İbrahim Kalın’ın özellikle Ramazan ayına denk getirdiği sufi ağırlıklı müzikal çalışması Erkan Oğur’un esere verdiği katkılar nedeniyle yoğun tartışmaların konusu oldu. Erkan Oğur ve müziğini kendi hanesine yazan sol entelijansiya derin hayal kırıklığı içinde Oğur’a veryansın etti. Yaptığı müzikten soğuduklarını, saray sözcüsü Kalın’a verdiği desteğin bir halk sanatçısına yakışmadığını söyleyenler gırla gitti. Siyasal açıdan kutuplaştığı gibi kültürel açıdan da derin fay hatlarına sahip olan Türkiye toplumu açısından bu tartışmalar alışılmadık değil. Solun geri çekildiği, ufak kıpırdanışlar dışında varlığının dahi hissedilmediği bir entelektüel ve siyasal iklimde en has sanatçı kategorisinde kabul ettiklerimizden haysiyetli bir duruş görmeye o kadar hasret kaldık ki...
Şunu kabul etmemiz gerekiyor. Geleneksel anlamda Türkiye’de aydın damarı kurutuldu. Bu damara bazan tarih aşırı anlamlar yükleyen Yalçın Küçük’de uzun zamandır kendi sağlık sorunlarıyla uğraşıyor. Aydın tarihi üzerine beş kitap ve binlerce sayfa yazan Küçük bu damarın asla tıkanmayacağını iddia eder kendisine de çok özel misyonlar biçerdi. Ama maalesef ki Türkiye’de geleneksel aydın dediğimiz herhangi bir sınıfa doğrudan angaje olmayan bu sınıflardan biriyle organik olarak bütünleşmekten kaçınarak davranan aydın neslinin artık tükendiğini itiraf etmemiz gerekiyor.
Siyasal anlamda kendini kuramayan, sözcüsü ve temsilcisi olduğu sınıfla bütünleşemeyen sol ise kültürel alandaki göreli üstünlüğünün aşınması karşısında bu alana sımsıkı tutunmaya çalışarak keskin bir hat örmeye gayret ediyor. Siyasal İslamcı bilinçaltı da bu alandaki güçsüzlüğünün farkında olduğu için bu tip bireysel durumlardan sanki sanatın özerkliğini, bağımsızlığını sahiden sindirmiş gibi davranarak kendine pay çıkarıyor. Her iki taraf da memleket de yaşanılan kültürel çoraklığın, entelektüel vasatlığın çok farkında olunmadan pozisyonlar alınıyor.
Erkan Oğur bir Cem Karaca olmadı ki derin hayal kırıklıkları içinde gark olalım. Cem 60 ve 70’li yıllarda solun yarattığı kültürel rönesansın doğrudan sonucuydu. Kentli bir aileye mensup Rock müziğin içine doğan bu insan 60’lı yılların ikliminde halkçılaştı ve müziğini de bu kanal da yeniden otantik katkılar yapmak suretiyle yeniden üretmeye başladı. Şarkılarının pek çoğu neredeyse 70'liyıllarda slogan haline geldi. Ülkede yaşanan derin sınıfsal çarpıklıklar şarkılarında adeta bir isyana dönüşüyordu. Cem'de bu dönemin hakkını hem müzikal kalite olarak hem de haysiyetli bir duruş sergileyerek sonuna kadar verdi. Halk deyişleri, anonim türküler onun saundunda kentli bir müzikaliteye ulaştı. Bu gerçekten de özgün bir sentezdi ve bu topraklara aitti. Sol dalga 12 Eylül faşizminin şiddetiyle acımasızca ezilirken Cem’de sürgüne yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Sol yediği şiddetli darbelerin etkisiyle belini bir türlü doğrultamadı. Sonra bunun üstüne Sovyetlerin çöküşü de gelince siyasal alanda fiziken yaşanılan yenilgi ideolojik bir bozguna dönüştü ve memleket de birçok insan da Özal'ın şahısında liberalizmin erdemlerini keşfetti. Cem de bu dalgaya tutundu ve Özal’ın şefaatine mazhar oldu. Sol mahalleden kovulmanın hıncıyla da döneklik ithamlarını bayrak yaparak bir şarkıya dahi konu etti.
Erkan Oğur bu düzeyde bir politizasyon asla yaşamadı. Önce caz denemeleri yapan ve dar bir çevrede tanınan müzisyen halk türkülerini derin bir duyuş, düşünüş ve idrakle yorumlamaya başlayınca daha geniş çevrelerin dikkatini çekti. Kendi icadı olan perdesiz gitarın getirdiği enstrümantal zenginlik, yorumlarındaki kibirden uzaklık, yalınlık, sadelik Oğur'u modern bir derviş derekesine yükseltti. Yorumlarında türkülerin orjinal halindeki ruha sadakat, söyleyişindeki yeni teknikler ve yarattığı müzikal atmosfer de dinleyeni başka bir dünyanın içine doğru çekiyordu. Bu dünya gerçek sanatın bizi kendine doğru çağırdığı, gündelik olanın baskısından uzaklaşılmış '' mutluluk vaadiyle '' dolu bir yerdi. Türküler yoğun acılardan damıtılarak bize ulaşmış olsa da deneyimlediğimiz acı, keder, yoksunluk has sanatın formları içinden bize ulaşıyor ve Hegelci anlamda bizde '' acılı bilincin '' tortularını bırakıyordu.
Tekçiliğin her yere hakim olduğu memleket ortamında türküler bizi Anadolu'nun yaşadığı ve kendi içinde hala diri tutmaya gayret ettiği çok sesliliğe, çok kültürlülüğe doğru bir yolculuğa çıkarıyordu. Yitirilmiş, izi kaybedilmiş kültürlerin sesleri bu usta müz,isyen aracılığıyla kendilerine yeni bir soluk buluyordu. Geç de olsa bu çokluğun idrakine varan okumuş yazmış kesim Oğur ile birlikte bu geçmişe yolculuk ediyor, kurutulan kültürel zenginliğin farkına varıyordu. Bu müzik içinde barındırdığı imkanlarla, vasattan uzaklığı ile geleceğe olan hayallerimizi diri kılıyordu.
Alçakgönüllüğü, reklamdan uzaklığı, salt işine yoğunlaşmasıyla Oğur'da memleketin çok karşılaşmadığı bir sanatçı tipiydi. Yerelden kalkarak evrenseli üretiyordu. Bu nedenlerle de sadece burada değil dünya çapında haklı bir üne kavuştu. Ancak siyasi tavırları çok net değildi, keskin hatları yoktu, bütün müphemliğine rağmen sol onu kendinden sayıyordu. Çünkü yöneldiği müzikal kaynaklar halk kültürüne ait olduğu ve içerik olarak da solun ezeli değerleriyle yüklü bulunduğundan sol da onu doğal müttefiki olarak algılıyordu.
Şimdi bu imge önemli ölçüde zedelendi. Oğur sonradan tartışmalara dahil olarak pozisyonunu yeniden hatırlatmış olsa da imgenin kendisine bir kere sarayın yani iktidarın, nobranlığın gölgesi düşmüştü. Varlıktan yokluk vazgeçişler, derin iç çekişler, süslü tasavvufi haller, barışın simgesi güvercinlerin oluşturduğu fon muktedirin çektirdiği eziyetleri unutmaya, unutturmaya kafi gelir mi? Zulmün kefareti nasıl ödenir tartışmaya devam edelim.