenara koymuş, saklamış.
TEK KARA FOTOĞRAF İLE ADANA TARİHİ
Emekli olduktan sonra ben bu arşivi, cam filmleri, negatifleri alıp, ( o zaman yeni çıkmıştı) tek tek dijital ortama aktardım. Kareleri izledikçe, babama olan hayranlığı arttı. Babam’a:
“Sen nasıl böyle tek kare film ile Adana’yı, tarihini ve kent kimliğini belgeledin*” diye hayretle sormuştum.
Adana’nın 1930, 35 ve 40’lı yıllarda sosyal yaşamının belgesidir babamın fotoğrafları. Öğrenci, polis, memur ve öğretmenlerin kıyafetleri, askerlerin kıyafetleri… İnanın siz bugün onları tahayyül edemezsiniz. O yıllar Adanalı neler giyiyordu.
Adana, 1930 ve 35’li yıllar deyince aklınıza şalvar gelir değil mi? hayır o fotoğraflara baktığınız zaman Adana’nın çağdaş kent kimliğini görebilirsiniz.
Benim arzum bu kimliğin yaşatılmasıdır.
Doğan Grubu, İstanbul’da Ara Güler’in fotoğraflarını bir araya getirerek, İstanbul’un kent kimliğini belgelemiştir. Aynı çalışmanın babamın fotoğrafları içinde yapılmasını arzuluyorum. Kanaatimce bu Adana için gereklidir.
Bu fotoğrafların bir araya getirilmesi, Adana’nın 1930’lu yıllardaki kent kimliğinin ve sosyal yaşamının ileriki nesillere gururla aktarılması bakımından değerlidir.
Benim Adana ve İstanbul ile ilgili olarak yayınlanan 11 tane kitabım var ve ben bunları kardeşlerimle beraber hazırladım. Hiçbir yerden de sponsorluk almadık.
Umarım 1930 ve 1950 arası fotoğrafların bir araya getirilerek Adana kent kimliğinin belgeseli oluşturulmalı. Bu arzumdur.
JAPONYAYA ÇALIŞTIK
1996 yılında emekli olduktan sonra kardeşlerimle ile birlikte bir şirket kurduk. Hatta ne iş yapalım diye araştırdık. Sonradan “en iyi iş bildiğimiz iştir” diyerek fotoğrafçılık yapmaya karar verdik. Şirketi tescil ettirdik.
Japon malı bir baskı makinesi getirdik. Teknoloji gelişti, dijitale dönme durumu oldu.baskı makinemizi yenileme ihtiyacı doğdu. Araştırmamız sonucu Japonya’dan 100 Bin Dolara bir makine getirdik. Taksitle. Dört yıl çalışıp, makinenin taksitini ödedik. Makine kendini amorti etti. Dört yıl bitti “ohh” deyip sevindik. Yıl 2008. Artık kazanca döneceğiz ve rahat edeceğiz. Ama 2008’de bir ekonomik kriz, arkasından dijitale dönme furyası… Sonuç mu? 100 bin liraya aldığımız baskı makinesini 20 bin liraya zorla sattık. Ailecek, Japon teknolojisine çalışmış olduk.
Şimdi insanlar ellerinde telefon, şak… şak… çekiyor sonra telefonu cebine koyuyor, şu konuda uyarıyorum: On yıl sonra o insanlar, çocuklarına ait bir tane fotoğraf bulamayacaklar. Dijital fotoğraflar kaybolup gidecek. Herkes çektiği fotoğrafı o an kullanıyor sonra siliyor. Geleceğe bir belge bırakmıyor.
SERTKALAYCI: BİR FOTOĞRAF JOHN STEİNBECK’E KİTAP YAZDIRMIŞTIR
Sefa beyin “Bir sanattan mı bahsediyoruz yoksa bir endüstriden mi?” sorusuna Niyazi Sertkalaycı:
“Ben ayrıca meclis üyesiyim. Bu göreve seçilince ilk işimiz bir Kültür ve Sanat Komisyonu kurmak oldu. Kent kimliğini kazandırmak için bir takım çalışmaları yapacağız. Belirlediğimiz bir binada bu tip çalışmaları yapacağız. Kent belleği ve kent arşivini oluşturmak için çalışacağız.
SANAT MI ENDÜSTRİ Mİ?
Fotoğraf sanat mıdır endüstri midir? Aslında ikisidir. Çünkü fotoğraf felsefik yaklaşımlarla başlayıp, bilimsel çalışmalarla desteklenip, Rönesans ile altın çağını yaşayıp, aydınlanma çağının başlamasıyla fikir endüstrisinin gelişmesiyle beraber ortaya çıkan bir süreçten bahsediyoruz. Fotoğrafçılık açısından bu iki kavramı birbirinden ayırmak çok zor. Üstadımızın da dediği gibi dokümanterciler, kent arşivi, kent belleği veya ülke belleği yapanlar, bu iki oluşumun içindedir.
“HAYALİN FOTOĞRAFI…”
Fotoğrafların ergonikleşmesi, küçülmesi, ceplere girmesi… Biliyorsunuz ilk fotoğraf makineleri çok büyüktü…Ve şimdi de yapay zeka. Ben 15 yıl kadar önce öğrencilerime “Bir gün hayal edeceksiniz, onun fotoğrafı olacak…”
1929 buhranında çekilen bir kare fotoğraf John Steinbeck’e bir kitap yazdırmış: Gazap Üzümleri.
Biz bugün Kızılderililerin varlığından haberdar olmayı Edward Curtis’e borçluyuz. Curtis, 30 yıl boyunca at sırtında gezip, 40.000 kare fotoğraf çekmeseydi biz bugün Kızılderililerin varlığından söz edemeyecektik.
İşte dokümanterciler, belge toplayıcılar yarına, geleceğe bir şeyler aktarmak için fotoğrafın sanat, endüstri olduğuna bakmaksızın çalışmalarına devam ediyorlar.
FOTOĞRAF BAKMAK İLE GÖRMEK ARASINDAKİ FARKTIR
“Fotoğraf sanatının kendi içinde oluşumlarından söz eder misiniz?” sorusuna Niyazi Sertkalaycı:
“Fotoğraf nedir dendiğinde tanımı şöyle yapılıyor: “belli bir yüzey üzerine (Bugün sensör geçmişte film) bir görüntü elde etmektir.
Bana göre Fotoğraf, bakmak ile görmek arasındaki farktır.
Kimi İstanbul için şiir yazıyor, kimi de “Ey İstanbul, sen mi büyüksün ben mi?” diyor.
Fotoğraf arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi evrensel bir dildir.
Fotoğraf bir çok sanat disiplinlerini de etkilemiştir.
Fotoğraf dünyayı değiştirme aracı olabilir.
“Sonuçta Yüksel Hocamın dediklerine katılıyorum, fotoğrafçıkık hiçbir zaman ölmeyecek ve hayatımızı yansıtmaya devam edecektir…”
Seminere konuşmacı olarak katılan berat Kutlu, Aykut Çayır ve Mustafa Turgut’un konuşmalarını ikini bölümde yayınlayacağım.
Bu etkinliğe emeği geçenlere ve burada bulunmama vesile olan ve fotoğrafları çeken Sabri Gül’e teşekkür ederim.