Faşizm,Devrim yapamamanın cezasıdır

Hüseyin Kılınç yazdı...

1- 12 Eylül’ün üzerinden 40 yıl geçmiş olmasına rağmen toplum olarak hala o zaman üzerimize giydirilen deli gömleği ile yaşadığımızı kim inkar edebilir ki?  40 yıl insanlık tarihi açısından kısa ancak bir ülkenin sosyal mücadeleler tarihi düşünüldüğünde yeterince uzun bir süredir. Belki de toplum ölçeği hesaba katıldığında 12 Eylül’ün dayattığı çerçeve ilk defa sözcüğün gerçek anlamında Gezi’de kırılabilmişti.

2-Eğer egemen yargıların dışına çıkıp 70’li yılları sadece kardeş kavgasının olduğu sonrasında bizzat eyleyenlerin dahi yaptıklarından pişmanlık duydukları bir dönem olmanın ötesinde değerlendireceksek toplumun en örgütlü, en özgür ve geleceğe en umutla baktığı dönem olarak nitelendirmemiz gerekir bu yılları. 12 Mart’ın acımasızca katlettiği devrimci hareket bu dönemden büyük bir moralle çıkmıştı. Ecevit 12 Mart’ın kendisine karşı yapıldığını söyleyerek CHP Genel Sekreterliği’nden istifa etmiş, İsmet Paşa’ya karşı Genel Başkanlık yarışını kazanmış ve arkasına aldığı rüzgarla partisini koalisyonla iktidara taşımıştı. Devrimci hareket ise en seçkin önderlerini kaybetmesine rağmen bir moral çöküşe sürüklenmemiş bu süreçten iradesini ve inancını tazeleyerek çıkmıştı.

3-Egemen sınıflar açısından 70’li yıllar zor zamanlardır. Karşılarında kolay yönetemedikleri, örgütlülüğü her geçen gün artan, mülk sahiplerinin emrinde çalışan alt sınıflardan tedirginlik duyduğu, mallarına ezilenlerin zorla el koyacakları korkusunu iliklerine kadar hissettikleri bir dönemden bahsediyoruz. Her ne kadar işçi sınıfının belli bölüklerinin pazarlık gücünün artması yüksek ücret artışlarına neden olsa da iç pazarı yüksek gümrük duvarları ile korunan sanayi burjuvazisi açısından onlar aynı zamanda ürettikleri malları satın alan tüketicilerdi. Ancak bu sınıf sadece ücret artışı ile tüketim düzeyi yükselen bir sınıf olmanın yanında aynı zamanda 15/16 Haziran’ın gösterdiği gibi hızla politize olan,  çizilen sınırların dışına taşan ve kendini siyasal bir işçi hareketi olarak kurmak yeteneğine de haizdi. 

4- Sermaye açısından siyasal işçi hareketi nasıl yakın bir tehdit idiyse artık miadını dolduran, nefesi tükenmeye başlayan  ithal ikameci sermaye birikim modelinden yoğun emek sömürüsüne dayalı, ücretlerin bastırıldığı, iç pazarın uluslararası sermayenin giriş çıkışına açıldığı yeni bir birikim modeline geçiş için işçi sınıfına karşı topyekun bir saldırıya geçmek de tarihsel bir zaruretti. Sınıfın yapısını dağıtmadan, örgütlülüğünü yok etmeden onları yeni sermaye birikim modeline mevcut şartlarda ikna edebilmek mümkün değildi. 24 Ocak kararları ancak bir olağanüstü rejimde hayata geçirilebilirdi.

5-Egemen sınıflar açısından sadece işçi sınıfını değil toplumun bütününü yönetmek zorlaşmıştı. Gençlik temel görevinin düzen tarafından karşısına çıkartılan paramiliter faşist güçleri dağıtmak, halkın yaşam alanı olan mahalleleri onların saldırılarından korumak, can güvenliği kalmayanları yaşamlarından endişe etmeyeceklerinin güvencesini vermek, göçle kente gelenlere başlarını sokabilecekleri bir baraka sağlamak olduğunun farkındaydı. Bu görevleri yerine getirmeden halkın güvenini sağlayamazdınız. Yani öncelikli görev bizzat devlet tarafından korunan kollanan ve halkın üzerine salınan faşist unsurlara karşı antifaşist görevleri eksiksiz yerine getirmekti. Belki de bugün 40 yıl sonra geriye baktığımızda bütün eksiğine gediğine karşılık devrimci hareketin yegane başarısının bu olduğunu söyleyebiliriz. 

6- Yani dinamik, örgütlü eskisi gibi yönetilmek istemeyen bir toplum vardı o yıllarda. Sinemacısından şairine, kapıcısından yoksul köylüsüne kadar herkesin sınıfsal çıkarlarının bilincine vardığı, çelişkinin bugünkü gibi neoliberal söylemler üzerinden değil doğrudan sınıfsal/ halkçı yarılmalar üzerinden ifadelendirildiği bir ideolojik iklim sözkonusuydu. 

7- 77 1 Mayıs’ı ile birlikte herşey inişe geçmeye başladı bunda  hem Ecevit hükümetlerinin halkçı popülizmlerini sözcüğün gerçek anlamında Batılı bir sosyal demokratik düzene taşıyamamalarının etkisi hem de devrimci hareketin gereksiz bölünmelerinin, antifaşist mücadeleyi bir siyasi iktidar uğrağına yöneltecek enerjiden yoksunluğunun büyük payı vardı. Bütün bunlar Doktor Hikmet’in ağzıyla konuşacak olursak 7000 yıllık tefeci bezirgan bir antika uygarlığın mirasını soğuk savaşın komplo, provakasyon uzmanlığı ile birleştirmiş, dünyanın en güçlü sivil faşist hareketlerinden birini üretmiş bir de bunların üzerine  etnik/ mezhepsel fay hatlarının sürekli tahrik edildiği bir coğrafyada gerçekleşiyordu. Bütün bu ufuneti ortadan kaldırabilmek için devrimin güncelliğinin sağlam bilgisine sahip olmak yetmiyordu. Bu karmaşadan çıkabilmek için mücadelenin bütün düzeylerini birleştirecek, örgütsel dağınıklığı sadeleştirecek, antifaşist mücadelenin öncelikleri ile bir devrimi gerçekleştirmenin içiçe geçmiş görevler olduğunun farkında bir devrimci odağa ihtiyaç vardı. Eksik olan bu idi. Ustalar isyanla ve devrimle oynanmaz derler. Yine faşizm devrimi yapamamanın cezasıdır diyerek devam ederler. 12 Eylül’den 40 yıl sonra hala o cezayı çekiyoruz. Bu ceza sadece devrimcilerin asılarak, işkence görerek, devletin şiddetini gövdelerinde yaşayarak öğrendikleri bir ders değil  o deli gömleğini söküp atamadığımız için tüm toplumca ödediğimiz bir bedel aslında.

YAŞAM Haberleri

Feke’de meralara su sıvatları yerleştirildi
Polislere küfür edip sosyal medyadan "Erkekseniz beni alın" diyen kişi tutuklandı
Adana’da uyuşturucu partisine operasyon: 6 gözaltı
Seyhan Rotary’den eğitime önemli destek
Dağ köylerindeki eli öpülesi öğretmenler