Ernest Mandel yaşıyor olsaydı bu yıl 100 yaşında olacaktı. Bizim gibiler için Mandel tahrif edilmemiş bir Marksizmle tanışmanın en önemli vasıtalarındandı. Onun Marksizmi donmuş, kalıplaşmış, skolastik değildi. Her türlü yeniliğe ve ilhama açıktı. Konjonktürel yazıları bile güncelliğini korumakta ve parlaklığından bir şey kaybetmemektedir. Marksizme ilgi duyan biri olarak seksenli yılların sonlarında kitaplarına ancak sahafları karıştırırken ulaşabiliyorduk. Yazın yayıncılık daha henüz kitaplarını seri biçimde yayınlamaya başlamamıştı ve Mandel henüz hayattaydı. O yıllarda Mülkiyeliler Birliği’nin davetlisi olarak Türkiye’ye gelmişti. İstanbul ve Ankara’da konferanslar vermişti ve yaptığı konuşmalar daha sonra kitaplaştı. Büyük ilgi gördüğünü hatırlıyorum. Çünkü Mandel sadece devrimci Marksistlerin takip ettiği biri değildi. İktisada, ekonomi politiğe ilgi duyanlarında merakla takip ettiği biriydi. Düşüncelerinden, inançlarından, siyasal tercihlerinden milim ödün vermemesine rağmen geniş çevrelere seslenebiliyordu.
Bu gücünü entelektüel otoritesinden ve ikna ediciliğinden alıyordu. Mandel her şeyden önce çok yönlü birisiydi. Akademik dünyanın içinden gelmemesine, siyasal militanlıktan hiç vazgeçmemesine karşılık akademik dünyada çalışmalarını hayranlıkla takip ediyordu. Akademik ölçülere uymaktaki titizliği nedeniyle onlardan biri gibi kabul ediliyordu. Perry Anderson’un söylediği gibi Marksizmi üniversite ortamında üretmeyen yegane isimlerdendi. Marksizm ikinci savaş sonrasında praksisten önemli ölçüde kopmuş ve üretimi burjuva üniversal ortama çekilmişti. Mandel bu anlamda devrimci Marksist geleneğin bıraktığı mirası sürdürüyordu. 4.Enternasyonal’in örgütleyicisi ve önde gelenlerindendi. Sendikal çalışmalara eğitmen olarak katılıyordu. Belçika’daki halka açık üniversitelerde ders veriyordu. Ama hiçbir zaman tam mesaili bir üniversite hocası olmaya yanaşmadı.
Mandel içinden geldiği geleneğe uygun olarak dünyanın her noktasındaki gelişmelere dakik bir ilgi duyardı. Küba’daki geçiş süreci sorunlarına eğiliyor ve Guevara ile sosyalist ekonomi konusunda karşılıklı yazışıyordu. Avrupa komünist partilerinin strateji meselelerine duyduğu ilgiyi aynı canlılıkla Latin Amerika’daki gerilla mücadelelerinede gösteriyordu. Ana ilgi alanı ise klasik Marksist geleneğe uygun biçimde ekonomi politikti. Otuzlu yıllardan itibaren Batı Marksizmi dediğimiz ekolün felsefeye gösterdiği özel ilgiden uzak durdu. Kuramın fildişi kulede yapılacağına inanmıyordu. Kuramın pratikle diyalektik bir ilişki içinde ve sürekli sınamadan geçmesi gerektiğini düşünüyordu. Mandel Marx’ın yaptığı devasa işi sürdürme ve değişen koşulları dikkatle izleyerek güncel bir kapitalizm tahlili yapma derdindeydi. Çünkü dünyayı değiştirmek için değiştirmek istediğimiz şeyin sağlam bir bilgisine sahip olmalıydık.
Batı Marksizminin özne-nesne ilişkilerine, yapı sorununa, ideoloji ve kültür alanındaki meselelere ilgi duyduğu bir dönemde o kapitalizmin güncel dinamiklerini kavramaya yönelmişti. Marx’ın, Hilferding’in, Luxemburg’un, Buharin’in yaptıkları analizlerle yetinmedi. Sovyet iktisadının ‘çöküşçü’ yaklaşımlarına prim vermedi. Burjuva iktisadı ile etkileşim halinde, ama onların körlüklerine kendini kaptırmadan açık bir Marksizmin temellerini attı. Kapitalizmin yeni bir dönemselleştirmesini yaptı. Çöküş beklentisi içinde olanların aksine ikinci savaş sonrasında kapitalizmin yaklaşık otuz yıl sürecek bir büyüme dalgası içine girdiğini söyledi. Bu dönemin herkesten farklı çok özgün bir çözümlemesini yaptı.