Kapitalizmin tüm gerici içeriklerini faşizme mal ettiğimizde onunla mücadele açısından sahiden de mesafe almış olur muyuz? Kapitalizmin çürümüşlüğünün, acımasızlığının, saldırganlığının en şedit hallerine faşizm adını taktığımızda meseleyi tam anlamıyla kuşatmış sayılır mıyız? Bu tür jenerik açıklamaların şüphesiz anti/faşist teyakkuz oluşturmak açısından işlevselliği vardır. Ancak gelişigüzel, titizlikten yoksun kullanımların kavramı sıradanlaştırma riski taşıdığını da kabul etmek gerekir.
Hep bu açmazı mı yaşayacağız; bir taraf da kavramın cömert kullanımı, kapitalist devletin olağanüstüleştiği her momenti faşizm olarak adlandırmanın kolaylığı diğer tarafta kavramı iki savaş arasının Alman ve İtalyan deneyimleri ile sınırlamanın cimriliği. Yaşadığımız dünya tarihsel döneme karekteristiğini veren ana eğilim kapitalizmin uzun dalgalı bir kriz içinde bulunduğu hakikatidir. Kendini neoliberalizmin iflası olarak semptomize eden olgu aslında kapitalizmin tarihsel ve fiziksel limitlerine ulaştığının göstergesidir. Marx’ın bir soyutlama olarak yaptığı sermaye analizi şimdi bütün haşmetiyle karşımızda duruyor.
Uluslararası sistem dengelerini çoktan kaybetti. Amerikan hegemonyası her başlıkta irtifa kaybediyor. Küresel balayı sona erdi. Sistemin insanlığın temel sorunlarını çözmekten dahi yoksun olduğu pandemi döneminde tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Pandemi bittiğinde bizi daha karanlık bir dünyanın beklediği aşikar. Sermaye pandemiyi bir staj dönemi olarak geçirdi. Teknolojinin bütün imkanlarını sahaya sürdü. Evden çalışma, ofis ve işyeri merkezli çalışmanın neredeyse sonunu getirdi. Pandemi bittiğinde artan işsizlik oranlarının yapısallaştığı, döneme özgü çalışma iliskilerinin nesnellik kazandığı bir eşiğe ulaştığımızı göreceğiz.
Sermayenin pek çok sektörde emek/gücünü gereksizleştirdiği, vasıfsızlaşmayı daha ileri bir aşamaya taşıdığı , yeni teknolojilere ayak uydurabilen dar bir tabakanın kendine güven duyabileceği bir dönem önümüzde açılıyor. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu proleterleşirken, kentli nüfus kırlarda yaşayanları sayısal olarak aşarken, ücretli çalışanlar ulusun çoğunluğunu oluşturup ulusun kendisi belki de ilk defa, ama küresel ölçekte bir eğilim olarak bir proleter ulus gövdesine dönüşürken sermaye yaşadığı tarihsel krize rağmen bu sürece daha hazırlıklı giriyor.
Önümüzdeki küresel sınamalardan bir tanesi emek açısından nicelikteki artışa karşılık nitelikteki düşüş olacak. Marx gençlik yazılarında toplumun utancını taşıyan, olumsuzlaması olan sınıfın kendini kurtarırken tüm toplumu da kurtaracağını söylüyordu. Bu utanç haysiyetli bir varlık olmanın bütün imkanlarını barındırıyordu kendinde. Duyduğu utanç bizatihi kendinden değil içine itildiği durumdan kaynaklanıyordu. Utancın kaynağında kendisi olmadığından onu aşabilecek özgüvene de sahipti. Şimdi çağının bilgisinden, becerisinden yoksun bölükler çalışanların çoğunluğunu oluşturuyorlar. Bunun yarattığı utanç özgüven kaybına ve yıkıma dönüşüyor. Beraberinde haysiyet yitimini de getirdiğinden faşist liderliklere mümbit bir zemin oluşuyor giderek.
Klasik faşizm birinci dünya savaşının yarattığı yıkımın üzerine gelmişti. Bu dönem Hobsbawm’a göre aşırılıklar çağının, Traverso’ya göre Avrupa iç savaşının başlangıcıydı. Ekim devrimi dünya devriminin sadece prelüdüydü. Küresel ölçekte devrim çağı başlarken faşizmde bir devrim, ama bir karşı devrim olarak boy gösteriyordu. Dolayısıyla her iki olgu da güncellik kazanıp eş anlı olarak tarih sahnesine çıkıyordu. Ekim yeni bir uygarlık olma iddiasını taşırken faşizm Aydınlanmanın yarattığı uygarlığı yıkmakla meşguldü. Dolayısıyla faşizmin o günkü görünümü anti/ komünizm ve anti/bolşevizmdi. Faşizmi yaşamış ülkeler bu yola Bolşevizme karşı liberalizmin muvaffakiyetine inanmadıkları için girmişlerdi.
Bugün küresel ölçekte komünizan bir yönelim yok. Yönelim olmak bir yana ufuk olarak dahi gözükmüyor. Ancak kapitalizm de tarihsel ve fiziksel sınırlarına ulaşmış bulunuyor. Kapitalist aklı temsil ettikleri açık olan İMF ve Dünya Bankası yetkilileri neoliberalizmin iflasını ilan ediyor. İMF raporları bir dönemin bittiğini, ama yerine neyin geldiğinin kestirilemediğini söylüyor. Faşizm tehlikesine karşı bugün yapılması gereken ne onu klasik döneme özgüleyip istisnacılıkta diretmek ne de kapitalist devletin her olağanüstüleşmesini faşizmle eşitlemek olabilir.
Bu iki anlayış faşizme karşı mücadelenin önündeki en büyük engeldir. İki savaş arası dönemde komünistler, sosyal demokratlar, liberaller başta olmak üzere anti/faşist tüm güçler maalesef bu yanılgılardan çok çektiler. Faşizmin başarısı çokça bu yanlış okumalardan kaynaklandı. Teşhisin doğru konulamaması, dakik davranılamaması insanlığı tarihin en büyük felaketiyle karşı karşıya bıraktı. Küresel buzul döneme çoktan girdiğimiz bu zamanlarda uyanıklığa, tarihten ders çıkarmaya, önümüzde biriken olguları yaratıcı bir biçimde değerlendirmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.